Her şey 11 yıl önce Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Mısır’la, iki ülkenin Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgelerinin sınırlarını belirledikleri bir anlaşmayı imzalamalarıyla başladı. Türkiye’nin “kabul edilemez olarak nitelendirdiği 17 Şubat 2003 tarihli bu anlaşmadan dört yıl sonra, 17 Ocak 2007’de bu kez GKRY ile Lübnan arasında benzer içerikte bir anlaşma imzalandı. GKRY bu kapsamdaki son anlaşmasını da 17 Aralık 2010’da İsrail’le yaptı. Türkiye bu hamleleri de “uluslararası hukuka aykırı” girişimler olarak gördüğünü ilan etti.
Bu anlaşmalar zinciriyle söz konusu dört ülke, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip Türkiye’yi, Kıbrıs Adası’nın kuzeyinde egemen bir birim olarak varlık gösteren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ve Gazze dolayısıyla Akdeniz deniz alanlarında hukuki hakka sahip Filistin devletini tamamen göz ardı ederek çok büyük bir bölgeyi “paylaşmış” olduklarını iddia etmeye başladılar. Bu paylaşımın asıl sebebi bölgede yeni keşfedilen zengin hidrokarbon yataklarıydı.
Güncel verilere göre, bölgede 3,5 trilyo
Sadece bu rakamlar bile Doğu Akdeniz’in kısa süre içinde yeni bir Hazar Havzası haline gelebileceğini göstermektedir. Dahası Kıbrıs ile Girit adaları arasında da 15 trilyon metreküplük daha geniş yatakların olduğunu ileri süren bilimsel yayınlar mevcuttur. Bu rakam doğruysa, D. Akdeniz’deki toplam doğalgaz rezervinin, bu ürünün dünyadaki en büyük üreticisi olan Rusya’nın elindeki miktarın neredeyse yarısına denk düşeceği söylenebilir.
Türkiye olanı-biteni dışarıdan seyretmedi elbette. Hukuksuzluk itirazlarının ardından, Türkiye’nin, kendisinin ve KKTC’nin de bu büyük pastada payı olduğunu göstermeyi hedefleyen adımları geldi. Evvela emektar Piri Reis araştırma gemisi Akdeniz’e açıldı. Ardından Türkiye ile KKTC arasında 21 Eylül 2011’de kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Türkiye ve KKTC, münhasıran kendi egemenlik yetkileri altında olan kıta sahanlığı alanının koordinatlarını net bir şekilde tespit ederek, bölgedeki diğer ülkelere ve D. Akdeniz’de kendilerine tahsis edilen ruhsatlarla sondaj işlemine başlayan ya da başlamayı planlayan tüm şirketlere ilan etmiş oldular.
Bu hamleleri, artık miadını dolduran Piri Reis gemisinin yerine, son teknolojiyle donatılmış bir başka sismik araştırma gemisinin satın alınması izledi. Bu çerçevede Barbaros Hayreddin Paşa adı verilen yeni araştırma gemisi önce Karadeniz’de çalışmalar yürüttü. 20 Ekim’de de Doğu Akdeniz’e açıldı. Aynı anda, araştırma gemisinin çalışma yapacağı alanların ilan edildiği bir seyrüsefer ilanı (Navi-tex) yayınladı. Bu ilana göre, Barbaros gemisi 20 Aralık’a kadar bölgede görev yapacak ve aralarında GKRY’nin evvelce kendi münhasır ekonomik bölgesi içinde yer aldığını tek taraflı olarak ilan ettiği 2,3 ve 9 numaralı parsellerin de bulunduğu geniş bir alanda enerji yataklarını arayacak. Bu sefer boyunca araştırma gemisine donanmaya bağlı firkateynler eşlik edecek.
GKRY Türkiye’nin bu hamlesine iki şekilde tepki gösterdi. İlk olarak KKTC ile yürütülen çözüm müzakerelerinden çekildiklerini açıkladılar. Ardından da, Rusya ve İsrail’le tatbikatlar yapma konusunda anlaştılar. Bu çerçevede Barbaros’un araştırma yaptığı ve Türk firkateynlerinin seyrettiği sulara çok yakın bir bölgede Rusya’ya bağlı altı savaş gemisinin atışlı tatbikat yapmasıyla askerî hareketlilik had safhaya yükseldi.
Türkiye, Barbaros Hayreddin Paşa’yı sefere çıkararak, kendisini dışarıda bırakan oldu-bittilere razı olmayacağının güçlü bir işaretini verdi. Şimdi vakit kaybetmeden iki adım daha atılmalı. Önce diğer bölge ülkeleri gibi münhasır ekonomik bölge ilan edilmeli. Kıta sahanlığının, zaten münhasır ekonomik bölgeyi de kapsadığını düşünenler olabilir. Madem öyle, bu dört ülke neden bu kadar hukuksal yükün altına giriyor? Demek ki, aynı şey değil.
Haberin Devamı için tıklayınız>>>
Kaynak: Türkiye Gazetesi