Kategori : ENERJİ GÜNDEMİ, ENERJİ VERİMLİLİĞİ, GÜNEŞ ENERJİSİ, RÜZGAR ENERJİSİ & RES - Tarih : 08 Haziran 2018
Giriş : Dünya çapında gerçekleştirilen , seneler geçtikçe kamuya erişen geniş bir küresel platform haline gelen,çevresel eylemlerin müspet yönde ilerlemesi için kıymetli olması hasebiyle Birleşmiş Milletler’in hassasiyet gösterdiği önemli bir duyarlılık günü olarak adledilen ve Dünya çapında 100’den fazla ülkenin kutlanan 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü bir kaç gün önce geride bıraktığımız ve G7 zirvesinin başladığı gün bu makale Dünyadan gelişmeleri periferiye alarak “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması”nın sonuçlarını mercek altına almayı ve yapılan araştırmaların bulgularında yenilenebilir anlamında Güneş ve Rüzgar enerjilerinin ön plana çıkışına vurgu yapmayı amaçlamaktadır. Diğer yandan “Dünya Çevre Günü, çevre konusunda dünyalıların çevrelerini kuşatan sorunları çözmeye yönelik samimiyeti ve ümitleri bağlamında acaba çevresine güven veriyor mu?” şeklinde muzip bir soruyu da arkasında bırakmak suretiyle okuyucunun dikkatini ve enerjisini buzdağının görünen yüzünün yanısıra esas meselelere de odaklamak bu yazıyı kaleme alanın tabiatındandır diyerek devam edelim.
Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi -Istanbul International Centre for Energy and Climate (IICEC) tarafından 2010 senesinde kuruluşundan bu yana her yıl düzenlenen, ulusal ve uluslararası karar mercileri için interaktif bir şekilde görüş alışverişinde bulunmalarına imkan tanıyan IICEC 8th International Energy and Climate Forum IICEC Uluslararası Enerji ve İklim Forumu’nun 8’incisi bu yıl “Global Enerji Yatırımları? Sırada ne var?” – Global Energy Investments: What’s Next? temasıyla Beşiktaş Conrad Bosphorus Hotel’de geçtiğimiz sene l 13 Ekim 2017 Cuma tarihinde gerekleşen Foruma ben de bizzat katılmıştım IICEC Yönlendirme Kurulu Fahri Başkanı ve Uluslararası Enerji Ajansı Direktrü / Başekonomisti – Executive Director, IEA Dr. Fatih Birol Onursal Başkanlığı’nı yürüttüğü sözkonusu Sabancı Üniversitesi Uluslararası Enerji ve İklim Forumu’nunda (IICEC) küresel enerji piyasalarına ilişkin kilit değerlendirmelerde bulunmuş, yenilenebilir kaynakların özellikle elektrik alanında çok önemli hale geldiğini ancak bunun ulaşım ve ısıtma alanlarında çok önemli bir etkisi bulunmadığını vurgulamış, eerji meselesini ele alırken çeşitli çevresel zorlukları göz önünde bulundurmak gerektiğini kaydetmişti. Buna ilaveten yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik üretim yatırımlarının giderek daha çok arttığını da vurgulayan Birol, “Güneş enerjisi maliyetleri 2014-2017 yılları arasında yarıya düştü. Bir fiyatın üç yıl içinde yarıya inmesi çok önemli bir gelişmedir” demiş ve Güneş enerjisi yatırım maliyetlerinin 2017-2020 arasında da yine yarıya ineceğine dikkat çekmiş,“Bu yüzden güneş enerjisi yatırımları giderek daha yaygın hale geliyor. Güneş yatırımları çevreyle ilgili kaygılardan değil, ucuz olduğu için yaygınlaşıyor. Yenilenebilir enerjinin çevreye de büyük bir avantajı var” ifadelerini kullanmıştı. Konuşmasını “Bunları aşabilmek için çok kapsamlı çaba sarfetmek gerekiyor. İşte bu nedenle bu tür çabaların uluslararası düzeyde koordine edilmesi lazım şeklinde diyerek sürdürmüştü.
