IPCC tarafından 2100 yılına kadar kullanılması öngörülen 2°C karbon bütçesi 2034 yılında tamamen kullanılmış olacak ve bu gelişme dünyanın 2100 yılına kadar 4°C küresel ısınma olasılığıyla karşı karşıya kalmasına neden olabilecek.
PwC tarafından gerçekleştirilen “5. yıllık PwC Düşük Karbon Ekonomi Endeksi” analizine göre dünya, IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) tarafından önümüzdeki 89 yıl içinde kullanılması öngörülen 2°C karbon bütçesini alt üst ederek 21 yıl içinde tüketme yolunda ilerliyor. Tüm dü
Analiz sonucuna göre, IPCC tarafından önerilen sınırları aşan düzeyde emisyon, tehlikeli iklim değişikliği olasılığını artırarak yüzey sıcaklığının ortalama olarak 2°C`den fazla ısınmasına yol açabilir. IPCC 5. Değerlendirme Raporu`nda sunulan ve iklim bilimi üzerine hazırlanan en kötü senaryoya göre ise bu durum dünyanın 2100 yılına kadar 4°C küresel ısınma olasılığıyla karşı karşıya kalmasına neden olabilir.
“5. yıllık PwC Düşük Karbon Ekonomi Endeksi”nde, küresel ısınmayı 2°C ile sınırlamak üzere gerekli olan GSYİH birimi başına enerjiyle ilişkili karbon emisyonu miktarı da inceleniyor.
BU DÜZEYDE ISINMANIN CİDDİ VE KAPSAMLI ETKİLERİ OLACAK
Endeks, bu düzeyde ısınmanın “ciddi ve kapsamlı etkileri” olacağı konusunda uyarıyor vebüyük iş ve altyapı yatırımlarına yönelik geçerli yatırım planlama döngülerinde bu durumun da karar alma aşamalarına dahil edilmesi gerektiğinin altı çiziliyor. Ayrıca, politikaların ve düşük karbon teknolojilerinin, küresel ekonomideki büyüme ile karbon emisyonu arasındaki bağı koparmada başarısız oldukları da endeksin öne çıkan sonuçlarından biri.
Dünyadaki enerji çeşitliliğine fosil yakıtların hakim olmaya devam ettiğini vurgulayan endeksteki diğer bazı sonuçlar ise şöyle;
• Karbon yoğunluğunda küresel olarak gözlemlenen düşüş değeri, son beş yıl içinde her yıl ortalama yüzde 0,7 oldu. Bugünden itibaren 2100 yılına kadar her yıl yüzde 6`lık bir düşüş sağlanması gerekli.
• G7 ülkeleri, ortalama yüzde 2,3 oranında düşüş sağlarken, küresel ekonominin üretim tabanının büyük bir kısmını oluşturan E7 ülkeleri (Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Meksika, Endonezya ve Türkiye)yalnızca yüzde 0.4 oranında düşüş sağladılar.
• ABD, Avustralya ve Endonezya, 2012 yılında karbon yoğunluğu bakımından önemli ölçüde düşüş sağlamayı başardı ancak hiçbir ülke yıllara yayılan önemli oranlarda düşüş gerçekleştiremedi.
• Hidrolik kırılma (kaya gazı çıkarmada kullanılan teknik) devrimi ABD`de düşük emisyon sağlanmasına yardımcı olurken, diğer yerlerde, ucuz kömür fiyatı yüksek kömür kullanımını teşvik etti.Örneğin AB’de; bir ülkedeki dekarbonizasyonun, emisyonun başka bir ülkeye kaymasına neden olabileceği yönünde endişeler yarattı.
PwC Sürdürülebilirlik ve İklim Değişikliği Direktörü Jonathan Grant konuyla ilgili değerlendirmesinde şunları söyledi:
“G20 ülkeleri, geleceği hiç düşünmeden fosil yakıtları tüketmeye devam ediyor. Yenilenebilir enerji sektörü hızlı bir biçimde büyüme göstermiş olsa da, yenilenebilir enerji, enerji kullanımının yalnızca küçük bir kısmını oluşturuyor ve kömür tüketimindeki artış nedeniyle gölgede kalıyor. Sonuçlar, geniş fosil yakıt rezervlerimizin kapasitesi ve ekonomimizin gücünü nereden aldığı konusunda gerçek birtakım soruları gündeme getiriyor. 2 derece karbon bütçesi, bu rezervlerin azalmayan tüketimiyle başa çıkmaya yetecek kadar büyük değil.”
