(Turkish) Petrol ve Doğalgaz ile Enerji Ulaşım Yollarını Denetleme Savaşları!

Sorry, this entry is only available in Turkish. For the sake of viewer convenience, the content is shown below in the alternative language. You may click the link to switch the active language.

(Bu metin, süre sınırı nedeniyle Kongre’de özet olarak sunulabilmiştir. Konuşma sonrasında ortaya çıkan bazı bilgiler de eklenmiştir.)

Türkiye 20. Uluslararası Petrol ve Doğal Gaz Kongre ve Sergisi’ni (IPETGAS 2015) düzenleyen TMMOB Petrol Mühendisleri Odası, Türkiye Petrol Jeologları Derneği ve TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası yöneticilerine bu Kongre’yi, bölgemizde enerji savaşlarının sürdüğü bir dönemde, düzenledikleri için kutluyor ve beni bir kez daha Kongre’lerine görüşlerimi açıklamak üzere çağırma inceliğini gösterdikleri için teşekkürlerimi sunuyorum.

Birinci kez çağrıldığım 19. Kongre’nizde sizlere, “İnsanın petrolle tanışması, Birinci ve Son petrol paylaşımında dile getirilenler” konusunda özetle bilgi sunmuş ve konuşmamı, ABD’li araştırmacı gazeteci David Morse’ın 18 Ağustos 2005 günü yayınlanan “Geleceğin Savaşı” başlıklı yazısından şu alıntıyı yaparak tamamlamıştım: “Şu anda Afrika’nın Kuzey Doğusunda Sudan denilen ülkede bir gelecek savaşı başlamış durumda. Ancak silahlar geleceğin silahları değil. … Hayır, bu savaş kalaşnikovlar, sopalarla ve bıçaklarla yapılıyor. Sudan’ın Darfur diye anılan batı bölgesinde deve ve at sırtındaki Arap milisleri tarafından tercih edilen taktikler yakma, yağmalama, hadım etmek ve tecavüzdür. … Bu, büyük devletlerin ekonomik büyümesinin dayandığı sınırlı kaynaklarla ilgili olan, ancak taşeronlar tarafından dövüşülen bir kaynak savaşıdır. Bu Michael Klare’in “Kan ve Petrol” isimli kitabında anlatılan ve bizim petrol kolik olmamızın muhteşem ürünü olan bir savaştır. Ve ön görünmeyen bir savaş da değildir.[i]” David Morse’un 2005 yılında yayımladığı yazısında geleceğin savaşı olarak tanımladığı kaynak savaşı aradan 10 yıl geçmesine rağmen şiddetini arttırarak sürdürmekte veya daha doğru bir tanımla sürdürülmektedir. Bu nedenle ben de bugün sizlere “Petrol ve Doğal Gaz Kaynakları ile Enerji Ulaşım Yollarını Denetleme Savaşlarının Ekonomik ve Stratejik Nedenlerini” anlatmaya çalışacağım. 20 inci yüzyılın başında başlayan ve giderek yoğunlaşan ve günümüzde doruğuna tırmanmış bulunan “kaynak savaşları” sadece petrol ve doğal gaza yönelik olarak yaşanmamaktadır. Kaynak savaşları kapsamına, stratejik maden ve mineraller, tatlı su kaynakları, verimli tarım arazileri ile tarımsal tohumlar da dahil edilmiş bulunmaktadır. Bu kaynaklara yönelik savaşlar birbirinden bağımsız gibi görünseler de aslında bir bütünün birbirini tamamlayan parçalarını oluşturmaktadırlar. Bütünün adı ise “dünyaya ve kaynaklarına egemen olmaktır.”

Ancak ben bugün konuşmamı sadece petrol, doğal gaz ve enerji ulaşım yolları ile sınırlı tutacağım, yeri geldikçe diğer alanlara da sadece değinip geçeceğim. Diğer kaynak savaşlarının da petrol ve doğal gaz kaynakları ile enerji ulaşım yollarını denetleme savaşları kadar karmaşık ve acımasızca sürdürüldüğünü okuduğum birçok kitap ve makaledeki bilgiler ışığında rahatça söyleyebilirim. Petrol ve doğal gaz kaynaklarını denetleme kavgasının ekonomik nedenlerinin kökeninde “sanayi devrimi” ile başlayan insan ve hayvan adale gücünün mekanik araçlar kullanımı ve bu mekanik araçları için gereken daha fazla güç sağlayacak enerji arayışları vardır. ABD vatandaşı tarihçi Paul Kennedy’nin dilimize “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” olarak çevrilen kitabında, sanayi devrimi sonrasında, 1750-1900 arasında geçen 150 yıllık dönemde, dünya imalat sanayii üretiminin kıtalar arasında nasıl bir eksen kaymasına uğradığını çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Paul Kennedy’nin hazırladığı verilerin yanına 2010 yılı verileri de ekleyerek düzenlediğim bilgiler Tablo 1 de yer almaktadır. Tablo 1 i incelemeye ve değerlendirmeye geçmeden önce 1750-2010 döneminde dünya nüfusundaki gelişmelere de kısaca değinmek istiyorumDünyanın nüfusu sanayi devrimi başladığında 1750 yılında yaklaşık 750 milyon düzeyinde idi ve 1900 yılına gelindiğinde 1,600 milyona ulaşmıştı[ii]. 2010 yılında 6,895 milyon olan dünya nüfusu 2015 yılında 7,300 milyonu aşmıştır[iii]. Dünya nüfusunun 2050 de 9,500 milyonu ve 2062 yılında da 10 milyarı aşması beklenmektedir[iv]. Diğer bir deyişle 1750-1900 arasında dünya nüfusu yaklaşık 900 milyon kişi veya yüzde 113 artmışken, 1900-2015 arasındaki 115 yılda 5,700 milyon kişi veya yüzde 356 gibi sıra dışı bir boyutta büyümüş olacaktır. 1890 lı yıllardan başlayarak petrolün ve daha sonra da doğal gazın temel enerji kaynağı konumuna yükseldiği dönemde dünya nüfusunun 5,700 milyon kişi artmış olması göz ardı edilemeyecek çok önemli bir gelişmedir. Bu boyuttaki bir nüfus artışı başta enerji olmak üzere tüm maddelere karşı çığ gibi bir talep patlamasına da yol açmıştır. Şimdi bu bilgileri akılda tutarak Tablo 1 deki verileri inceleyebiliriz.