Aynı forumda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’da , ülke olarak karbon ayak izini azalttıklarını ifade ettmişti. Albayrak, bu kapsamda 2016’da kurulu güce eklenen kapasitenin yüzde 55’ini yenilenebilir enerji kaynaklarının oluşturduğunu belirterek, “Bu yılın da 8 ayında devreye aldığımız enerji üretim tesislerimizin yüzde 64’ü yine yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik tesisleri oldu. Türkiye olarak devreye alınan rüzgar enerjisi kapasitesi büyüklüğüne göre 2016’da dünyada 7’inci, 2017’de ise Avrupa’da üçüncü ülke olduk. Türkiye’nin 2017 Ağustos sonu itibarıyla 81 bin 355 megavatlık kurulu gücünün 35 bin 874 megavatını, yani, kapasitesinin yüzde 44,8’ini yenilenebilir enerji kaynakları oluşturuyor. Bu oranın Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ortalaması ise yüzde 42 civarında.” dedi. Buna ilaveten 2016 rakamlarına göre AB’de üretilen toplam elektriğin yüzde 29’u yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanırken, Türkiye’nin bu alanda da AB’yi geride bırakarak, elektriğinin yüzde 33’ünü yenilenebilir kaynaklardan ürettiğine de dikkati çekti. Bu verilerin bile başlı başına Türkiye’nin ne kadar çevreyle barışık, sürdürülebilir ve iklim değişikliğiyle mücadelede örnek bir enerji üretim portföyüne sahip olduğunu gösterdiğinin altını çizen Albayrak, Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) modelinin de Türkiye’nin temiz enerji yatırımlarına ne kadar önem verdiğinin bir işareti olduğunu vurgulamıştı. Gelecek 10 sene içinde 10 bin megavat güneş ve 10 bin megavat rüzgar enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının azami oranda enerji sepetine girişini sağlayacağını da dile getiren Albayrak YEKA modeliyle 10 yıl Ar-Ge yapma şartı da getirdiklerini aktararırken “YEKA stratejimiz, Türkiye’nin sürdürülebilirlik ve iklim değişikliğiyle mücadele alanında üstlendiği sorumluluğu ortaya koymaktadır. Rüzgar ve güneş ihalelerine dünyanın önde gelen şirketlerinin başvurması ve ortaya çıkan rekabetçi fiyatları, Türkiye’nin adımlarını ne kadar doğru attığını teyit ederken, Türk ekonomisine duyulan güvenin de en net resmi oldu.” şeklinde konuşmuştu. Albayrak, yenilenebilir enerjinin yanında, yerli kömürün yeni nesil, doğa dostu, ileri teknolojiye sahip santrallerle ekonomiye kazandırılması için gereken her türlü yatırım altyapısını hazırladıklarını da aktarmıştı.. Yeni nesil santrallerin emisyon değerlerinin AB tarafından belirlenen kriterlerin altında tutulacağını dile getiren Albayrak, bu sayede ekolojik denge ve hassasiyetlere zerre zarar vermeden, kaynaklarımızın yüksek teknolojiyle milletimizin hizmetine sunulacağını ifade ettikten sonra sözlerini şöyle sürdürmüştü “Son 10 yılda enerji ve maden ithalat faturası yıllık ortalama 55 milyar Amerikan doları oldu. Eski nesil termik santrallerin ise tamamını çevreci ve bugünkü teknolojilerle dönüştüreceğiz. 2019’a kadar eski nesil termik santrallerde gereken tüm çevre yatırımları tamamlanacak ve bu santraller insan sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisi olmayan çevreyle uyumlu santraller haline getirilecek. Santralin ömrü, maliyeti var ama çevrenin maliyeti yok. Türkiye olarak, gelişmekte olan bir ülke olarak, elbette tüm yerli kaynaklarımızı enerji ihtiyacımızı karşılamak için azami ölçüde kullanacağız.” Albayrak, iklim değişikliğinin önlenmesi için Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü’ne taraf olan Türkiye’nin sözleşmeler kapsamındaki yükümlülüklerini en iyi şekilde yerine getirdiğini bildirirken, mezkur sözleşmeler kapsamında, Türkiye’nin özel şartları çerçevesinde öncelikli sektörlerde uygulanacak sera gazı emisyon kontrolü ve uyum önlemlerinin belirlendiğini de ifade ettikten sonra , “Enerji alanındaki karbondioksit salınımını azaltmak için Bakanlık olarak gerekli adımları hızla atıyoruz. Emisyon sınırlamasını, ülkemizin sürdürülebilir kalkınma çabalarını olumsuz etkilemeyecek şekilde hayata geçiyoruz.” şeklinde de konuşmuştu.
