ABD-İran ilişkilerinin geleceği, bölgedeki güç dengesi ve İran içinde farklı siyasi güçler arasındaki mücadelenin seyri açısından yeni bir dönem başlıyor.
Ortadoğu’da ABD-İran ittifakını doğurabilecek yeni bir dönem mi başlıyor? Hatta bazı iddialara göre
Ortada bir ABD-İran ittifakı yok. Ancak tarafların anlaşma hükümlerine göre hareket etmeleri halinde, ABD-İran ilişkilerinin geleceği, bölgedeki güç dengesi ve İran içinde farklı siyasi güçler arasındaki mücadelenin seyri açısından yeni bir dönemin başladığını söylemek mümkün.
Başlangıçtaki soruların sorulmasına neden olan gelişmelerin başlangıcı 2003’te bazı ortaklarının da katılımıyla ABD’nin gerçekleştirdiği Irak müdahalesine kadar gidiyor. Ancak bu sorular Hasan Ruhani’nin İran Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra başlayan İran’ın nükleer nükleer programı yönelik müzakerelerin ardından daha fazla dile getirilmeye başlanmıştı. İran ile 5+1 grubu (ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya) arasında uzun süre yürütülen görüşmeler 14 Temmuz 2015 yılında bir anlaşma ile neticelenmişti. Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan bu anlaşmada taraflar bir yol haritası belirlemişlerdi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin KOEP’i onaylamasından 90 gün sonra anlaşma kabul edilmiş olacaktı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) İran’ın anlaşmada öngürülen şartları yerine getirdiğini tasdik etmesinden sonra da yürürlüğe girecekti.
16 Ocak’ta UAEA, İran’ın nükleer araştırma tesislerinde yaptığı teftişler neticesinde, KOEP çerçevesinde, İran’ın üstlenmiş olduğu yükümlülükleri yerine getirdiğini rapor etti. Bunun üzerine ABD ve AB tarafından İran’a yönelik yaptırımlar kaldırıldı.
Yaptırımların kaldırılması başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri, İsrail, Amerikan sağı (Cumhuriyetçi Kongre üyeleri ve neo-conlar) ve hatta İran’daki ABD ile ilişkilerde yumuşamaya karşı olan şahin muhafazakar kanat tarafından olumlu karşılanmadı.
Bilindiği gibi, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinde, 2003 yılında Saddam Hüseyin yönetimine karşı gerçekleştirilen ABD liderliğindeki askeri müdahale sonrasındaki rejim değişikliği bölgesel güç dengesinin İran lehine değiştiği algısını doğurmuştu. Irak’ta seçimle işbaşına gelen Şii partilerden oluşan hükümetlerin İran’la yakın ilişki içinde olması, Körfez tarafından Irak’ın İran’a teslim edilmesi gibi görüldü. Arap Baharı sürecinde İran ve onun kontrolündeki güçlerin Suriye’de oynadığı role ilaveten Bahreyn ve Yemen’deki gelişmeler ve Arap Ortadoğu’sundaki Şii nüfus üzerindeki İran etkisi Suudi Arabistan ve müttefiklerinde İran’ın bölgede hegemonya kurma amacını taşıdığı fikrini pekiştirdi.
İsrail ise İran’ı varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Bir kaç gün önce İsrailli düşünce kuruluşu İsrail Milli Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nün Tel Aviv’de düzenlediği konferansta konuşan Yaalon, “İran ve IŞİD’in ikisinden biri ile çalışma konusunda tercihte bulunmam istense IŞİD ile çalışmayı seçerim” ifadesini kullanmaktan çekinmedi. İsrail İran’ın hem söylemlerinden rahatsız hem de İran’ın Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah gibi hareketlere olan desteğini kendisine yönlendirilmiş doğrudan bir tehdit olarak değerlendiriyor. İran resmi söylemine göre de İsrail bölgede barış ve istikrarın önünde en büyük engel.
ABD’li şahin Cumhuriyetçiler ve neo-konservatifler ise hem ABD’nin hem küresel ve bölgesel çıkarlarına tehdit olarak gördükleri için hem de İsrail’e olan kayıtsız şartsız destekleri nedeniyle İran’a şiddetle karşılar.
Aralarında Devrim Muhafızlarının da dahil olduğu İranlı şahin muhafazakarlar ise yaptırımların devam etmesi pahasına uluslararası ilişkilerde eski gerilim politikalarını devam ettirmekten yanalar. Devrim sonrası oluşan statükodan kaynaklanan yerleşik çıkarlarını korumak arzusu, iç ve dış siyasette onları pragmatik Cumhurbaşkanı Ruhani ve kabinesi karşısında hareket etmeye yönlendiriyor. Ruhani ve ekibinin her başarısı muhafazakarların zemin kaybetmesi anlamına geliyor. Ayrıca Ruhani pragmatizminin engellenememesi durumunda reformistlerin lehine bir zemin kayması yaşanacağının endişesini yaşamaktalar.
