Eylül 2021’de yayımladığı ve dünya edebiyatının güçlü örneklerini yansıtan 3 romanla karşıladı. İtalya’nın yaşayan en önemli şairlerinden Giuseppe Conte’un Âşık Dante – Yeryüzünde 700. Gece, ABD’li yazar Wallace Stegner’ın Pulitzer ödüllü romanı Doyma Ânı ve Latin Amerika’nın cesur sesi Karina Sainz Borgo’nun dokunaklı ilk romanı Ölüleri Defnetmek, Kafka Kitap logosuyla raflarda yerini aldı…
Âşık Dante – Yeryüzünde 700. Gece
Giuseppe Conte
İnsanoğlu… Görünen dünyanın hükümdarı! Şimdi kendisini çevreleyen havadan, görünmezden, son derece küçük olandan, hiçbir şey yapamayacağı tehlikelerden korunmak zorundadır. İçeriye kapatabilir kendisini, bunun gibi odalarda güvende kalabilir. Ve en nihayetinde hayaletimsi, sönük bir ışık yayan, boyut olarak birbirinden farklı, çok sayıda ekrandan oluşan bir labirentte yaşarken benden çok daha “hayalet” olabilir. Zira kendisini ekranları arasına hapseden biri artık güneşi ve rüzgârı, dalgaları ve yıldızları bilmez. Hakikatsiz, özsüz görüntüler arasında yaşar. Ona sahip olduğunu düşünmesine, ona iyi bakmasına ve onu elinden geldiğince giydirmesine rağmen artık bir bedene sahip değildir. Kafatası ayan beyan seçilse de artık kendisine ait bir beyni yoktur; duyguları ve anıları da. Oysa ben bütün bunlara sahibim, bir gölge olsam bile.
14 Eylül 1321 tarihinde, yüreğinde kavuşulmayan aşkın ıstırabıyla bu dünyadan göçen Dante’nin hâli Kutsal Efendi’yi bile incitir. Cennetin kapılarına dayandığında kendisine bir teklif sunulur: Bundan sonra her ölüm yıldönümünde bir gölge hâlinde de olsa, günbatımından şafağa dek yeryüzüne gönderilecektir. Fanilerin et, kan ve kemikten bedenine sahipken bulamadığı aşkla karşılaşmayı başarır, onu görüp duyan olmasa da makûs talihini bir şekilde alt edebilirse, yeryüzünde yeni bir şansı olacaktır.
Dante, tam altı yüz doksan dokuz gece, aynı tarihte, Floransa’da o çok sevdiği katedralin önünde bulur kendini ve etrafını saran kalabalıkta aşkın suretini seçmeye çalışır. Ne yazık ki günün ilk ışıkları hayal kırıklığıyla birlikte söker ufuktan ve öte âleme mutsuz bir geri dönüş başlar. Ta ki yedi yüzüncü geceye kadar…
İtalya’nın yaşayan en önemli şairlerinden biri olan Giuseppe Conte, Dante’nin 700. ölüm yıldönümünü onun yerine düşünüp konuştuğu bu muhteşem hayalet hikâyesiyle onurlandırıyor. Romanın sonuna geldiğindeyse yeni bir bölüm açıp Dante ve “kutsal şiiri”ne dair notlarını paylaşmaktan da geri durmuyor.
Yeryüzündeki yedi yüzüncü gecenin şerefine!
