Kategori : ELEKTRİK ENERJİSİ, ENERJİ GÜNDEMİ, NÜKLEER ENERJİ - Tarih : 17 Temmuz 2020
Giderek kalabalıklaşan nüfus, azalan kaynaklar… Dünya artık hem bugünün, hem de geleceğin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için hedeflerini doğru bir şekilde belirlemeye çalışıyor. Dünya ülkelerinin 90’lı yıllardan bu yana üzerinde önemle durduğu “sürdürülebilir kalkınma” gelecek için tek çözüm olarak görünüyor.
Uzun zamandır bu konuda çalışmalar yapan Birleşmiş Milletler (BM), 2015 yılında oldukça somut bir adım atmış; sosyal, ekonomik ve çevresel boyutlarda çeşitli alan ve sektörlere uygun olan 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefini (SKH) başlatmıştı. Birleşmiş Milletler’in 193 üye ülkesinin de kabul ettiği bu hedefler, dünya ekonomilerinin çoğunun itici gücü haline geldi. Sadece hükümetler değil, işletmeler ve finans kuruluşları da bu hedeflere ulaşabilmek için sorumluluk aldı.
Ancak ülkeler için sürdürülebilir kalkınma hedeflerini tutturmak yeterince zorken, COVID-19 ile birlikte tablo daha da kötüleşti. Dünya bu küresel salgınla mücadele ederken, sürdürülebilir kalkınma planlarını uygulamak da ekonomik açıdan daha güç bir hale geldi. Bu aşamada hangi adımların atılacağına ilişkin çalışmalar yapılırken, sürdürülebilirlik bu dönemin en önemli vurgusu oldu.
Dünya Nükleer Birliği Başkanı ve Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu Rosatom’un Kurumsal Gelişim ve Uluslararası Ticaret 1’inci Genel Müdür Yardımcısı Kirill Komarov’a göre, sürdürülebilir kalkınmada hedeflerin tutturulabilmesi için nükleer enerjinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Komarov, “Nükleer enerjiye sürdürülebilirlik prizması ve BM‘nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile bakmanın zamanı geldi.” diyerek sürdürülebilir kalkınmada nükleer enerjinin önemine dikkat çekiyor.
ÇÖZÜMÜN ADRESİ: NÜKLEER ENERJİ
Avrupa Parlamentosu da dünya ülkelerinin ortak paydası “sürdürülebilirlik” için nükleer enerjiyi işaret eden kurumlardan biri… AP, BM iklim değişikliği konferansı COP25 öncesinde nükleer enerjinin sera gazı yaymadığı için orta ölçekli hedefleri karşılamada önemli bir rol oynayabileceğine dair karar almıştı.
Rosatom’un hazırladığı “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Nükleer Enerji” raporuna göre de, BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini en büyük oranda karşılayan tek enerji kaynağı nükleer… Bu nedenle de, fosil yakıt kullanmak zorunda olan geleneksel enerji santrallerinin aksine, tüm yaşam döngüsü boyunca çok az CO2 salan nükleer enerji santralleri, çözümün asıl adresi olarak öne çıkıyor.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELE – GÜVENLİK İKİLEMİ
Halen ağırlıklı olarak kullanılan fosil yakıtlar dünyayı ulaşılmak istenen hedeften uzaklaştırıyor. Rosatom’un raporunda bu konuya ilişkin yer alan veriler ise oldukça çarpıcı.
Buna göre küresel enerji karmasının % 81‘i hala 30 yıl öncesiyle aynı oranda dünyayı kirleten fosil yakıtlara dayanıyor. Enerji sektörünün hala toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık % 67‘sini oluşturan karbondioksit ve diğer sera gazı emisyonlarının ana unsurlarından biri olması da, iklim değişikliğini giderek kötüleştiriyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre, küresel iklim değişikliği nedeniyle sağlık sektörü her yıl 2 ila 4 milyar ABD doları dolayında doğrudan zarar görüyor. Bütün bunların ışığında ekonomik kalkınmayı artırmak için elektrik kaynaklarının güvenliğini sağlamakla iklim değişikliğiyle etkili bir şekilde mücadele etmek arasındaki ikilem, kilit konu haline geliyor.