Tablo 11750-2010 döneminde dünyanın çeşitli ülke ve bölgelerinde imalat sanayilerinin dünya üretiminden aldıkları pay ve 2010 yılında aynı ülkelerin dünya GSYİH’daki payları % olarak
Ülkeler 1750 1900 2010 2010 GSYİH %
AVRUPA (**) 23.2 62.0 19.21 19.21
    İngiltere 1.9 18.5 2.46 3.58
   Avusturya-Macar. 2.9 4.7 1.00 0.67
   Fransa 4.0 6.8 2.78 4.05
   Almanya (*) 2.9 13.3 6.81 5.19
   İtalya (*) 2.4 2.5 3.46 3.26
   Rusya 5.0 8.8 2.34 2.34
ABD 0.1 23.6 18.74 23.06
Japonya 3.8 2.4 9.71 8.63
Üçüncü Dünya 73.0 11.2 v.h. v.h.
Çin 32.8 6.2 17.57 9.37
Hindistan-Pakistan 24.5 1.7 (2.39) 2.69 Hind. 2.73

(*) 1750 yılı için Almanya ve İtalya verileri her iki ülkenin ulusal birliğini kurmadan önceki prenslikler ve diğer küçük devletçikleri kapsamaktadır. (**) Avrupa için 2010 yılı verileri Avro Bölgesi ülkelerini kapsamaktadır dolayısı ile 1750 Avrupa tanımından daha dar bir kapsama alanını içermektedir. (v.h.) veri hesaplanmadı.

Kaynak: Paul Kennedy The Rise and Fall of the Great Powers sayfa 149 ve World Development Indicators 2012 The World Bank Table 4.2 sayfa 218-220.

Sanayi Devrimi başlamadan önce imalat sanayi olarak tanımlanabilecek üretimler, çok geniş ölçüde insan ve hayvan adale gücüne dayanan ve enerji olarak da odun ve odun kömürünün sadece maden indirgeme için kullanıldığı bir imalat sanayi üretim yapısını içermektedir. Bu nedenle de Çin ile Hindistan-Pakistan’ı içeren Hint Yarımadasındaki nüfus yoğunluğu nedeni ile dünya imalat sanayiinin sırasıyla yüzde 32.8 ve 24.5 ve toplamda yüzde 57.3 ünü üretebilmekteydi. Tüm Avrupa kıtasında yerleşik ülkeler ise toplam olarak ancak yüzde 23.2 ye erişebilmekteydi. Sanayi Devrimi ile birlikte başta kömür, daha sonra petrol ısısı ile elde edilen buhar gücünün geliştirilen mekanik aksama uygulanması sonucu Avrupa 1900 yılında dünya imalat sanayiinin yüzde 62.0 ini, ABD ise yüzde 23.6 sını üretir noktaya ulaşmışlardır. Sanayi Devrimi’ni yapamayan Çin ve Hindistan Yarımadası’nın payları ise sırasıyla yüzde 6.2 ve yüzde 1.7 ye düşmüştür. 2010 yılına gelindiğinde, 20 inci yüzyıl boyunca, sanayileşmenin ve teknolojinin diğer ülkelere yayılması sonucunda, dünya imalat sanayi üretiminde Avro Bölgesi’nin payı yüzde 19.21 e ve ABD’nin payı yüzde 18.74 e gerilerken, Çin’in payı yüzde 17.57 e tırmanmıştır. Diğer bir deyişle Çin imalat sanayii üretiminde Avro Bölgesi ve ABD ile başa baş duruma gelmiştir. Bu noktada hemen bir hususun altını çizmek isterim, Avro Bölgesi ülkeler ve ABD’de refahın artmasına paralel olarak emek pahalı bir girdi haline geldiği ve çevre duyarlılığı arttığı için bu ülkeler imalat sanayiinin birçok dalında üretimlerini başta Çin ve Hindistan olmak üzere nüfusu yoğun ülkelere kaydırmışlardır. Dolayısı ile Çin, Hindistan ve diğer nüfusu yoğun ülkelerin dünya imalat sanayiindeki payların artışında bu üretim kaydırmalarının da azımsanmayacak etkisi vardır. 20 inci yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren, gelişmiş ekonomilerin hizmetler sektörü büyük ölçüde büyüme göstermiştir. 2010 yılına gelindiğinde, Dünya Bankası verilerine göre, dünya GSYİH toplamının yüzde 3 ü tarım, yüzde 16 sı imalat sanayii ve yaklaşık yüzde 72 si de hizmetler sektörü tarafından üretilmiştir. O nedenle Tablo 1 i daha sağlıklı okuyabilmek için son sütununa ülkelerin dünya GSYİH daki paylarını dahil etme gereğini duydum. Tablo 1 in son sütunundan da görüldüğü üzere, Avro Bölgesi dünya GSYİH’dan yüzde 19.21 pay alırken, ABD nin aldığı pay yüzde 23.06 ve Çin’in payı ise 9.37 dir. Bu da Çin’de hizmetler sektörünün Batı ülkeleri boyutunun çok gerisinde olduğunu göstermektedir. ABD, Avrupa Birliği, Çin ve Hindistan’ın geleceğe yönelik GSYİH rakamlarına ilişkin IMF’nin tahminlerine göz atıldığında dünyanın en büyük ekonomisi olmaya yönelik yarışın büyük bir çekişme içinde olduğu görülmektedir. Bu konudaki veriler Tablo 2 de yer almaktadır.