OLUMLU NOKTALARDAN BİRİ ENERJİ VERİMLİLİĞİNDEKİ İLERLEME
“5. yıllık PwC Düşük Karbon Ekonomi Endeksi”ndeki olumlu noktalardan biri ise enerji verimliliğindeki ilerleme. Geçen yıl karbon yoğunluğunda elde edilen ufak düşüşün yüzde 92`lik kısmı enerji verimliliğindeki gelişmelere, kalan yüzde 8`lik kısmı ise daha temiz enerji çeşitlerine yönelik eğilime bağlı olarak gerçekleşti. Elde edilen GSYİH`nin her milyon doları için diğerleriyle karşılaştırıldığında daha az enerji tüketen İtalya, İngiltere ve Türkiye, G20`deki en enerji verimli ekonomiler olarak biliniyor.Fakat rapor, GSYİH birimi başına enerji kullanımını indirebileceğimiz bir sınır olduğu konusunda uyarıyor.
PwC Türkiye Ortağı ve Sürdürülebilirlik Hizmetleri Lideri Ediz Günsel konuyla ilgili şunları söyledi:
“ Türkiye her ne kadar enerji verimliliği konusunda G20 ekonomileri içinde ev ödevini yapan ülkeler arasında gösterilse de, küresel resmebakıldığında sürdürülebilirbir gelecek için karbon emisyonunu azaltıcı, sürdürülebilir iş modellerine geçiş zorunluluğu aşikardır. Bu hedef doğrultusunda kamu, iş dünyası ve sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiren örnek projelerin artarak devam etmesi ve bu yönde stratejiler geliştirilmesi önem arz etmektedir.”
KARBON YOĞUNLUĞUNUN ÖNÜMÜZDEKİ ON YIL İÇİNDE YARIYA İNDİRİLMESİ GEREKİYOR
Beş yıl önce dekarbonizasyon hedefi yılda yüzde 3,5 iken, şu anda bu hedef yaklaşık iki katına çıkarak yüzde 6 olmuş durumda. Bu, şu anki dekarbonizasyon oranının sekiz kat üzerinde ve yıllarca korunmak şöyle dursun daha önce erişilmemiş bir düzey. İklim değişikliğinin şiddetli etkilerini sınırlamak amacıyla, IPCC tarafından belirlenen atmosferdeki güvenli “karbon” miktarına ulaşmak için, karbon yoğunluğunun önümüzdeki on yıl içinde yarıya indirilmesi ve 2050`ye kadar bugünkü düzeylerin onda birine ulaşılması gerekiyor. 2100 yılına kadar ise küresel enerji sisteminin neredeyse sıfır karbon olması gerekiyor.
PwC Sürdürülebilirlik ve İklim Değişikliği Direktörü Jonathan Grant bu konuda şunları söylüyor:
“Analizimizde, gelişmekte olan ekonomilerde uzun vadede ortalama ekonomik büyüme, gelişmiş ekonomilerde ise yavaş ve istikrarlı bir büyüme yaşanacağını öngördük. Ancak, iklim değişikliğiyle başa çıkılamazsa, sonuçta istikrarlı büyüme gibi iyimser bir senaryo ortaya çıkmayabilir. Büyük ihtimalle çok yakında büyük sorunlarla karşılaşılacak ve bunun, şu anda planlanmakta olan ve günümüzde uygulanan pek çok karbon yoğun teknoloji yatırımı üzerinde etkileri olacak.”
PwC Sürdürülebilirlik ve İklim Değişikliği Ortağı Leo Johnson ise değerlendirmesindeşunları şöyledi:
“Artık, Karbon Yakalama ve Saklama (CCS), nükleer, biyoyakıt ve enerji verimliliği dörtlüsünün karbon yakıtların önüne geçerek büyümede daha etkin olduğu günleri yakalamamız gerekiyor. Karbon sınırını çoktan aştık, bizi önceki konumumuza getirecek yolları aramanın vakti geldi. Şu anda sorgulamamız gereken diğer bir konu da, uzun vadeli büyümeye yönelik varsayımlarımızın iklim değişikliğini sınırlayamadığımız bir gelecekte makul ve uygun olup olmayacağı konusu.”
Kaynak: Enerji Günlüğü