2017 senesinin Ekim ayı ilk haftasındaki Bloomberg’in haberine dayanarak , Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) “2016 Yenilenebilir Enerji Raporu”na göre de 2016 da devreye alınan yenilenebilir enerji kurulu kapasitesinin üçte ikisi güneş enerjisinden sağlandığına işaret etmekteydi.. Güneş enerjisinde kurulu güç ise 74 bin megavata ulaşmıştı o sıralar . Bu yükselişte en büyük payla Çin başı çekmekte. Güneşteki kapasite artışının yaklaşık yüzde 50’si Çin’den geldi. Çin, geçen sene toplamda 360 bin megavatlık yenilenebilir enerji (YE) kapasitesiyle dünyada temiz enerji kapasitesi en yüksek ülke oldu.Rapora göre, temiz enerjide küresel büyümenin yıl sonuna kadar yüzde 12 artacağı tahmin ediliyor.Dünyada yenilenebilir enerji kurulu kapasitesinin 2022’ye kadar yüzde 43 artışla 920 bin megavata yükselmesi hedefleniyor. Söz konusu dönemde YE’den elektrik üretim kapasitesinin ise 8 bin teravatsaati aşması beklenmekteydi. [i].
İçinde bulunduğumuz 2018 yılının ilk aylarında ExxonMobil’in 2040 senesine kadar geçecek olan sürede enerji arz ve talep beklentilerini değerlendirdiği ve Paris İklim Anlaşması’nı, bu çerçevede hükümetlerin vermiş olduğu ulusal katkı beyanlarını (NDCs) ve bu girişimlerin hedefinde bulunan sera gazı salınımlarını azaltma çabalarını merkezde tutan “Outlook for Energy” raporunda[ii] – 2018 Outlook for Energy: A View to 2040 köklü bir değişim sürecinden geçmekte olan enerjide bu aşamaları etkileyen faktörleri incelemiş, Mezkur Rapor temel çıkarımlarını hatırladığımızda dan bazıları şunlardır: ilkinin Küresel enerji ihtiyacıının , OECD dışı ülkelerin etkisiyle, yüzde 25 artacak olması 2030’a kadar küresel orta sınıf %80’lik bir büyüme göstererek 5 milyarlık bir nüfusa ulaşacak ve bu büyümeye gelişmekte olan ekonomilerde eşlik edecek olan hayat standartlarındaki iyileşme bu ülkelerde enerji tüketiminde dişe dokunur artışlara neden olacağı ve bu ülkelerdeki iktisadi büyüme, orta sınıfta neden olacağı genişleme ile daha fazla kişinin kişisel araç, klima vb. ürünlerine sahip olmasına izin verecek ve enerji talebinde ekonomik büyüme ile yaşanacak olan patlamayı pekiştirici bir rol izleyeceğiydi. Bir diğer çıktı Endüstrinin her alanında enerji tüketiminin artacağını öngörmekteydi. İklim politikalarının endüstriyel enerji tüketimlerini de etkilemesi ve üreticileri doğalgaza ve Afrika ve Orta Doğu gibi doğalgaz bakımından zengin bölgelere itecegini öngörülen raporda kayda değer bir başka çıkarım düşük karbonlu kaynakların ve özellikle de yenilenebilirlerin enerjideki payı tüm bölgelerde artacağı yönündeydi. Yenilenebilir kaynaklar ve nükleer enerji önümüzdeki dönemde büyük bir atak gösterecek, büyümeleri yalnızca bu kaynakların aralıklı üretim gerçekleştirebilmesi nedeniyle aksayacaktır şeklinde sonuçlar da yer almaktaydı raporda. Bilhassa güneş ve rüzgâr enerjisinde yüzde 400’a denk gelecek büyük bir artış gerçekleşecek, küresel elektrik arzındaki payları 2040 yılına kadar üçe katlanacak ve bu artış elektrik üretimi kaynaklı CO2 salınımını yüzde azaltacak şeklinde sonuçları sunan rapor yenilenebilirlerin bu atağına rağmen elektrik üretiminde kullanılan enerji kaynaklarının ağırlıkları bölgeden bölgeye değişiklik göstermeye devam edeceği şeklinde tahminlerde bulunmaktaydı. ABD ve Avrupa’nınkömürden uzaklaşması, doğal gaz, rüzgar ve güneş enerjisine yönelmesi öngörülürken önümüzdeki dönemde elektrik talebinin %60’ını oluşturacak olan Asya – Pasifik bölgesi ve Hindistan’daki elverişli koşulların etkisi ile kömür tüketiminde bir patlama yaşanacağı tahminleri yapılıyor diğer yandan sırf Hindistan’da kömürden elektrik üretiminin ikiye katlanması beklendiğini ortaya koymaktaydı. Aynı rapor . Orta Doğu, Afrika ve diğer bölgeler tarafındaysa ülkelerin uygunluğa göre doğalgaza yoğunlaşması beklenmekte olduğunu ileri sürmekteydi .
