Kategori : ENERJİ GÜNDEMİ - Tarih : 01 Mart 2013
Konya Karapınar’ın neyi meşhurdur biliyor musunuz? İsterseniz bir google’dan soruşturun. Ben oraya, çocukken ilk gittiğimde, bıçakla kesilecek yoğunluktaki yoğurdunu görmüştüm; son gittiğimde ise çölleşmeden kurtulması için verilen çabaları ve dört bir yanda pıtrak gibi biten obruklarını gördüm. Giderek artan, ne zaman ve nerede oluşacağı belli olmayan, çapları 40-50 metreyi bulabilen dev çöküntü bölgeleri olan obruklar. Büyük bir düzlük olan bölge toprağının karstik yapısı ve son 30 yıldır zirai amaçlı, plansız programsız yeraltı suyunun çekimi sonucunda sayıları, geçmişe göre büyük bir hızla artan obruklar…
Ama şimdiki haberler başka: Bölgede linyit kömürü yataklarının bulunduğu ve bir termik santralın planlandığı. 1,8 milyar tonluk bir rezervin 30 yıl boyunca kullanılacağı, 5 bin mw’lik bir termik santralden bahsediyor Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız. Yatırım bedeli olarak da 7-8 milyar dolardan bahsediliyor. İyi ama bundan sadece birkaç ay önce başka bir haber çıkmıştı gazetelerde: “Karapınar’da Enerji İhtisas Endüstri Bölgesi’nin kurulması ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı, 8 Eylül 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi”. Karar, Karapınar’ı güneş enerjisi yatırımları için öncelikli bölge ilan ediyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Konya’da düzenlediği bir mitingde, “Karapınar’ı, dünyanın güneş enerjisi üssü haline getireceklerinin” müjdesini veriyordu.
Aynı ilginç çelişkiler, dünyalar güzeli Amasra için de geçerli. Fatih Sultan Mehmet’in ilk gördüğünde heyecanlanarak “Çeşm-i Cihan” (Dünyanın Gözü) ismini verdiği Amasra’da da bir termik santral planı olduğu duyuruldu kamu idarecileri tarafından. Ama yine ilginç bir şekilde bu kararı veren kamu yöneticileri, 2007-2013 Turizm Eylem Planı’nda Amasra’yı “Eko-turizm Odaklı Gelişme Bölgesi” ilan etmişlerdi.
Asıl soru şu galiba: 21. yüzyılda bir yatırıma nasıl karar verilir? Bir yerde hızla akan bir suyun ya da linyit kömürü yataklarının bulunması, oraya bir hidroelektrik veya termik santral kurulması için yeterli veri midir? Tüm 20. yüzyıl tarihi, aslında suyu, çevreyi, insan sağlığını ve bir bütün olarak ekolojik dengeyi hesaba almaksızın yapılan yatırımların ve dolayısıyla sonra misli misli bedeli ödenen yatırımların tarihi değil mi? Mao Zedung’un, halkın hasadını didikliyorlar diye başlattığı büyük serçe avı-katliamıyla başlayın, nükleer denemeler (siz isterseniz yatırımlar olarak okuyun) için yokedilen tropikal cennetlerden devam edin, koskoca Meksika Körfezi’ni katrana bulayan Deepwater Horizon faciasında küçük bir soluklanmanın ardından, Kazakistan’ın sonsuz pamuk tarlalarına su taşımak için yokedilen Aral Gölü-Çölü’nün kıyısında oturup kalın. İnsanları kanserle yüzyüze bırakan, tehlikeli partikülleri bacalarından korkusuzca salan fabrikalar, toprağın kendini yenileme kapasitesini yokeden monokültür tarıma ve onun uzun yıllar boyunca en iyi arkadaşı olmuş DDT diye devam edin.
Eğer bütün bu katledilen doğanın, insan sağlığının bedeli hesaplanabilseydi, bu yatırımları planlayanlar, hiçbir insani duruşları olmasa bile, sadece iktisadi dürtüleri nedeniyle hiç kuşkusuz ki bir daha düşünürlerdi.
Peki, Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılı olan 2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmayı hedefleyen bir kamu aklı, sanki geçmiş yüzyıllarda yaşıyor gibi, hiç bu bilgi ve deneyimleri kaale almadan, sadece linyit bulduğu için alelacele bir yere termik santral kurmaya karar verebilir mi?
Bugün artık bir karar vermek durumundayız: Kalkınacağız ama hangi yolla ve hangi yöne doğru? Karapınar, dünyanın güneş enerjisi üssü mü olacak, bir termik santral çöplüğü mü? Amasra, zamanın ruhuna uygun bir şekilde ekoturizmle mi kalkınacak, yoksa atık linyit cüruflarını nereye koyacağını bilemeyen kirli ve eski bir enerji tekniğiyle mi? Düşük karbon ekonomisine geçecek miyiz, yoksa her linyit bulduğumuzda üzerine dikilen termik santral hayalleri mi göreceğiz? Bu noktada, Yusuf Akçura’nın ünlü makalesine gönderme yapmaktan başka çare yok gibi: İki Tarz-ı Siyaset. Ya biri, ya da öbürü… İkisinin birlikte şansı yok.
Not: Bu yazının yazıldığı gün, 91 sivil toplum girişiminin oluşturduğu Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, bir basın açıklamasıyla, getirdiği düzenlemelerle doğayı korumaktan çok kullanmayı amaçladığını iddia ettikleri Tabiatı Ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarı’nın TBMM gündeminden çekilmesi için change.org’da açtıkları kampanyayı duyurmaya çalışıyordu. İki Tarz-ı Siyaset, burada da karşımızda: 21. yüzyılda sivil toplumun sözünü dinlemeyen kamu aklının yoluna devam etmesi imkânsız. Toplumsal olarak çok çektiğimiz vesayetin çözümü, her şeyi bilen süper siyasetçiler değil, sivil toplumu, akademisyenleri ve STK’ları dinleyen Âkil Bir Yönetişim’den geçiyor…
Barış Doğru / EKOIQ Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Kaynak: EkoIQ