Kategori : ENERJİ GÜNDEMİ, NÜKLEER ENERJİ - Tarih : 20 Aralık 2012
Bağımsız düşünce kuruluşu Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’nin (EDAM), “Nükleer Enerjiye Geçişte Türkiye Modeli 2- başlıklı raporu açıklandı. Raporda Türkiye’nin 2016 yılından itibaren enerji arzında yetersizliğe düşeceği, oysa kişi başına enerji tüketiminde Avrupa standartlarına ulaşması için bugünküne göre 4 kat fazla enerjiye ihtiyaç duyulduğu belirtildi. Bu enerji açığının yenilenebilir enerji kaynaklarıyla karşılanmasının mümkün olmadığına dikkat çekilen raporda, 2016 sonrası hızla artacak enerji arzı açığının kapatılması için nükleer santrallerin çözümün bir parçası olarak görülebileceğini ortaya koydu. Nükleer enerji seçeneğinin iklim değişikliğine yol açan sera gazı salınımının azaltılması açısından önemli bir avantaj sağladığı da vurgulandı.
Nükleer enerjinin avantajlarına karşın emniyet ve güvenlik riskleri içeren bir teknoloji olduğuna dikkat çekilerek, Türkiye’nin bu riskleri en aza indirecek hukuki ve kurumsal yapılanmayı henüz oluşturamadığı hatırlatılırken, raporda gelecek nesilleri de yakından ilgilendiren nükleer enerjiye geçiş kararına temel olarak hükümetin henüz bütünlüklü bir nükleer enerji stratejisini hazırlayıp kamuoyu ile paylaşmadığı, bu nedenle de Türkiye’de nükleer enerjiye yönelik tartışmanın yetersiz kaldığı saptaması yapıldı.
“KÖMÜR VE GAZA GÖRE AVANTAJI VEYA DEZAVANTAJI YOK”
Türkiye’nin nükleer enerjiye geçiş sürecine dair yürütmüş olduğu bu çalışmada, nükleer enerjinin diğer enerji kaynakları ile karşılaştırmalı olarak fırsat maliyeti analiz yapılmak suretiyle bir ekonomik bilanço çıkarıldığını kaydeden EDAM Başkanı Sinan Ülgen raporda ulaşılan sonuçları şöyle değerlendirdi: “Bu raporun en çok tartıştığımız ve bize de ilginç gelen yönü birim enerji maliyetinin kaynaklara göre karşılaştırması oldu. Bu tablolara çıplak gözle baktığınızda nükleer enerjinin maliyet açısından aslında kömür ve gaza göre çok büyük bir avantaj ya da dezavantaj ortaya çıkarmadığı görülüyor. Örneğin, iyi faiz (yüzde 5) koşullarında Akkuyu nükleer güç santrali benzer kapasiteye sahip doğal gaz santrallerine göre 1 milyar dolar üretim avantajı ortaya çıkarırken, yüksek (yüzde 10) faiz koşullarında doğal gaz 250 milyon dolar civarında avantajlı hale geliyor. Bu hesaplamaları yaparken Uluslararası Enerji Ajansı’nın (UEA) varsayımlarını kullandık. Buna göre UEA’nın maliyet rakamlarının ortalama değeri sırasıyla yüzde 5 ve yüzde 10 faiz oranı varsayımı altında nükleer için 5.9 ve 9.9 cent/kWh, kombine çevrim gaz santrali için 8.6 ve 9.2 cent/kWh, kömür için 6.2 ve 9.0 cent/kWh olarak veriliyor.Nükleer enerjinin bir diğer avantajı da dışa bağımlılığın azaltılması ve ödemeler dengesi üstünde olacak.Türkiye’nin 2011 yılındaki 54 milyar dolarlık enerji ithalat faturası dış ticaret açığının yaklaşık yarısına tekabül ediyor. Nükleer enerji sayesinde elde edilecek kapasite bu dışa bağımlılığı azaltacak zira nükleer enerjide ithal yakıtın toplam maliyet içindeki payı yüzde 10’un da altında. Dolayısıyla nükleer santrallerde toplam elektrik üretimi içinde ithal yakıtın payı doğal gaz ve petrolden çok daha düşük.”
Raporda nükler enerji bölümünde, mevzuat eksikliğine dikkat çekilerek şu görüşler savunuldu:
“Türkiye’de nükleer enerjiye ilişkin yasal ve düzenleyici çerçevede mevzuat ve düzenlemeler açısından da önemli eksiklikler olduğu bilinmektedir. Nükleer atık sorunu nükleer enerjinin geliştirilmesinde en hassas konulardan biridir. Benzer biçimde Türkiye’de mali yükümlülükler ve sigorta konusunda da ciddi belirsizlikler vardır.Türkiye’deki halen düzenleyici otorite işlevini yürüten TAEK’in henüz bağımsız bir otorite olmadığı genel kabul görmektedir. TAEK’in nükleer enerjiyi geliştirme faaliyetleri içinde ve reaktör işletiyor olması bağımsızlığın önündeki engellerden sadece bir tanesidir. Bağımsızlığın sağlanması için en azından düzenleyici otoritenin karar alma sürecinin siyasi etkiden korunması, karar organlarında yer alanların olağan dışı durumlar dışında görevden alınamamaları, ve siyasi otoritenin,düzenleyici otoritenin bütçesi üzerindeki kontrolünün azalması gerekir. Bu gibi bağımsızlığa yönelik önlemlerin yanı sıra düzenleyici otoritenin çalışmalarının saydam ve kamuoyu tarafından izlenebilir olmasını sağlamak gerekmektedir. Düzenleyici otoritenin kuruluş kanununda saydamlık konusu ayrıntılı hükümler yer almalı ve kurumun düzenleme faaliyetlerini saydam bir biçimde yerine getirmesine yönelik önlemler alınmalıdır.”
Raporda ayrıca Türkiye’nin nükleer enerji stratejisi bulunmadığı ifade edilerek şöyle denildi: “Türkiye’nin henüz nükleer enerji ile ilgili bütünlüklü bir politikası oluşturulmamıştır. Gelecek nesilleri de yakından ilgilendiren nükleer enerjiye geçiş sürecinde, hükümet henüz Türkiye’nin nükleer stratejisini kapsamlı biçimde ela alan bir politika belgesini kamuoyu ile paylaşmamıştır.Her şeyden önce henüz siyasi otorite ülkenin nükleer santrale ihtiyacı olup olmadığı konusunda ciddi bir analiz içeren, alternatiflere göre nükleer enerjinin fayda ve maliyetlerini tartışan ciddi bir çalışma ortaya koymamıştır. Bizzat böyle bir çalışma yaratılması süreci kamuoyu görüşlerinin alındığı, bu görüşlere cevapların verildiği bir süreç şeklinde işlemelidir. Bundan sonra nükleer politikanın nasıl geliştirileceğini, gerekli yasal ve düzenleyici altyapının nasıl oluşturulacağını, güvenlik kültürünün nasıl yaratılacağını, nükleer yakıt, uranyum zenginleştirme, kullanılmış yakıt, devreden çıkarma gibi konularda nasıl adımlar atılacağını belirten bir politika dokümanına gereksinim vardır. Bu dokümanların katılımcı birbiçimde hazırlanması, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve görüşünün alınması, bu görüşlere yeterli cevapların verilmesi gerekmektedir”.
Kaynak: Enerji Enstitüsü