Diğer yandan iki gün önce DW’nin haberine göre, Aralarında Allianz Global Investors, DWS, HSBC Global Asset Management, Nomura Asset Management gibi dünya devlerinin olduğu toplam değeri 26 trilyon doları bulan 288 büyük firma içinde buunduğumuz 2018 yılının 8-9 Haziran tarihlerinde (bugün başlayacak) Kanada’da tertiplenecek G7 zirvesi öncesi yaptıkları ortak yazılı açıklamada, “Temiz enerjiye doğru küresel değişimin yolda olduğu, ancak hükümetlerin çok daha fazlasını yapması gerektiği” kaydedildi. Açıklamada, küresel ısınmayı azaltmak için 2015 Paris İklim Zirvesi sonrası verilen taahhütlerin küresel ısınmayı sınırlandırmak için kafi olmadığına vurgu yapılırken,iklim değişikliğiyle mücadelede aşama kaydedebilmek için hükümetlerin kömür enerjisi ve fosil yakıt kullanımına kademeli olarak son vermesi gerektiğini belirten firmalar, üretilen elektrik enerjisinin yaklaşık yüzde 40’ının hala kömürden sağlandığının altı çizilmişti.
Enerji verimliliği; enerjide arz güvenliğinin sağlanması, dışa bağımlılıktan kaynaklanan risklerin azaltılması, enerji maliyetlerinin sürdürülebilir kılınması, iklim değişikliği ile mücadelenin etkinliğinin artırılması ve çevrenin korunması gibi ulusal stratejik hedefleri tamamlayan ve bunları yatay kesen bir kavramdır. Sürdürülebilir kalkınmanın öneminin kavranması günümüzde, enerji verimliliğine yönelik çabaların değerini de aynı oranda artmaktadır. Bu çerçevede; enerji üretimi ve iletiminden nihai tüketime kadarki tüm merhalelerde enerji verimliliğinin geliştirilmesi, bilinçsiz kullanımın ve israfın önlenmesi, enerji yoğunluğunun gerek sektörler bazında gerekse makro düzeyde azaltılması ulusal enerji politikamızın öncelikli ve önemli bileşenlerindendir. Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan 2015-2019 stratejik planı doğrultusunda [iii]Türkiye’nin yenilenebilir enerji üretimi ile ilgili koyduğu hedefler Rüzgara dayalı kurulu güç için 2019 yılında 10.000 MW, Güneşe dayalı kurulu güç için ise 3.000 MW olarak hedefleri 2016 gerçekleşmeleri incelendiğinde rüzgar enerjisinde kurulu güç artışı yaklaşık iki kat ve güneş enerjisinde yaklaşık dört kat kurulu güç artışına tekabül etmekte. Fosilyakıtlara olan bağımlılığı ve buna bağlı riskleri azaltmak amacıyla yenilenebilir enerji üretim ve tüketimin teşvik edilmesi, yenilenebilir enerji kaynakları (HES dahil) ile elektrik üretiminin payının asgari yüzde 30 seviyelerinde tutulması, tarım sektörü potansiyellerinden daha fazla istifade ederek biyoyakıt enerjisi kullanımını artırmak, mevcut yenilenebilir enerji kaynakları ile yapılan üretim miktarlarını artırmak Türkiye’de yenilenebilir enerji politika ve stratejilerinin temelleri arasında yer almaktadır.
