SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin kurulması fikri nasıl ortaya çıktı?
SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi bağımsız ve tarafsız bir düşünce kuruluşu olarak Türkiye enerji sektörünün karbonsuzlaşmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. Türkiye’nin düşük karbonlu enerji
SHURA adını Ortadoğu’nun mitolojik rüzgar tanrısı Shu ve güneş tanrısı Ra’dan alıyor. Biliyorsunuz, şura aynı zamanda konuşmak, müzakere etmek ve ortak akıl üretmek için toplanmak anlamına gelmekte. Bu ismin bizim hedeflerimizi ve yöntemlerimizi iyi bir şekilde yansıttığını düşünüyoruz.
Enerji sektörünün farklı oyuncularını bir araya getirme hedefi ile yola çıkan SHURA ekibinde kimler yer alıyor?
SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin çalışmaları, kurucuların temsil edildiği Yönetim Kurulu’na bağlı
Merkezin adında yer alan “Enerji Dönüşümü” ifadesi, nasıl bir dönüşümü ve bu dönüşümün bir parçası olarak neleri vurguluyor?
Enerji, modern kişisel yaşamın üretim ve iletişim süreçlerinin en önemli aktörlerinden biri. Enerjinin tüketimi küresel düzeyde hızla artmaya devam ederken üç ana ihtiyaç baş gösteriyor:
– Tüketicilerin gereksinim duyduğu miktarda enerjiye kesintisiz ulaşabilmeleri için arz güvenliğinin sağlanması.
– Tüketicilerin kullandığı enerjinin bedelini ödeyebilmesi, aynı zamanda ülkelerin ve şirketlerin küresel rekabetinin sağlanabilmesi için enerjiye ekonomik erişimin sağlanması.
– Enerji temini süreçlerinin gerek yerel gerek küresel düzeyde insanlığın hayatını ve geleceğini tehdit eden olumsuz etkilerini en aza indirecek sürdürülebilirlik şartlarının yerine getirilmesi.
– Birbiriyle ilişkili bu ihtiyaçların üçüne birden çözüm getirebilmek ancak gelişen ve rekabet üstünlüğü artan yeni teknolojilerin desteğiyle mümkün. Bu bağlamda;
– Enerji üretiminde yenilenebilir kaynakları tercih etmek,
– Enerjinin üretim ve tüketim süreçlerinde verimlilik potansiyellerini sonuna kadar kullanmak,
– Modern ve temiz enerji teknolojilerine yönelmek, enerji dönüşümünün mihenk taşları olarak tanımlanabilir.
Öte yandan, 20. yüzyıl boyunca fosil ve hidrolik kaynaklara dayalı, enerjinin büyük ve merkezi üretim tesislerinden nihai tüketicilere tek yönlü aktarılmasını öngören -esnekliği bulunmayan- elektrik sistemi yapısının, artan nüfus ve daha da hızlı artan enerji talebinin de yüküyle, enerji sektörünün günümüzde karşılaştığı zorluklara çözüm bulmakta gittikçe daha yetersiz kaldığı görülüyor.
Gelişen enerji ve iletişim teknolojileri “dağıtık, dijital, düşük karbonlu ve demokratik” bir enerji yapısına geçişi gerektiriyor.
Buna karşılık, gelişen ve hızla rekabet edebilen maliyetlere ulaşan enerji ve iletişim teknolojileri ve yeni iş modelleri geliştiren piyasalar;
– Yerel kaynaklara ve yerinde çözümlere dayanan dağıtık,
– Kaynakların en verimli kullanımını, sistemlerin birbirine bağlılığını ve esnekliği sağlayan dijital,
– Yenilenebilir kaynakların artan kullanımı ve gerek üretim gerekse tüketim alanlarında artan verimlilik ile düşük karbonlu,
– Kendi üretimleri ve tercih imkanları ile tüketicilerin daha fazla söz sahibi olduğu demokratik bir enerji sistemi yapısına geçişi mümkün ve mecbur kılıyor.
SHURA olarak enerji dönüşümünü biz bu şekilde tanımlıyoruz.
“Son yıllarda dünya genelinde elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin kurulu gücünde büyük bir artış gerçekleşti ve 2017 yılında Türkiye’de rekor büyüme kaydedildi.”
Yayınladığınız ilk rapor, Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam üretimdeki payının %50’den fazla olabileceğini ortaya koydu. Raporun hazırlık süreci ve dikkat çeken benzer bulguları hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bu raporun konusunu seçerken Türkiye’de yaşanan enerji dönüşümünün önünde olası bir engel olarak görülen ve hakkında en çok konuşulan konulardan birini seçtik. Önümüzdeki yıllarda, Türkiye enerji sisteminde başta rüzgâr ve güneş olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının hızla artacağı öngörülüyor. Son yıllarda dünya genelinde elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin kurulu gücünde büyük bir artış gerçekleşti ve 2017 yılında Türkiye’de rekor büyüme kaydedildi.