Kaldırılan yaptırımlar sadece nükleer programa ilişkin olmasına ve ABD ile İran arasında bir dizi anlaşmazlık bulunan konuların bulunmasına rağmen, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açıldığını belirtmek gerekir.
Bu safhaya gelinmesini iki hususun etkilediği söylenebilir. Bunlardan birincisi, ABD’nin tehdit algısında ‘şeytan imparatorluğu’nun ya da düşman süper devletin yerini Başkan Obama’nın Birliğin Durumu konuşmasında belirttiği gibi, başarısız devletlerin ortaya çıkmasının doğurduğu tehditler almıştır. Bunların da başında IŞİD ve El Kaide gibi ulusötesi silahlı örgütlerin eylemleri yer almaktadır. Amerikan yönetimi bunlara karşı mücadeleyi, Ortadoğu’da yeni işbirliğinin ortak zemini olarak görmekte ve İran’la bu hususta önemli bir ortak paydaya sahip olduğunu düşünmektedir.
Bir diğer durumda, Obama döneminde Amerikan dış politikasında Asya Pasifik bölgesi öncelikli olarak odaklanılan jeopolitik merkez haline gelmiştir. Çin’i çevreleme amaçlı Asya-Pasifik siyaseti, Obama yönetiminin Ortadoğu’daki sorumluluklarını ve yükümlülüklerini azaltmasını gerektirmektedir. Iran’la olan sorunların Amerikan çıkarlarını tehdit etmeyecek şekilde ortadan kaldırılmasının ve Iran’ın uluslararası topluma kazandırılmasının ABD’nin bölgedeki yükünü azaltacağı öngörülmektedir. Ayrıca Irak’ta istikrarın sağlanması her iki ülkenin de ortak çıkarları arasında bulunmaktadır. IŞİD’e karşı mücadele bağlamında sürdürülen mesafeli işbirliği muhtemelen her iki ülkenin Suriye’de de bir ortak noktaya gelmelerine etkide bulunacaktır.
Yaptırımların kaldırılması İran’a petrol üretimini artırma imkanı verecektir. Lakin petrol fiyatlarının sürekli düştüğü bir ortamda bunun İran ekonomisine kısa vadede fazla bir imkan sağlaması mümkün olmayacaktır. Başlangıç aşamasında petrolden ziyade önem taşıyan İran’ın uluslararası bankalarda dondurulmuş olan 100 milyar dolarlık varlığının serbest bırakılması. İran’ın yaptırım sonrası süreçte ekonominin idaresini nasıl götüreceği şimdiden bilinmese de pek çok uluslararası şirketlerin pastadan pay almak için İran’a temsilcilerini göndermeye başladıkları bir gerçek. Dolayısıyla İran ekonomisinde kısa süre içinde ciddi bir hareketliğin yaşanması söz konusu.
İşte İran’ın artan mali imkanları ve bunu özellikle askeri ve siyasi güce dönüştürmeye çalışıp çalışmayacağı yukarıda sözünü ettiğimiz Suudi Arabistan ve müttefiklerini, İsrail’i ve şahin Amerikalı Cumhuriyetçileri ve neo-konservatifleri ciddi şekilde rahatsız etmekte. Yeni şartlarda Ortadoğu bölgesinin güç dengesinde İran lehine değişimin ortaya çıkması kuvvetle muhtemel.
İran’ın içinde ise mevcut anlaşma halihazırda Cumhurbaşkanı Ruhani ve ekibinin elini güçlendirmiş durumda. Yeni kaynakların rasyonel kullanımının gerçekleşmesi ve İran’ın kısa sürede ciddi bir ekonomik büyüme gerçekleştirmesi durumunda muhafazakarların konumunun biraz daha sarsılması söz konusu olabilecektir.
ABD ile İran arasındaki gerilimin düşürülmesi açısından oldukça önemli bir gelişme olan nükleer anlaşma çerçevesinde yaptırımların kaldırılması iki ülke arasındaki bütün sorunların çözülmesi anlamına gelmemektedir. ABD, nükleer program dışındaki sorunlara ilişkin uyguladığı yaptırımlara devam edeceği gibi anlaşmalara aykırı olarak balistik roket denemelerinde bulunduğu için İran’a karşı yeni bir yaptırımı daha devreye sokmuştur. Ayrıca, bölgeye bakışının eskisinden farklı olacağının işaretlerini vermesine rağmen, ABD eski müttefiklerini de kaybetmek istemediğini ifade etmektedir. İran’la da anlaşmazlık içinde olduğu bütün konuları çözmüş değildir. ABD’den çoğu zaman talep ettiklerini elde edebilmiş olan İsrail’in bu defa nükleer anlaşmaya ve yaptırımların kaldırılmasına engel olamaması, ABD’nin yeni Ortadoğu tasavvurunda İsrail’den vazgeçtiği anlamına gelmemektedir. Ancak İsrail’le olan ilişkilerde de farklı bir tavır içinde olunacağının sinyalleri verilmiş olmaktadır.
Kaynak: Dünya Bülteni