Kategori : ENERGY AGENDA NEWS, NUCLEAR ENERGY NEWS - Tarih : 03 September 2014
Türkiye için bir ulusal güvenlik sorunu haline gelen ve sürekli artmakta olan enerji bağımlılığına karşın geliştirilmekte olan nükleer enerji kapasitesi doğru ve yerinde bir karar. Peki, Türkiye`yi yöneten siyasi irade santralleri güvenli bir şekilde işletmek ve korumak için muktedir mi?
Yoğun siyasi gündemde yer bulamamasına rağmen geçtiğimiz hafta yaşanan en önemli olaylarından biri PKK’nın Şırnak’ın Silopi ilçesindeki özel bir şirkete ait yapımı süren bir termik santrale roketatarla saldırması ve santralde çalışan üç Çinli mühendisi kaçırması oldu. Bu olay PKK’nın terör eylemlerine “çözüm sürecine” rağmen devam ettiğini, enerji üretim tesislerini hedef aldığını ve adam kaçırma eylemlerine ağırlık verebileceğini gösterdi.
Bu son olayla birlikte, Soma`’a iş güvenliği zaafları ve hükümetin bu eksikliklere göz yumması nedeniyle yaşanan, 301 vatandaşımızın kaybıyla sonuçlanan maden felaketi, Türkiye’nin gelecek yıllarda aktif olacak nükleer reaktörlerin işletme güvenliği açısından hayati soruları akıllara getiriyor.
16 Mayıs 2008 tarihinde Radikal Gazetesinde yayınlanan “Nükleer Enerji: Fırsat mı, Tehdit mi?” adlı makalemde çetrefilli karakteri yüzünden nükleer enerji meselesinin, artıları ve eksileriyle Türkiye gündeminde tartışılması ve uzlaşılarak bir karar verilmesi gerektiğini belirtmiştim. Ve ülke içerisindeki nükleer taraftarlarının ve nükleer karşıtlarının ezberlerini bozması, en sağlıklı kararın verilebilmesi için bir müzakere sürecinin başlatılmasının şart olduğunu yazmıştım.
Şunu ifade etmek gerekir ki; enerji ihtiyacı yılda %7 artan Türkiye için nükleer enerji bir gereksinim. Yapılan ikili anlaşmalar sonucunda Akkuyu’da Ruslar, Sinop`ta ise Japonlar reaktör kuracak ve işletecekler. Akkuyu’daki santralin ve üretilen elektriğin sahibi Ruslar olacak. Biz bu elektriği Ruslardan satın alacağız. Nükleer santralin “Yap-İşlet-Devret” modeli ile yapılacak olması Rusların bugün karşılaştığı ekonomik yaptırımlar sonrasında projenin finansmanında sıkıntı çekebilme ihtimalinden ötürü gecikmeler ve güvenlik zaafları yaşanmasına neden olabilir. Ayrıca “Yap-İşlet-Devret” modelinin genel nitelikleri itibariyle projelerde finansal ve ticari boyutun güvenliğin önüne geçebildiği farklı çalışmalarda ortaya kondu. Rusya ile yapılan anlaşmada ciddi bir teknik mesele de mevcut. Akkuyu’da yapılacak 3.Nesil VVER-1200 Rus teknolojisi henüz denenmemiş bir teknoloji. İnşaat halinde olan reaktörler mevcut ama elektrik üretimi henüz başlamadı.
Finansal ve teknik riskinin yanında meselenin jeopolitik tarafı da gözden kaçırılmamalı. Bu projeyle doğalgazda zaten büyük oranda bağımlı olduğumuz Rusya’ya yeni bir bağımlılık kanalı daha kurmuş oluyoruz. Orta Doğu’da bütün siyasi pozisyonlarımızın farklılaştığı Rusya ile tek taraflı bu bağımlılığın yaratacağı milli güvenlik problemleri dış politika etkinliğimizin azalmasına neden olacaktır.
Şimdi de konunun reaktörleri koruma ve güvenliğini sağlama boyutuna bakalım. 2008 yılında yazdığım analize şu şekilde devam etmiştim;
“Bir diğer risk faktörü ise tesislere yönelik terörist eylem olasılığı… Uzun yıllardır hem iç hem de dış kaynaklı terörizmin hemen her çeşidinden muzdarip olan Türkiye’de, nükleer reaktörler ulusal ve küresel terör örgütlerinin başlıca hedefleri arasına girebilir. Bu senaryo ise Türkiye için tek kelimeyle kâbus demektir. Eğer nükleer reaktör inşası Akkuyu ve daha sonra Sinop’ta gerçekleşirse, güvenlik kuvvetlerinin tesis yakınlarında ciddi bir tampon bölge oluşturma ihtiyacı ortaya çıkabilir.”
Son gelişmeler PKK tehdidinin sona ermediğini tam tersine artığını gösteriyor. IŞİD ve benzeri terörist grupların ise çok daha acımasız ve yıkıcı olduğunu belirgin bir şekilde gözlemliyoruz. Türkiye içinde bulunduğu bölge icabı her zaman asimetrik güvenlik tehditlerine karşı kırılgan bir yapıda…
Enerji Bakanlığının yukarıda sorulan bazı temel sorulara cevap verdiği bir rapor mevcut. Bu raporda sunulan argümanların ikna edici olup olmadığına siz karar verin. Terörizm meselesi ele alınmamış. Raporda ele alınmayan ama önemli risk faktörü olan bir diğer mesele ise denetleyici kurumların bağımsızlığı. Ülkemizde reaktörün güvenli bir şekilde işletilmesini denetleyecek kurumların kapasiteleri ve temel saikleri konusunda önemli soru işaretleri var.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) dünyadaki benzerleri gibi tamamen bağımsız bir kurum değil. TAEK siyasi iradeye bağımlı ve projenin zamanında yapılmasından ana sorumlu bir kurum. İzak Atiyas ve Deniz Şahin’in Ekonomi ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi (EDAM) için yazdıkları kapsamlı raporda bu konuyu derinlemesine irdelediler ve TAEK’in neden siyasi iradeden bağımsız bir denetleyici mekanizma olamayacağını ortaya koydular.
Nükleer enerji gibi kritik bir meselede siyasi çıkarların insan hayatının önüne koyulmaması gerekiyor. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) bir reaktörün aktif hale getirilmesi için 15 senelik bir hazırlığın yapılması gerektiğini belirtiyor. Hükümet ise bu tavsiyeyi hiçe sayarak 2023 siyasi hedefi doğrultusunda süreyi kısalttı. Sadece bu aceleci tavır bile önemli güvenlik zafiyeti doğurabilir.
Sonuç olarak nükleer enerji vazgeçebileceğimiz bir kaynak değil. Türkiye’nin ekonomik gelişmesine, karbon emisyonun azaltılmasına katkı sağlayacak bir enerji üretim aracı. İstihbarat mekanizmalarının iç siyasi çekişmeler yerine dış güvenlik tehditlerine yönelmesi, devletin madencilik ve nükleer enerji gibi kusursuz güvenlik ortamı gerektiren sektörlerde denetim mekanizmalarını güçlendirip insan merkezli bir ekonomik kalkınma modelini benimsemesi riski asgari seviyelere indirmek için şart.
Haberin Devamı için tıklayınız>>>
Kaynak: Radikal