Öte yandan ,Jeotermale dayalı elektrik üretimi tarafına baktığımızda Mayıs ayı sonu verilerine göre 2018’in ilk 4 ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 35 arttığını ve 2 milyar 259 milyon kWh’e yükseldi.Jeotermal santrallerinin verimliliklerindeki ve kurulu güçlerindeki artış, jeotermale dayalı elektrik üretimini arttırdığını görmekteyiz. Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği (JESDER) Başkanı Ufuk Şentürk geçtiğimiz günlerde, JES’lerin toplam kurulu gücünün 2017 sonu itibariyle 1100 MW’nin üzerine çıktığını ve 2018 yılıyla birlikte 1.155 MWe olduğunu belirtti ve jeotermalin yerli ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak Türkiye’nin kömür ve doğalgaz ithalatı ihtiyacını azalttığının altını çizdi.. Karbon emisyonu bulunmayan jeotermalin iklim değişikliğine de yol açmadığını vurgularken, “Jeotermal ayrıca güneş ve rüzgar gibi diğer alternatif kaynaklardan farklı olarak kesintisiz bir kaynak. Bu sayede jeotermal santrallerimiz kesintisiz elektrik üretimiyle Türkiye’nin şebeke kalitesine, dolayısıyla sistem maliyetlerinin düşmesine katkıda da bulunuyor” şeklinde konuşmuştu . Bu girizgaha birlikte Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji verimliliğinini de göz önünde bulundurarak bu bağlamda bir de Türkiye’nin tercihlerine göz atacak olursak onbeş gün sonra gerçekleşecek 24 Haziran seçimlerine katılacak partilerin genel seçimlere dair vaat, proje ve plan detaylarını içeren bildiri ve manifestoların açıklandığı şu günlerde İklim Haber ve Konda Araştırma Şirketi iş birliği ile gerçekleştirilen, “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması”, kamuoyunun iklim değişikliği konusunda ne düşündüğünü ve enerji tercihlerinin neler olduğunu ortaya koyduğu çalışmaya baktığımızda Türkiye’nin enerji konusunda tercihi ise ağırlıklı olarak yenilenebilir enerjilere kaymakta ve bunlar güneş ve rüzgâr olarak ortaya çıktığını görmekteyiz.
Türkiye çapında, 2595 kişiyle yüz yüze yapılan anket çalışmasına göre, toplumda iklim değişikliğinin yaşandığı konusunda yüzde 86 gibi büyük bir oranda konsensüs bulunmakta ve toplumun 4’te 3’ü iklim değişikliği konusunda endişeli olduğunu dile getirmekteler .
Araştırma çerçevesinde katılımcılara, 2017 yılında European Social Survey (Avrupa Sosyal Anketi) tarafından 18 ülkede sorulan “İklim değişikliği konusunda endişeli misiniz? Ne kadar endişelisiniz?” sorusu Türkçeleştirilerek yöneltilmiş ve görüşülen kişilerin yüzde 25’i “çok endişeliyim”, yüzde 50’si ise “endişeliyim” şeklinde cevaplamış.. Bu sorudan elde edilen veriler diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye’nin bu soruya oldukça yüksek oranda “endişeliyim” dediği ortaya çıkmakta. Araştırma kapsamında katılımcılara yöneltilen ilk soru ise “Küresel ısınmanın yaşandığını düşünüyor musunuz?” oldu. Katılımcıların yüzde 86,8’i bu soruya evet yanıtı verirken, yüzde 10’u hayır yanıtını veriyor. yüzde 3,2’lik kesim ise soruya yanıt vermemeyi tercih etmiş. Burada iklim değişikliği konusunda Türkiye’de önemli bir konsensüs olduğuna dikkat geçmek gerekiyor: Birçok konuda ayrışma ve bölünme yaşanan bir toplumda, siyasi tercihler, ekonomik durum ve sosyal konum fark etmeksizin, her 10 kişiden en az 8’i “iklim değişikliği yaşanıyor” diyor.