Rapora göre fosil yakıtlar bu ikilemden çıkışı sağlamak için yeterli değil. Çünkü bu yakıtlar ekonomik büyüme için gerekli olan temel yükü sağlayabilse de, iklim değişikliği etkilerinin azaltılmasına neredeyse hiç katkıda bulunmuyorlar. Rüzgâr ve güneş gibi düşük karbonlu enerji kaynakları ise iklim değişikliğinin önünü kesmek için bir çözüm gibi görünüyor olsa da kesintili ve ağır endüstriler ile tıbbi kurumlar için gerekli olan güç kaynağının güvenliği için risk oluşturuyor. İşte tam da bu noktada, karbondioksit yaymayarak net sıfır karbon emisyonlu enerji karmasının elde edilmesine katkıda bulunan nükleer enerjiye önemli bir görev düşüyor.
YENİ DÖNEMDE KİLİT ROL ÜSTLENECEK
Rosatom’un denizaşırı portföyünü yöneten Rusatom Overseas’ın (RAOS JSC) Başkanı Evgeny Pakermanov da, sürdürülebilir kalkınmanın ve iklim değişikliğinin özellikle korona virüs dönemi sonrasında dünya için daha da önemli hale geleceği görüşünde. Pakermanov, “Rosatom olarak bizler her zaman dünyanın çevresel ve sosyal sorunlarına dikkat ediyoruz. Ekonomik büyüme ile sosyal refahı sağlayan ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltan teknolojiler geliştirmekten ve uygulamaktan gurur duyuyoruz. 10 yıllardır, nükleer santraller düşük karbonlu elektrik üretiyor, dünyadaki elektrik arzının yaklaşık % 10‘unu sağlıyor, enerji güvenliğini kolaylaştırıyor ve düzinelerce gigaton (Gt) karbondioksit emisyonunu önlemeye yardımcı oluyor.” dedi.
Nükleer santraller etrafında kurulan şehirler ve üretim kümelerinin, bölge sakinleri için iş ve altyapı da sağladığını hatırlatan Pakermanov, “Düşük karbonlu ve sürdürülebilir bir enerji üretimi kaynağı olan nükleer enerjinin sürdürülebilir geleceğimize önemli bir katkı yapmak ve dünyanın bu konuda daha hızlı bir şekilde ilerlemesine yardımcı olmak zorunda olduğuna eminiz.” ifadelerini kullandı.
NEDEN NÜKLEER ENERJİ?
Rosatom raporunda yer alan bilgiler, Pakermanov’un da işaret ettiği üzere, dünyanın sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşabilmek için nükleer enerjiye neden ihtiyaç duyduğunu net bir şekilde özetliyor. Buna göre nükleer enerji, çevresel ve sosyal olarak sürdürülebilir kalkınma hedeflerine büyük oranda katkı sağlıyor. Üstelik nükleer enerjinin ekonomik faydaları da göz ardı edilemeyecek kadar büyük…
NGS inşaat projeleri önemli miktarda sermaye yatırım gerektirse de, işletme maliyetleri üretim maliyetlerinden nispeten daha küçük bir pay oluşturuyor. Yakıt çalışma süresi diğer konveksiyonel enerji kaynaklarından çok daha uzun olan nükleer enerji, sık sık yakıt teslimatı gerektirmeyişiyle yakıt taşımacılığına çok fazla bağlı kalmıyor.
Raporda yer bulan bilgilere göre bir NGS ünitesi yaşam döngüsü boyunca 200.000 iş yılı yaratıyor. Nükleer santrallerin enerji üretimi için maliyet tahmini sağlayabilmesi de, ekonomik anlamda en büyük artılardan biri olarak gösteriliyor.
Nükleer enerji santrallerinin ülkelere ekonomik anlamdaki bir diğer katkısı da sağladığı istihdamla ortaya çıkıyor. Raporda derlenen bilgilere göre istihdam sadece santralde çalışanlarla sınırlı kalmayıp, santralin bulunduğu bölgede farklı iş kollarından pek çok kişinin istihdam edilebilmesine olanak sağlıyor. Buna göre NGS’de oluşturulan 1 iş, diğer alanlarda 10 farklı iş yaratılmasını sağlıyor.
Nükleer enerji tüm bunlarla, hem kısa vadeli, hem de uzun vadeli perspektiflerde kalkınmanın artırılmasında önemli bir rol oynayarak, ülkelerin ekonomik büyümesine yeşil ışık yakıyor.
Dünyada çalışan 449 nükleer güç reaktörünün bir yılda 2.1 Gigaton karbondioksit emisyonunu önlemesi büyük bir çevresel kazanım olarak öne çıkarken, bir nükleer güç santralinin yaklaşık 5 milyon insanın düşük karbonlu temel yük enerjisine erişimini sağlayabilmesi, sosyal açıdan nükleer enerjinin ne kadar önemli olduğunu açıkça gözler önüne seriyor.
