Kategori : DOĞALGAZ ENERJİSİ, ENERJİ GÜNDEMİ, PETROL ve AKARYAKIT SEKTÖRÜ - Tarih : 05 Aralık 2019
WWF’in yeni raporuna göre, denizlerdeki biyolojik çeşitlilik hızla azalıyor. Rapor, Akdeniz ülkelerinin denizlerini koruma konusundaki taahhütlerini tam anlamıyla yerine getiremediğini ortaya koyuyor.
Roma, İtalya – Akdeniz ülkeleri, denizlerinin %10’unu koruma altına alma ve bölgedeki denizel biyolojik çeşitlilik kaybını durdurma konusunda vermiş oldukları taahhütleri yerine getiremedi. WWF’in (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) son raporu günümüzde Akdeniz’in sadece 1.27’sinin etkin bir şekilde korunduğunu, bunların da ağırlıkla Akdeniz’in kuzeyinde yer aldığını ortaya koyuyor.
WWF, 2-5 Aralık 2019 tarihleri arasında, İtalya’da bir araya gelen bölge ülkelerinin temsilcilerini, iklim değişikliği ve insan baskısı gibi nedenlerle tehdit altında bulunan deniz canlılarını ve denizel habitatları korumak için gerekli yatırımları yapmaya ve kaynakları artırmaya çağırıyor.
WWF’in “2020 Öncesi Akdeniz Ülkelerinin Denizlerini Koruma Karnesi” başlıklı son raporu, geçtiğimiz on yıl içinde hemen hemen bütün Akdeniz ülkelerinin, 2020 yılına kadar yeterli deniz koruma ağı (DKA) oluşturma konusundaki yükümlülüklerini yerine getirme konusunda başarısız olduğunu ortaya koyuyor. Söz konusu ağın, balıkçılık, su ürünleri üretimi ve turizm gibi yollarla yılda 5.6 trilyon dolarlık gelir üretecek bir denizel kaynak yaratacağı öngörülüyor.
Barselona Sözleşmesi’ne taraf olan Akdeniz ülkeleri, denizlerin korunması konusunda kat ettikleri yolu masaya yatırmak üzere İtalya’nın Napoli kentinde bu hafta bir araya geldi. Toplantıda hükümetlerin, denizel biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmak ve mevcut kayıpları geri kazanabilmek için 2020 sonrasına yönelik yeni eylem planları üzerinde anlaşma sağlamaları bekleniyor.
1976 yılında kabul edilen Barselona Sözleşmesi, Akdeniz’in kirliliğe karşı korunmasını ve eşsiz denizel biyolojik çeşitliliğini korumayı amaçlıyor. WWF’in raporu, Barselona Sözleşmesi’nin ve sözleşmeye taraf olan ülkelerin bu amaçlarına ulaşamadığı gibi Akdeniz’in, petrol ve doğal gaz faaliyetlerinin baskısı altında bulunduğunu ortaya koyuyor.
WWF-Türkiye Doğa Koruma Direktörü Sedat Kalem, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şu görüşleri dile getirdi: “Barselona Sözleşmesi, Akdeniz ülkelerine işbirliği için eşsiz bir fırsat sunuyor ancak bugün gelinen noktada radikal bir değişime ihtiyaç var. Akdeniz ülkelerinin, denizel biyolojik çeşitliliği koruma konusundaki ilgisinin yetersizliği denizlerimizin her türlü tehdide ve iklim değişikliğinin etkilerine karşı savunmasız kalmasına neden olurken, denizlerde sürdürülebilir bir ekonomiyi gerçekleştirme çabalarını da olumsuz etkiliyor. Akdeniz ülkelerinin liderleri, denizlerdeki biyolojik değerlerin korunmasını ve deniz ekosistemlerinin sürdürülebilirliğini birinci öncelik haline getirmeli ve 2030 yılına kadar Akdeniz’in en az % 30’unu etkin bir şekilde korumayı taahhüt etmeli.”
