Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’ne göre Türkiye’de yenilenebilir kaynakların, elektrik enerjisi üretimi içindeki payının 2023 yılında en az yüzde 30’lar düzeyine çıkması planlanıyor.
Çevreye duyarlı sanayi üretiminin önem kazandığı günümüzde, yenilenebilir enerji kaynakları önemini her geçen gün arttırıyor. Yenilebilir enerji konusuna büyük önem veren Avrupa Birliği (AB) Komisyonu da özellikle, rüzgar olmak üzere güneş, biyokütle ve hidrolik enerji gibi kaynakların kullanımının geliştirilmesini, ulusal politikalarının merkezine yerleştirdiği görülüyor. AB yüzde 6 seviyelerinde olan yenilenebilir enerji kaynaklı enerji tüketimini, 2012 yılı itibariyle iki katına çıkarmayı hedefliyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın projeksiyonuna göre 2001-2030 yılları arasındaki dönemde yenilenebilir enerji kaynaklarına 10 trilyon dolarlık yatırım gerçekleşmesi tahmin ediliyor. OECD ülkeleri arasında yenilenebilir kaynakların enerji üretimindeki payının ise yüzde 25’e ulaşması hedeflenmekte.
Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’ne göre Türkiye’de yenilenebilir kaynakların, elektrik enerjisi üretimi içindeki payının 2023 yılında en az yüzde 30’lar düzeyine çıkması planlanıyor. Bu kaynakların devreye girmesi ile başta ithal kaynaklar olmak üzere fosil yakıtların payının azaltılması üzerinde dikkatle duruluyor. Yenilenebilir kaynaklar için belirlenen hedeflere kaynak bazında bakarsak, hidroelektrik alanında değerlendirilebilecek tüm kaynakların 2023 yılına kadar tamamının elektrik üretiminde kullanılması amaçlanıyor. Rüzgar enerjisinin de 20 bin MW’ye çıkarılması stratejisi belirlenirken, 600 MW’lık jeotermal potansiyelinin tümünün işletmeye girmesi hedefleniyor. Güneş enerjisine bakıldığında ise teknolojik gelişmeler doğrultusunda üretimin yaygınlaştırılması hedefleniyor.
Bugün dünyada kullanılan elektrik enerjisinin yüzde 80’i yenilenemeyen kaynaklardan (kömür, doğalgaz, petrol ve uranyum) üretilmekte. Geri kalan bölüm ise yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmakta. Yenilenebilir enerji kaynakları arasında hidrolik enerji yüzde 19’luk paya sahipken, güneş, rüzgar, biyokütle ve jeotermal kaynaklardan elde edilen enerjinin toplam payı ise yüzde 1 düzeyinde bulunuyor. Günümüzde tüm yenilenebilir ve alternatif enerji kaynakları, enerji talebinin yüzde 2.5`lik bölümünü karşılamakta. Uluslararası Enerji Ajansı, 2015 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam talebin yüzde 3.3’ünü karşılamasını öngörmekte. Öte yandan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili yapılanmasını sürdürüyor. Gerek kömür teknolojileriyle, gerek nükleer yatırımlarla alakalı, gerekse hidroelektrik santraller, rüzgar ve güneş gibi yatırımların birçok teknoloji uygulamalarını yakından takip eden Bakanlık, konuyla ilgili çalışmalarına hız verdiği görülüyor.
Dünyadaki talep artışının kaynaklarına göre dağılımına bakıldığında Türkiye`deki enerji yapılanması açısından da dikkati çeken rakamlar var.
Bakanlık, önümüzdeki dönemde kullanımda doğalgazın yüzde 50, kömürün yüzde 30, nükleer enerjinin yüzde 61, hidroelektrik kaynakların yüzde 47, yenilenebilir enerji kaynaklarının ise yüzde 550 kat civarında artacağını öngörüyor. Bu konuda Bakanlık, “Türkiye yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili yapılanmasını sürdürecek. Gerek kömür teknolojileriyle, gerek nükleer yatırımlarla alakalı, gerekse hidroelektrik santraller, rüzgâr güneş gibi yatırımların birçok teknoloji uygulamalarını göreceğiz. Sivil toplum örgütlerine aynı zamanda kamu kurum ve kuruluşlarının yanında düşen önemli bir görev var. Bir kısım iyi niyetli vatandaşların yanında spekülatif şekilde yerli kaynaklarımıza müdahale edenlere karşı sivil toplum örgütleri gücünü kullanmak durumundadırlar” tespitleriyle yenilebilir enerjiye verdiği önemi ortaya koyuyor.