Enerji üretimi için maliyet tahmin edilebilirliği ve kesintisiz enerji arzıyla birlikte, yaşam döngüsü boyunca minimum karbondioksit emisyonu yayması sayesinde iklim değişikliğine olumlu katkıda bulunması da nükleer enerjiyi dünyanın geleceği için en önemli seçenek haline getiriyor.
Nükleer enerji, karbondioksit emisyonu konusunda diğer temiz enerji kaynakları olan güneş ve rüzgarla hemen hemen aynı değerlere sahip… Nükleer santraller, madencilikten atık arıtmaya kadar tüm yakıt çevrimi sırasında sadece 12 g CO2 eşdeğeri / kWh dolaylı CO2 emisyon salımını yapıyor. Dahası, NGS’lerin doğrudan CO2 emisyonları veya biyojenik CO2 emisyonları da bulunmuyor.
Rüzgar enerjisi santrallerinin yaşam döngüsü boyunca dolaylı emisyonları ise, karada ortalama 11 g CO2 eşdeğeri / kWh ve açık denizde 12 g CO2 eşdeğeri / kWh… Güneş fotovoltaikleri ise, 48 g CO2 eşdeğeri / kWh dolaylı emisyon üretiyor.
Rapora göre tüm bunların yanında CO2 emisyon salımını nın aksine iklim koşullarına bağlı kalmadan enerjiye ulaşım, 60 yıldan fazla sürede istikrarlı enerji temini ile nükleer enerji, sürdürülebilir enerji sistemlerinin tüm kriterlerini karşılayan tek mevcut üretim türü olarak öne çıkıyor.
KESİNTİSİZ ELEKTRİK ERİŞİMİNİN ÖNEMİ
Dünyanın en önemli ihtiyacı olan, “enerjiye kesintisiz erişim” konusunda da nükleer enerji bir adım öne çıkıyor. 860 milyon insanın hala elektriğe erişiminin olmadığı ve elektrik kesintilerinin her yıl Afrika ülkelerine gayrı safi milli hasılalarının yaklaşık % 1 ile 4’üne mal olduğu da göz önüne alındığında, sürdürülebilir enerjinin ne kadar önemli olduğu daha da iyi anlaşılıyor.
Günlük yaşam ve uzun süreli kalkınma için şart olan kesintisiz elektrik, üretim yapan firmalar için de hayati önem taşıyor. Rakamlara göre firmaların % 30,4’ü de, elektrik erişiminin kesintisiz olmayışını iş geliştirmede büyük bir engel olarak görüyor.
Veriler, 2000 yılında sadece % 67 olan elektrik erişimi oranının 2016 yılında % 89‘a ulaşmış olduğunu gösteriyor. 2030 yılına kadar Asya ülkelerinde elektriğe evrensel erişimin sağlanması bekleniyor. Latin Amerika ve Orta Doğu ise, neredeyse % 100 elektrik erişimine ulaşmış durumda… Ancak tüm bu rakamlar dünyanın geleceğini garanti altına alabilmek için tam olarak yeterli değil. Çünkü Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre küresel güç tüketimi 2040 yılına kadar bugünkünün tam 2 katına çıkacak.
NÜKLEER ENERJİ OLMASA NE OLURDU?
Küresel enerji sektörüne nükleer kapasiteler eklemenin önemi, bugünün rakamlarına bakıldığında da açıkça görülüyor. Rapora göre, küresel ısınmayı 2 ila 1.5 derecenin altına sınırlamayı başarmak için 2030 yılına kadar emisyonların 2018’e göre sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 55 oranında daha düşük olması gerekiyor. 2010-2015 yılları arasındaki dönemde tüm enerji sektörüne ait toplam emisyona yakın 68 Gt karbondioksitin doğaya salınmasını önleyen nükleer enerji, bu hedeflere ulaşılmasında son derece kilit bir rol oynuyor.
‘Peki ya nükleer enerji olmasaydı’ sorusunun yanıtını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) verdi. Ajansa göre yılda 2,1 Gt karbondioksit emisyonunu önlemeye yardımcı olan nükleer enerji bu rakamla karbondioksit salımınının azalmasına neredeyse dünyadaki ormanlar kadar katkıda bulunuyor. Eğer, nükleer enerji hiç var olmasaydı, elektrik üretiminden kaynaklanan küresel karbondioksit emisyonları, son 50 yıldan % 20 daha yüksek olacaktı.