Türkiye’nin önde gelen jeologları ve deprem uzmanları arasında yer alan Prof. Dr. Naci Görür, jeotermalin usulüne uygun işletildiğinde yenilenebilir, temiz ve çevre dostu bir enerji kaynağı olduğunu belirterek, bundan ötürü tüm dünyada bu enerji türünün kullanımının hızla arttığını kaydetti.
8 Haziran – İSTANBUL
Türkiye enerjide dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına odaklanıyor. Ancak uzmanlara göre toplumda yenilenebilir enerji kaynaklarına ilişkin bilgi seviyesinin yükseltilmesi gerekiyor.
“Şurası açıktır ki, jeotermal enerji üretimi tüm dünyada çevre dostu bir üretim tarzıdır. Bu yüzden jeotermal diğer enerji türlerine tercih ediliyor… Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla çalışan elektrik santralleri atmosfere çok daha az sera gazı salarlar. Batı Anadolu grabenlerindeki sahalarda bu gazların hemen yüzde 98-99’u karbondioksittir. Geriye kalan yüzde 1-2’nin içerisinde de çok düşük düzeyde, ppm mertebelerinde hidrojen sülfür, metan, azot gibi yoğuşmayan gazlar bulunur. (NCG gazları.) Açığa çıkan bu gazların miktarları göz önüne alındığında, hem sera hem de çevre üzerinde ciddi bir zararlı etkilerinin olamayacağı aşikar.”
“CANLILARA ZARAR VERMEZ”
Karbondioksitin canlılara yönelik bir tehdit oluşturması için çukur bir alanda aşırı şekilde yoğunlaşması gerektiğini (50000 mg/kg) belirten Prof. Dr. Görür, Batı Anadolu’daki santrallerden çıkan miktarın en fazla 99 mg/kg olduğuna dikkat çekti ve “Bu miktarlar canlılara zarar vermez” dedi.
Prof. Dr. Naci Görür, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tali gazlardan hidrojen sülfür konsantrasyon itibarıyla 0.3 mg/kg üzerine çıkarsa çürük yumurta kokusu ile santral yakınlarında hissedilebilir ve insanlara rahatsızlık verebilir. Hidrojen sülfür konsantrasyonu çukur alanlarda 500 mg/kg mertebelerine yükseldiği takdirde canlılar için tehlike arz etmeye başlar. Batı Anadolu’da bu değerler son derece küçüktür ve en fazla 3.8 mg/kg düzeyinde.”
Jeotermal kaynaklar içindeki metan gazı miktarının da hidrojen sülfürden çok daha az olduğuna işaret eden Prof. Görür “Bu gaz renksiz ve kokusuzdur. Havada kolayca yanarak karbondioksit ve su buharına dönüşür. Nitrojen ise genellikle azot oksitler şeklinde görülür ve havada nitrojenin yüksek sıcaklıktaki yanma prosesleri sonucu gelişir. Çoğunlukla renksiz ve kokusuzdur. Aşırı konsantrasyonlarda canlılar üzerinde olumsuz etkisi olur. Öksürük ve nefes alma zorluğu yaratır. Ancak Batı Anadolu santralleri değerlerinde bu tür sorunlardan söz etmek mümkün değil.”
SONDAJDAN ÇIKAN SULARIN ÇEVRE İLE TEMASI YOK
Jeotermal enerji santrallerinin bir başka çevresel etkisinin de sıcak su sondajları açma evresinde görüldüğünü belirten Prof. Dr. Görür şöyle dedi:
“Aslında sondajlardan çıkan sıcak sular hiçbir şekilde çevre ile temas etmez. Santrallerde kullanıldıktan sonra kapalı borular vasıtasıyla re-enjeksiyon kuyularına gönderilerek buralardan tekrar yer altına basılır. Başka bir deyişle baca gazları hariç, jeotermal santrallerden hiçbir şekilde çevreye herhangi bir akışkan verilmez.”
Prof. Dr. Görür, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu santraller kapalı sistem çalışırlar. Sıcak su sondajları evresi hariç, baca gazı dışında çevreye herhangi bir sıvı veya katı atık vermezler. Bu santraller kapalı sistem çalışırlar. Yani yeraltından çekilen su, buhar, gaz gibi sıcak akışkanlar kullanıldıktan sonra tekrar yeraltına basılır. Bu kapalı döngü sırasında akışkanların, binlerce metre derinlikten çıkarılırken de yeryüzünden yeraltına enjekte edilirken de çevre ile teması olmaz. Bu işlemler tamamen yalıtılmış çelik borular içerisinde gerçekleşir.”
TÜRKİYE JEOTERMALDE DÜNYA LİDERİ OLABİLİR
Jeotermal bölgelerin deprem kuşakları ile örtüştüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Naci Görür, Türkiye’nin yüzde 90’ının deprem bölgesi olduğunu, bu nedenle ülkemizin jeotermal kaynaklar bakımından zengin olduğuna dikkat çekti. Görür, bu gerçekten hareketle Türkiye’nin jeotermal kaynaklar bakımından dünyada ilk sıraya yerleşebileceğini vurguladı. Görür, “Jeotermal kaynaklar bakımından bu kadar zengin bir potansiyele sahip olmamıza rağmen, ülkemizde üretilen enerjinin ancak yüzde 3’leri jeotermal kaynaklardan üretilmektedir. Bu da yenilenebilir, çevre dostu ve ucuz olan bu yerli enerji türünün ülkemizde henüz yeteri kadar anlaşılamadığını ve bu nedenle de üretimde geri kalındığını gösterir” dedi.