Bilimsel araştırmalar; iklim değişikliğinin aşırı hava olaylarını ve meteorolojik afetleri artırmaya başladığını ortaya koyuyor, son yıllarda Türkiye’de sel ve benzeri afet olaylarının hem etkisinde hem sıklığında artış olduğunu göstermekte. Araştırma çerçevesinde “Türkiye’de sel, fırtına, aşırı sıcaklık, kuraklık gibi düzensiz hava olaylarının arttığı mı yoksa azaldığı mı” sorusuna, katılımcıların yüzde 76,3’ü “arttı” diye yanıt verirken, sadece yüzde 6,5’lik bir kesim “azaldı” diye yanıt vermekte. İklim değişikliğine sebebiyet veren fosil yakıtların en çok kullanıldığı sektörlerin başında elektrik üretimi gelmekte. Enerji santralları, Türkiye’de de son yıllarda gündeme en çok gelen konuların başında. Çalışma çerçevesinde, kamuoyunun bu konuda da ne düşündüğünü öğrenmek amacıyla sorular yöneltildi. Sorulara verilen yanıtlar,Türkiye’nin tercihinin açık ara güneş ve rüzgâr olduğunu ortaya çıkarmakta.
“Farz edelim ki yaşadığınız yerin yanında bir enerji santralı yapılacak, hangi iki santralı öncelikli olarak tercih edersiniz?” şeklindeki soruya verilen yanıtlarda güneş enerjisi yüzde 70,5 ile ilk sırada yer alırken, rüzgâr enerjisi ise yüzde 52,8 ile ikinci sırada yer alıyor. Aynı soru en çok karşı çıkacakları enerji santralları hangileri olarak değiştirip sorulduğunda ise nükleer yüzde 68,2 ile ilk sıraya yerleşirken, kömür yüzde 53,1 ile ikinci sırada bulunuyor. Güneş ve rüzgâr enerjisine karşı olanlar ise yok denecek kadar az. (Sırasıyla yüzde 1,6 ve yüzde 2,1).
Anket çerçevesinde European Social Survey kapsamında yöneltilen başka bir sorudan daha yararlanılmış ve katılımcılara “Sizce iklim değişikliğini azaltmak için yeterli sayıda ülke hükümetinin harekete geçme ihtimali ne kadar var?” sualine yanıt vermeleri istendiğinde sonuçlar, Türkiye’de yaşayanların iklim değişikliğine karşı verilen küresel mücadelede hükümetlerin yeterli gayreti göstermediği ve göstermeyeceklerini düşündüğünü ortaya çıkarmış. Toplumun yüzde 25i iklim konusunda gerekli önlemlerin alınacağına hiç ihtimal vermemekte.Neredeyse her iki kişiden biri, bu konuda ülkelerin harekete geçip, gereğini yerine getireceğine inanmıyor.Yine bu sorudan yola çıkarak benzer bir soru Türkiye hükümeti özelinde sorulmuş. Sonuçlar politik parti tercihlerine, hayat tarzı ve ekonomik durumlarından bağımsız olarak, iklim değişikliği konusunda Türkiye’nin de yeterli çabayı göstermeyeceğine inanıldığını ortaya koymakta . Toplumun dörtte biri ülkemizde de iklim hususunda gerekli tedbirlerin alınacağına hiç ihtimal vermiyor. Neredeyse her iki kişiden biri de, bu konuda Türkiye’nin harekete geçeceğine, gereğini yapacağına ya hiç ihtimal vermiyor ya da çok düşük bir olasılık olduğunu ifade etmekteler.
Hazırlayan: H.Çiğdem Yorgancıoğlu http://www.cigdemyorgancioglu.org/
[i] Enerji Gazetesi Çiğdem Yorgancıoğlu -3 Kasım 2017- Dünya Geneli ve Avrupa’da Son Dönem Yenilenebilir Enerji Adımları ve Projeksiyonlarından Türkiye Özelinde Bakış
[ii] 2018 Outlook for Energy: A View to 2040 http://corporate.exxonmobil.com/en/energy/energy-outlook/a-view-to-2040
[iii] Enerji –Enerji Verimlili ğ i Strateji Belgesi 2012-2023http://www.eie.gov.tr/