Almanya son yıllarda sera gazı salınımı gözle görülebilir ölçüde azalttı. Bu durum Avrupa’yı da rüzgar ve güneş gücü çağına yönlendiren “yenilenebilir enerji ajandasını” da ilerleten bir durum.
Yenilenebilir enerji kullanılarak üretilen elektriğin 2012′nin ilk altı ayında %20′den %25′e yükselmesi, ülkeyi 2020′de %35 ve 2050′de %80 hedeflerine yaklaştırdı.
Bu durum karşısında “İklim Etki Araştırması için Postdam Enstitüsü”ndeki “Sürdürülebilir Çözümler Projesi” yardımcı başkanı Brigitte Knopf “Yenilenebilirlerin payındaki artış konusunda iyi bir çizgideyiz” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Önümüzde bazı engeller olmasına rağmen, bu bir başarı hikayesidir.”
Alman Ticaret ve Yatırım Ajansı’nın yayınladığı rakamlara göre, yenilebilir enerjiyle üretilen elektriğin %38′i rüzgar gücü, ve yaklaşık %16′sı da güneşten geldi.
Yenilenebilirlere ilerleyiş, Almanya’nın fazlaca saygı gören ve kopyalanan Yenilenebilir Enerji Yasası (EEG) ile geldi. Bu yasayla gelen tarife garantisi rüzgar ve güneş enerjisine yatırım yapanları destekliyor.
Yardımın maliyeti Almanya’da hararetli bir tartışmayı da tetikledi, çünkü yardımlar evlerde daha yüksek enerji faturası sonucunu doğurdu.
Knopf “Eğer fiyatlar artmaya devam ederse, bu enerji dönüşümünün toplum tarafından kabul edilmesi sürecini baltalayabilir.” diyor.
Japonya’daki 2011 Fukushima nükleer felaketi ile beraber bu dönüşüm, Berlin’i Almanya’daki nükleer enerji kullanımının kademeli olarak bitirilmesi planlarını 2036′dan 2022′ye çekmeye sevk etti. 17 nükleer güç santralinin sekizi enerji dönüşümü politikalarının sonucu olarak geçen sene kapatıldı.
Ancak bu durum bir yandan Almanya’nın yenilenebilir enerjilere duyduğu güvenini artırırken, bir yandan da temel karbondioksit (CO2) kaynağı olan kömürlü termik santrallere olan bağlılığını da arttırdı. Uzmanlar, yeni kömürlü termik santral planları olmadığını, sadece halen yapım aşamasındakilerin tamamlanacağını söylüyor.
İnşaat halindeki kömürlü termik santraller hakkında Germanwatch çevreci grubundan Jan Burck “Eğer inşaat halinde yeni santralleriniz varsa ve bunları 40 ya da 50 yıl çalıştırmayı planlıyorsanız, gelecekte salım probleminiz olacak demektir.” diyor.
Almanya karbon salımını 2020′ye kadar 1990′dakine göre %40, 2050′de ise 1990 rakamlarına göre %80-%95 oranında azaltmayı hedefliyor. Burck’a göre bu hedefi tutturmak zor olacak.
Mevcut politikalar 2011′e değin toplamda yaklaşık %26.5 azalma getirmiş olsa da, Almanya Federal Çevre Ajansı (UBA)’nın tuttuğu istatistiklere göre ortada başka sorunlar da var.
Avrupa’nın karbon salım ticareti taslağı (ETS) daha az “hırslı” hedeflere sahip: AB şirketleri Almanya’nın ulusal karbon azaltım hedefleri doğrultusunda çalışmak zorunda değil. Bu durum karşısında çevreciler, tüm AB üye ülkeleri “sıraya sokacak” daha güçlü düzenlemelerin Avrupa-genelinde oluşturulması için bastırıyor.
Sorunlara rağmen, Almanya yeşil ajandasına sadık kalıyor. Almanya’da İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşayan kuşakların “ebeveynlerinin yaşananlar karşısında hareketsiz kalmış olmasına” duydukları tepkiden de beslenen bir “dünya sorunlarını çözme sorumluluğunu” hissediyor olmalarının, iklim değişikliği konusunda da etkili olduğu belirtiliyor.
“Bu hissiyat çok güçlü bir çevreci ve nükleer-karşıtı harekete öncülük ediyor.” diyor Yeşil Parti milletvekili Herman Ott. “Bu nihayetinde Yeşil partinin kurulmasına öncülük etti ve bizi çok güçlü yaptı. Eğer bir şey yanlış gidiyorsa ayağa kalkıp sesinizi duyurmalı ve bir şeyler yapmalısınız. Aksi takdirde 20-30 yıl sonra çocuklarınız şunu soracaktır ‘Neden bir şey yapmadın?’”
Kaynak: Yeşil Gazete