DEVLETTEN RÜZGARA 5.5 EURO/CENT’LİK ALIM GARANTİSİ
Ülkemizde rüzgar enerjisiyle ilgili çalışmaların başlangıç tarihi 1980`li yılların ortalarında başladı. 1995 yılından başlayarak bazı küçük uygulamalar Yap-İşlet-Devret modeliyle gerçekleştirildi. Türkiye`de ilk rüzgar santrali Demirer Holding`in Çeşme’de kurduğu santrali. Rüzgar enerjisine verilen resmi önemin kanıtı olarak ilk ciddi girişim ise ancak 2005`de Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu`yla ortaya konuldu. Bu kanunun sonrasında Bandırma, Çeşme Yarımadası, Hatay, Manisa, Çanakkale`de gerçekleştirilen 150 MW gücündeki santraller kanunun ilk meyveleri olarak karşımıza çıkıyor. 2007 yılında gerçekleştirilmiş olan Türkiye Rüzgâr Enerjisi Potansiyel Atlası (REPA) ile ülkemizde yıllık rüzgâr hızı 8,5 m/s ve üzerinde olan bölgelerde en az 5.000 MW, 7,0 m/s`nin üzerindeki bölgelerde ise en az 48.000 MW büyüklüğünde rüzgâr enerjisi potansiyeli bulunuyor.
Türkiye rüzgâr potansiyeli yüksek ülkeler arasında sayılıyor. Örneğin, Avrupa parlamentosunun belirlediği rüzgâr endeksinde Danimarka 100, İngiltere 2800 ve Türkiye 2000 birim üzerinden ölçeklendirilmiştir. 2004 yılı itibariyle sadece 18 MW düzeyinde olan rüzgâr enerjisi kurulu gücünün artırılmasında aşama kaydedilmiştir. 2009 yılı sonu itibariyle rüzgâr kurulu gücümüz 802,8 MW düzeyine ulaşmıştır. Yenilenebilir Enerji Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra 3.363 MW kurulu gücünde 93 adet yeni rüzgar projesine lisans verilmiştir. Bu projelerden yaklaşık 1.100 MW kurulu gücünde santrallerin yapımı devam etmektedir. Devletin belirli bir fiyattan alım garantisinin 5.5 Euro/cent’e düşürülmesi zaten düşük seviyede olan rüzgâr enerjisi yatırımlarını azaltıyor.
ÇEVRE DOSTU HİDROELEKTRİK ENERJİSİ
Çeşitli enerji kaynakları içerisinde hidroelektrik enerji santralleri çevre dostu olmaları ve düşük potansiyel risk taşımaları sebebiyle tercih ediliyor. Hidroelektrik santraller; çevreye uyumlu, temiz, yenilenebilir, yüksek verimli, yakıt gideri olmayan, enerji fiyatlarında sigorta rolü üstlenen, uzun ömürlü, işletme gideri çok düşük dışa bağımlı olmayan yerli bir kaynak olarak tanımlanıyor.
Türkiye`de teknik olarak değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyeli 140 GWh/yıl olarak hesaplanıyor. 2009 yılı sonu itibariyle işletmede bulunan 150 adet HES (hidroelektrik santrali) 14.417 MW`lık kurulu güce ve toplam potansiyelin yaklaşık %38`ine karşılık geliyor. 2009 yılında elektrik üretimimizin %18,5`i hidroelektrik santrallerden gerçekleştirilirken, son yıllarda yaşanan kuraklıklar hidroelektrik santrallerinin verimini düşürmekte. Ancak hidroelektrik üretimi 2009 yılında 2008 yılına göre %7,8 oranında artarak 35.870 MW olarak gerçekleştiği görülüyor. Hidroelektriğin Türkiye’deki gelişimi incelendiğinde 1989’larda toplam ihtiyacın yüzde 60’ı hidroelektrikten sağlanırken, bu oran 2008 yılında yüzde 17.5’e düştü. Teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek tüm hidroelektrik potansiyelin 2023 yılına kadar elektrik enerjisi üretiminde kullanılması hedefleniyor.
BİYOYAKIT GELECEK VADEDİYOR
Dr. Rudolph Diesel’in sebze yağlarını yakıt olarak kendi makinasında test etmesi ile başlayan biyodizel fikri, bugün biyoyakıtların başlangıcı olarak kabul edilir. Biyoyakıt, içeriklerinin hacim olarak en az yüzde 80`i son 10 yıl içerisinde toplanmış canlı organizmalardan elde edilmiş her türlü yakıt olarak tanımlanır. Biyodizel, biyoetanol, biyogaz ve biyokütle olarak çeşitlendirilebilir. 3 milyon tonu benzin tüketimi olmak üzere toplam 22 milyon ton akaryakıt tüketimi olan ülkemizde, 160 bin ton biyoetanol kurulu kapasitesi bulunmakta. Türkiye`nin hayvansal atık potansiyeline karşılık gelen üretilebilecek biyogaz miktarının 1,5-2 MTEP (milyon ton eşdeğer petrol) olduğu tahmin ediliyor. Atık potansiyelimiz yaklaşık 8.6 MTEP olup bunun 6 milyon TEP`i ısınma amaçlı kullanılmakta. 2008 yılında biyokütle kaynaklarından elde edilen toplam enerji miktarı 66 bin TEP. Yenilenebilir kaynaklardan üretilen çevreci yakıtlar incelendiğinde bitkisel kaynaklı yağların biyodizel üretilmesinde büyük pay sahibi olduğu görülüyor. Ülkemizde çok soğuk bölgelerimizin dışında dizelin kullanıldığı her alanda kullanılabilecek bir yakıt olan biyodizel, ulaştırma sektöründe dizel yakıtı yerine kullanıldığı gibi, konut ve sanayi sektörlerinde de fuel oil yerine kullanılabiliyor.
Kaynak: HaberOrtak