Yenilenebilir elektrik üretim teknolojilerinin kapasite artışında önemli bir hızlanma yaşanması beklenen bu dönemde, rüzgâr ve güneş enerjisinin artan paylarının Türkiye’nin elektrik sistemini nasıl etkileyeceğinin daha iyi anlaşılması gerekiyor. Zira güneş ve rüzgârı diğer kaynaklardan farklı kılan özellik, üretimlerinin o andaki rüzgâr hızı veya güneş ışının kalitesine bağlı olarak değişmesi. Yani önceden kısmen de olsa bunlar tahmin edilebilirken, gün içindeki hava koşullarına bağlı olarak elektrik üretimi anlık olarak değişebiliyor ve bu elektrik sisteminin güvenlik ve güvenilirliği açısından tehlike oluşturabiliyor.
Bu sebeplerden dolayı, bu çalışmada seçtiğimiz konu daha fazla güneş ve rüzgârın elektrik sistemine nasıl entegre edilebileceği hakkındaydı. Bunu anlamak için de TEİAŞ’ın 10 yıllık şebeke kalkınma planı ile tutarlı, tedarik, arz, yük akışı ve tesis başına saatlik çözünürlükte bir elektrik sistemi modeli geliştirdik. Bu modeli geliştirme, veri toplama ve varsayımlarının belirlenmesi süreçlerinde EPDK, YEGM, TEİAŞ ve bazı özel sektör paydaşlarıyla sürekli istişare içerisinde olduk. Zira bir buçuk senelik analiz süresinde 10’a yakın paydaş danışma toplantısı gerçekleştirdik. Bu sayede Türkiye elektrik sisteminde baş rolleri oynayan tüm paydaşlar, çalışmanın farklı detayları hakkında hem bilgi hem de söz sahibi oldular.
Modelin Baz Senaryosu’nu TEİAŞ’ın 2016-2026 yılları arasındaki planlamasıyla tutarlı ve 2026’da 20 GW güneş ve rüzgâr kurulu gücünü öngören senaryo oluşturmakta. Bunun üzerine sırasıyla 2026’da 40 GW ve 60 GW kurulu gücü öngören, İki Kat ve Üç Kat senaryolarını geliştirdik. Geçen haftalarda haberi çıkan 60 GW senaryosuna göre, rüzgâr ve güneş Türkiye’nin toplam elektrik tüketiminin %30’unu karşılayabilecek potansiyele sahip. Buna hidroelektrik, jeotermal ve biyogazdan gelen üretimde eklenirse, yenilenebilir enerjinin toplam tüketimdeki payı yüzde 50 seviyelerine geliyor. Fakat bu seviyeye erişmek için, teknoloji, planlama ve enerji politikaları anlamında hazırlıkların bugün başlaması gerekiyor. Çünkü 60 GW rüzgâr ve güneşi sisteme entegre etmek için batarya depolama, pompajlı hidroelektrik, talep taraflı katılım ve termik santrallerin modernizasyonu gibi esneklik sağlayan teknolojiler ve kapasitenin coğrafi olarak yerleştirilmesinde sistem odaklı yaklaşım gerekiyor.
Son söylediğimden kastım rüzgâr ve güneş santrallerinin, şebekenin güçlü olduğu ve talebin fazla olduğu alanlara kaydırılarak hem ilave şebeke yatırım maliyetlerini azaltmak hem de sistemim güvenliği ve güvenilirliğini sağlamak. Bununla ilgili daha detaylı sonuçları içeren raporumuz bu ay içerisinde çıkacak.
Türkiye’de yenilenebilir enerji alanında sektöre giriş yapan yeni şirket sayısı hakkında bilgi verebilir misiniz? Özellikle, bu alanda yatırım yapan şirketlerin büyüklüklerini sektörün geneli ile kıyasladığımızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?
Gerek küresel gelişmelerin ışığında gerek Türkiye’nin kendi özel şartlarında enerji üretimi alanında yenilenebilir kaynakların önemi yerli ve yabancı yatırımcılar tarafından anlaşılmış durumda. Son yıllarda giderek artan ve 2017 yılında rekor kıran yenilenebilir enerji yatırımları bunun önemli bir göstergesi. Bir yandan büyük portföylere sahip yatırımcılar giderek artan oranda yenilenebilir enerjiye yönelirken, öte yandan uzmanlaşmış görece daha küçük yatırımcılar ve piyasaya yeni giren küçük oyuncular bu ivmeyi sürdürüyorlar. Piyasa mekanizmalarına uygun olarak sağlanacak desteklerin bu alandaki gerek büyük ölçekli gerek türetici (aynı zamanda hem tüketici hem de üretici) boyutundaki yatırımların sürmesini sağlayacağına inanıyoruz.
Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü-YEGM’in kapatılarak yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği alanındaki konuların Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün görevleri arasına eklenmesi kararını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu alana yatırım yapacak yerli-yabancı yeni şirketler ve bağımsız girişimciler için yeni yapı, nasıl bir tablo sunuyor?
Biliyorsunuz, bu sene Mart ayında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından açıklanan Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı halen geçerliliğini koruyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Fatih Dönmez de ilk röportajında bir önceki dönem belirlenen strateji ve politikalara devam mesajı verdi. Aynı şekilde, Türkiye’nin yenilenebilir enerji ile ilgili koymuş olduğu hedefleri ve bu sene sonuna doğru beklenen bir offshore rüzgâr ihalesi var. Bütün bunlar yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği konularının önceliğini koruduğunun önemli göstergeleri. Bu bağlamda, bu konuların tüm enerji işlerini kapsayacak şekilde yönetilmesi yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğinin daha da geniş bir alanda önceliklendirilmesini sağlayabilecektir.
Son günlerde döviz kurlarında yaşanan ve tüm ülke ekonomisini etkileyen hareketlilik, yenilenebilir enerji sektöründeki şirketleri ve bu şirketlerin geleceğini nasıl etkiliyor?
Genel olarak enerji sektörü oyuncularının sıkıntıları, son haftalardaki ekonomik gelişmelerden bağımsız olarak, bilinen ve çözüm aranan bir olgu. Bu gelişmelerin yenilenebilir enerji yatırımlarını da etkilemesi son derece doğal olacaktır. Ancak, yenilenebilirlerin giderek artan rekabetçiliği, kaynakların ithalata bağımlı olmaması, iklim değişikliği ile mücadeleyi destekleyen uluslararası kaynakların varlığı gibi etkenler yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği yatırımlarının diğer enerji yatırımlarına oranla daha az etkilenmesini sağlayabilecektir.
Gelecekte yenilenebilir enerji alanında nasıl yatırım fırsatları olacak? Hangi alanlarda yeni iş alanları ortaya çıkacak?
Yenilenebilir enerji teknolojilerinin son yıllarda hızla düşen maliyetleri 2020 yılına kadar birçok teknolojinin dünyanın hemen hemen her yerinde konvansiyonel fosil bazlı yakıtlarla rekabet edebilecek düzeye geleceğini gösteriyor. Buna paralel olarak da enerji sisteminde çok hızlı bir dönüşüme tanık oluyoruz. Bu dönüşümün itici güçleri dijitalleşme, dağıtık üretim, sistemin daha esnek olması için geliştirilen strateji ve teknolojiler ve son olarak ısıtma, soğutma ve ulaştırma sektörlerinin elektrifikasyonu ile hem verimlilik hem de yenilenebilir enerji paylarının artırılması. Bu da şunu gösteriyor: Bu itici güçlerin olduğu her alanda yeni iş ve yatırım fırsatları doğacak, çünkü bu itici güçlerin gerçekleşmesi için yeni teknolojiler gerekecek ve bu teknolojilerin uygulanması için yenilikçi iş yapma ve finansman modelleri gerekecek.
İklim değişikliği ve sürdürülebilirlik, günümüzün olmazsa olmaz kavramları haline geldi. Konuya “greenwashing” politikalarının ötesinde bakmaya çalışırsak, enerji firmalarının nasıl bir sorumluluğu var? Özellikle, enerji kaynaklı çevre sorunlarının çözümüne ilişkin olarak kamu, özel sektör ve sivil topluma ne gibi görevler düşüyor?