Doyma Ânı
Wallace Stegner
Emekli tarih profesörü Lyman Ward, yakalandığı bir kemik hastalığı yüzünden bir bacağını kaybedince babaannesiyle dedesinin eski evine çekilir. Orada, babaannesinin hayatı kadar kendi geçmişiyle de baş başa kalır ve yazmaya karar verir. Bir tarihçi için birinin geçmişine bakmak, herkesin geçmişine, o ülkenin de geçmişine bakmak demektir. Bir anda Batı’nın büyüleyici kanyonları, yaylaları, madenler etrafına kurulmuş kasabalarının ve aralarında hayranlıkla, merakla, arzuyla dolaştığımız insanların içinde buluruz kendimizi. Lyman’ın geçmişe çevirdiği bu bakıştan, geçmişin ve bugünün medeniyeti, doğası, aşkı, ahlakı, ekonomisi, eğitimi, evlilikleri, cinselliği de nasibini alır. Ward, hafızanın romantik oyunlarına gelmez, pembe tuzaklarına hiç düşmez. Pulitzer ödüllü Stegner’ın Lyman’ı geçmişe bakarken hafızaya, Proust’un kayıp zamanın izini süren Marcel’i kadar muhtaç değildir. Lyman Ward bir tarihçidir; geçmişi elindeki belgelerle kurar ve öyle hatırlar.
Wallace Stegner’in Pulitzer ödüllü romanı Doyma Ânı, coşkulu dili, zamanlar arası keskin dönüşlü modern kurgusu ve Batı’yı devasa bir gravür olarak zihnimize kazıyan kıpır kıpır doğa sahneleriyle, iğne oyası gibi işlenmiş olağandışı karakterlerinin peşinde bizi edebi zevkin zirvelerine taşırken Amerika tarihinin belirli ve çok canlı bir dönemine de tanıklık etmemizi sağlıyor.
“Siz ne düşünürseniz düşünün,” diyor Lyman Ward, “ben, geçmişte olduğum her şeyim.”
Ölüleri Defnetmek
Karina Sainz Borgo
“Ölüleri Defnetmek’in her sayfasında Borges’in sesi yankılanıyor… Muhteşem bir iç döküş!”
-The New York Times
Gerçeğin sallanan zemininde bocalamamak için uzun bir süre birbirimize baktık. Varlığımızı doğrulamak istercesine birbirimizin yüzüne dokunduk. Hayatta olduğumuzu ve nefes aldığımızı kanıtlamak ister gibi. Ölmek üzere olan o ülkede hâlâ hayattaydık ve birbirimize dokunabildiğimiz sürece yaşayacaktık. Korunmak için başımıza bir ağ örerken, aslında örümcek ağına hapsolmuş sinekler olduğumuzu bir an için unutacaktık.
Adelaida Falcón, Venezuela, Caracas’ta açık bir mezarın önünde duruyor. Doğduğundan beri tanıyıp sevdiği ve “ailem” diyebildiği tek kişiyi, annesini az önce gömdü. Matemi ağır; yaşarken ölü hissettiği ilk gün, geceye varmak üzere. Yine de o hazin yerden ayrılamıyor çünkü yağmacıların, biricik annesinin mezarını soyacağından korkuyor. Bu ülkede pencerelerden ölü yağıyor ve onlar bile huzur bulamıyor… Onlar bile!
Adelaida, daha iyi bir yaşam arayışındaki göçmenleri kabul eden müreffeh bir Venezuela’da istikrarlı bir çocukluk geçirmiş, bekâr annesiyle mütevazı bir dairede yaşamıştır. Ancak annesinin ölümüyle birlikte iyiden iyiye karanlığa gömülen ülkesinde hayatta kalmak, başlı başına büyük bir iştir artık… Sıra ona geldiğinde alacak ekmek kalmayacağını bile bile her gün başı sonu görünmeyen kuyruklara girer. Yönetimi protesto edenlere hava yerine solutulan biber gazının eve girmesini engellemek için de pencerelerini bantlamak zorundadır. Devrimci kılığına giren yağmacıların dairesini ele geçirdiği o son noktadaysa korkularından sıyrılıp bir dizi zorlu seçim yapmaya mecbur olduğunu anlayacaktır. Bu noktada geriye kalan tek önemli şey, kendine “Ne kadar ileri gidebilirsin?” sorusunun cevabını verebilmesidir.
Latin Amerika‘nın cesur sesi Karina Sainz Borgo‘nun dokunaklı, heyecan verici ilk romanı Ölüleri Defnetmek, bildiğimiz dünyanın ne kadar çabuk parçalanabileceğinin tüyler ürpertici bir hatırlatıcısı.