2009 yılından günümüze; Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ve yerel paydaşlarla işbirliği içinde Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde deniz koruma alanlarının daha etkin yönetimi adına önemli çalışmalar yaptıklarını hatırlatan Kalem, bu örneklerin hızla artmasını ve önümüzdeki on yıl içinde Türkiye’nin denizel zenginliklerini bütünüyle temsil edecek sayıya ve alana ulaşmasını beklediklerini vurguladı.
WWF’in raporu, başarısız girişimlerin ardından büyük bir bölümü kağıt üzerinde kalan deniz koruma alanlarından, iyi yönetilen alanlara kadar bütün Akdeniz ülkelerinin deniz koruma karnesini ortaya koyuyor. Rapora göre, Hırvatistan, İtalya, Yunanistan, Slovenya ve İspanya, korunacak deniz alanlarının önemli bir bölümünü belirledi, ancak yeterli koruma önlemlerine sahip deniz koruma alanları birkaç küçük yerle sınırlı veya Akdeniz’in zengin biyolojik çeşitliliğini korumak için yetersiz.
Arnavutluk, Cezayir, Kıbrıs, İsrail, Fas, Karadağ, Slovenya ve Türkiye gibi ülkelerdeki çalışmalar da birkaç küçük deniz koruma alanıyla sınırlı. Mısır, Lübnan, Libya, Suriye, Tunus ve Monako’da ise, koruma altında olduğu öne sürülen alanlar onaylanmış ya da uygulama altında olan bir yönetim veya izleme planına sahip değil. Akdeniz’in yalnızca % 0.03’lük bir kısmı insan etkisinden uzak ve güçlü bir deniz koruma alanı yönetimine sahip.
Raporun Türkçe Yönetici Özeti İçin TIKLAYINIZ >>>
WWF’den, 2020 Sonrasında Küresel Biyolojik Çeşitliliğin Daha İyi Korunmasına İlişkin Bazı Öneriler:
Türkiye’de Durum Nedir?
Türkiye, genel olarak 1988’den itibaren, Akdeniz ve Ege kıyıları boyunca deniz koruma alanı (daha sonra Özel Çevre Koruma Bölgesi “ÖÇKB” olarak adlandırıldı) ilan etmeye başladı. Bugün Türkiye’de farklı statülerde (ÖÇKB, milli park, tabiat parkı, vb) koruma altında olan ve farklı bakanlıklarca yönetilen yaklaşık 32 deniz ve kıyı alanı bulunmaktadır. Bunun yanında Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü’nce yönetilen toplam 18 ÖÇK Bölgesinin 12’si, yaklaşık 17.575,79 km² deniz ve kıyı alanını kapsamaktadır. Halen Türkiye karasularının yaklaşık %4’ü yasal koruma alanı statüsüne sahiptir.
Türkiye’deki Denizel Özel Çevre Koruma Bölgeleri
ALANIN ADI | EKOSİSTEM | İLAN TARİHİ | ALANI (km2) | |
1 | Gökova | Deniz-Kıyı | 05.07.1988 | 1.092,79 |
2 | Köyceğiz-Dalyan | Deniz-Kıyı | 05.07.1988 | 461,46 |
3 | Fethiye-Göcek | Deniz-Kıyı | 05.07.1988 | 805,37 |
4 | Patara | Deniz-Kıyı | 02.03.1990 | 197,10 |
5 | Kaş-Kekova | Deniz-Kıyı | 02.03.1990 | 257,83 |
6 | Göksu Deltası | Deniz-Kıyı | 02.03.1990 | 228,50 |
7 | Belek | Deniz-Kıyı | 21.11.1990 | 111,79 |
8 | Saros Körfezi | Deniz-Kıyı | 22.12.2010 | 730,21 |
9 | Foça | Deniz-Kıyı | 21.11.1990 | 71,44 |
10 | Datça-Bozburun | Deniz-Kıyı | 21.11.1990 | 1.443,89 |
11 | Finike Denizaltı Dağları | Deniz | 16.08.2013 | 11.228,85 |
12 | Karaburun-Ildır Körfezi | Deniz-Kıyı | 15.03.2019 | 946,56 |