Aslında enerji sektörünün tam bir dönüşüm geçirmesi için bahsettiğiniz paydaş gruplarının her birinin üzerine düşen çok önemli görevleri var. Kamu sektörü strateji, politika ve kanunları yapan ve uygulayan baş aktör. Bugüne kadar yapılmış ve uygulamada olan yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği ile ilgili önemli politikalar var. Bu politikaların en verimli ve en etkin şekilde uygulanmasında, politika ve hedeflerin içerik ve seviyelerinin sürekli güncellenip yükseltilmesinde, kamu sektörünün yine çok önemli bir rolü olacak. Özel sektörün ise enerji sektörünün tüm değer zincirinde, üretici, dağıtıcı, kullanıcı ve teknoloji üretici/geliştirici olarak farklı rolleri olduğunu görüyoruz. Aslında bu konu hakkında bu sene içerisinde bitirmeyi planladığımız bir çalışma var. Bu çalışma sonuçlarından çıkardığımız, özel sektörün enerji dönüşümü için geleneksel diye tanımlayabileceğimiz rollerinin yenilikçi bir bakış açısıyla bu dönüşümü destekleyecek ve hızlandıracak yeni teknoloji, iş ve finans modellerini geliştirip uygulayacak hale dönüşmesi. Bu dönüşümün sorumluluğunu sırtlayacak ama aynı zamanda bu dönüşümden kendine yeni iş fırsatları ve istihdam adına en çok fayda çıkaracak olan da yine özel sektör. Sivil toplum kuruluşlarına baktığımızda ise işin çok farklı bir yanını görüyoruz, çünkü aslında sivil toplum, STK’lar, sendikalar, iş ve sanayi kuruluşları veya sosyal hareket gibi farklı formlar alarak karşımıza çıkabiliyor. Sivil toplumun her formunun kamu ve özel sektör üzerinde enerji dönüşümünün hızlandırılması için yaratabileceği etki açısından bir rolü var. Bu anlamdan sivil toplum da kendi yaptığı çalışmalardan çıkan sonuçlar, farklı angajman yolları, yenilikçi girişimler, işbirlikleri ve değişik formlar alabilecek sosyal hareketlerle gerçekçi, erişilebilir ama her zaman daha ileri ve hedefleri yükseltmeyi amaçlayan bir bakış açısıyla kamu ve özel sektöre yön vermede anahtar rol üstlenecek.
“Yenilenebilir enerji teknolojilerinin son yıllarda hızla düşen maliyetleri 2020 yılına kadar birçok teknolojinin dünyanın hemen her yerinde konvansiyonel fosil bazlı yakıtlarla rekabet edebilecek düzeye geleceğini gösteriyor.”
Türkiye üniversitelerinde yenilenebilir enerji konusuna yeterince önem verildiğini düşünüyor musunuz? Bu kapsamda, SHURA’nın akademiye sunduğu fırsatlar olacak mı?
Enerji sistemi, bunun mühendisliği, ilgili politikaları, yönetim biçimi vb. konularda Türkiye’deki üniversitelerde son yıllarda birçok lisans ve lisansüstü seviyede eğitim vermek üzere bölüm açıldı. Aynı şekilde ilgili konularda farklı arka plandan gelen ve/ya tecrübeye sahip öğrencilere sunulan dersler var. Bunların hepsi bu sektörde kalifiye istihdam sağlamak için atılmış önemli adımlar. Ayrıca bu bölümlere olan ilgide çok, yani sektörün ne kadar gelecek vaat ettiğini gösteriyor.
Enerji sektörünü diğerlerinden ayıran bir özellik çok farklı meslek dallarını bir araya getirebilmesi. Bu sebeple, Türkiye’deki gibi sürekli büyüyen bir enerji sektörünü besleyecek kalifiye eleman yetiştiren eğitim kuruluşları bu işin belkemiğini oluşturmakta.
SHURA olarak biz de eğitim sektörünün bir parçası olmak için çalışmalar başlattık. Zaten kurucu üyelerimizden biri Sabancı Üniversitesi ve bir süredir devam eden faal bir lisansüstü enerji programı mevcut. SHURA’da yaptığımız, SHURA’nın çalışmalarını da sunduğum ve dünyadan farklı enerji dönüşümü örneklerini tartıştığımız bir dersi bu yaz döneminden beri Sabancı Üniversitesi’nde veriyorum. 2018/2019 eğitim yılında da buna devam edeceğim. Umarım daha farklı ortamlarda da enerji dönüşümünün eğitim ayağına destek verme fırsatı buluruz.
Sizce dünyanın geleceği için en çok “neye” ya da “nelere” ihtiyaç var?
Enerji sektörü ekonominin ve kalkınmanın, enerji dönüşümü ise dünyanın şu anda karşı karşıya olduğu iklim değişikliğiyle mücadelenin merkezinde bulunmakta. Bu çok önemli faydalar göz önünde bulundurulduğunda, günümüzde tanık olduğumuz enerji dönüşümünün daha sürdürülebilir ve çevreci, daha güvenli ve daha az maliyetli bir yöne doğru gitmesi için gerekli olan teknoloji, politika ve yenilikçiliğin hükümetler, daha da küreselleşen özel sektör paydaşları ve artık hepimizin dünya vatandaşı olarak bir parçası olduğumuz toplumlar tarafından daha fazla çaba sarf edilerek hızlandırılmasına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Kaynak: Solar.ist