TOPLAM | 17.575,79 |
Türkiye’de Önde Gelen Diğer Bazı Deniz ve Kıyı Koruma Alanları:
ALANIN ADI | KORUMA STATÜSÜ | İLAN TARİHİ | ALANI (km2) | |
1 | Akyatan Lagünü | Ramsar Alanı | 15.04.1998 | 147 |
2 | Ayvalık Adaları | Tabiat Parkı | 21.04.1995 | 196,24 |
3 | Beydağları Sahil
Milli Parkı |
Milli Park | 16.04.1972 | 3101,8 |
4 | Çilingoz | Tabiat Parkı ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahası | 11.07.2011 07.09.2005 | 358,29 |
5 | Dilek Yarımadası ve Büyk Menderes Deltası | Milli Park | 19.05.1966 / 8.07.1994 | 275,98 |
6 | Gediz Deltası | Ramsar Alanı | 15.04.1998 | 149 |
7 | Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı | Milli Park | 26.05.1973 | 334,9 |
8 | İğneada Longoz Ormanları | Milli Park | 13.11.2007 | 31,55 |
9 | Karacabey Karadağı Ovakorusu | Yaban Hayatı Geliştirme Sahası | 7.09.2005 | 286,11 |
10 | Kızılırmak Deltası | Ramsar Alanı | 15.04.1998 | 217 |
11 | Marmaris | Milli Park | 7.04.1996 | 292,06 |
12 | Sarıkum | Tabiatı Koruma Alanı | 30.07.1987 | 7,85 |
13 | Troya Tarihi Milli Parkı | Milli Park | 7.11.1996 | 133,5 |
14 | Yumurtalık Lagünü | Ramsar Alanı | 21.07.2005 | 198,53 |
Toplam | 5729,8 |
Son yıllarda Türkiye’de, denizel biyolojik çeşitliliği korumak amacıyla bir ulusal deniz-kıyı koruma alanları ağı geliştirme konusundaki çabalara karşın, bu alanların sayısı ve toplam büyüklüğü, yukarıdaki tablolarda da görüldüğü gibi uluslararası sözleşmelerle belirlenen nicel hedeflerden ve ülkemizin ekolojik çeşitliliğini bütünüyle temsil etmekten uzaktır. Örneğin, mevcut deniz koruma alanlarımızın neredeyse tamamı Ege ve Akdeniz kıyılarındadır; Karadeniz ve Marmara’da yoktur. Bunun yanında, deniz-kıyı koruma alanlarımızın çoğu biyolojik çeşitliliği korumak veya ekosistemin faydalarını (biyolojik çeşitliliğe duyarlı bölgelerin büyüklüğü ve şekli, zamansal yönetim sistemleri gibi) optimize etmek için tasarlanmamıştır. Mevcut deniz koruma alanlarımızdan yalnızca birkaçı (Kaş-Kekova, Foça, Saros, Gökova) yönetim ve izleme planına sahiptir; birçoğu etkin koruma ve yönetim için gerekli yerel idari yönetim birimlerinden ve yerel paydaş katılımından yoksundur.
Bununla birlikte, WWF-Türkiye’ye göre;
– 2015 yılında hazırlanan Ulusal Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Ulusal Stratejisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanarak bir an önce hayata geçirmeye başlanmalıdır.
– Mevcut % 10 Deniz Koruma Alanlarının hedefi, bu Stratejiye uygun olarak, 2030 yılına kadar en az – % 30’a yükseltilmeli ve tüm sahaların etkin yönetimi ve korunması sağlanmalıdır.
Daha etkin koruma ve yönetim (planların uygulanması, izleme, denetleme, koruma) için ilgili kurumların yapısı ve yerel birimleri güçlendirilmeli; Kaş-Kekova ve Datça örneklerinde olduğu gibi STK’lar, uzmanlar ve yerel paydaşların katılımına olanak sağlayacak ortak yönetim mekanizmaları geliştirilmelidir.