Tablo 2Dünyanın en büyük ekonomisi olma yarışının izleyeceği yol
    Ülkeler 2013 2015 2020
Cari Fiyatlarla milyar $ PPPUluslararası milyar $ Cari Fiyatlarla milyar $ PPPUluslararası Milyar $ Cari Fiyatlarla milyar $ PPPUluslararası milyar $
Çin 9,469.1 16,173.3 11,211.9 18,975.9 16,157.1 28,229.1
Hindistan 1,875.2 6,783.7 2,308.0 7,996.6 3,639.8 12,708.4
Avrupa Birl. 17,954.7 18,011.1 16,449.2 19,035.1 20,442.7 23,002.2
Almanya 3,731.4 3,610.1 3,413.5 3,815.5 4,105.1 4,500.6
ABD 16,768.1 16,768.1 18,124.7 18,124.7 22,488.6 22,488.6
Japonya 4,919.6 4,685.3 4,210.4 4,843.1 4,933.5 5,521.7

Kaynak: IMF veri tabanı

Tablo 2 den de görüldüğü üzere, Çin, satın alma gücü paritesine göre hesaplanmış GSYİH değerleri ile 2013 yılında ABD’i yakalamış, 2015 yılı tahminlerinde öne geçmiş ve 2020 yılında da açık ara öne geçeceği IMF’nin uzmanlarınca hesaplanmıştır. 2020 yılında Çin, satın alma gücü paritesine göre hesaplanan GSYİH ile Avrupa Birliği’ni de açık ara geçeceği aynı şekilde tahmin edilmektedir. ABD’nin önde gelen araştırma ve değerlendirme şirketlerinden IHS’nın 2014 yılında yayınladığı rapora göre, Çin’in cari dolarla ifade edilen GSYİH’nın ABD’yi geçeceği tarih olarak 2024 yılı gösterilmektedir[1]. Rapora göre, iç tüketim harcamaları ile beslenecek Çin ekonomisi 2024 yılında 28,250 milyar dolara ulaşacak ve aynı yıl 27,310 milyar dolar düzeyinde kalması beklenen ABD GSYİH’nı da geçmiş olacaktır. Çin’in böyle bir ekonomik gelişme göstermesi daha yüksek düzeyde enerji ve bu bağlamda da petrol ve doğal gaz yanında maden ve mineral tüketmesi ile mümkün olabilecektir. Ayrıca bu süreçte Çin’de hizmetler sektöründe de kayda değer büyük gelişmelerin yer alması beklenmektedir. Dünya’nın petrol, doğal gaz, maden ve stratejik mineral rezervlerinin artmasının ancak şimdiye kadar keşfedilmemiş teknolojiler kullanılarak daha verimli işletilmesi veya henüz keşfedilmemiş rezervler kaldı ise bunların bulunabilmesi ile sınırlı olduğu bir ortamda, dünyanın en büyük ekonomisi olma yarışının sürebilmesi ancak mevcut rezervlerin kullanımından daha fazla pay alabilmekle mümkün olabilecektir. Bu ise bu kaynakların bulunduğu ülkeler üzerinde ekonomik ve politik güç sahibi olabilmekle başarılabilecektir. Esasen içinde bulunduğumuz sürece ister yarış, isterseniz örtülü veya açık savaş deyin dünya onu yaşamaktadır. Bu noktada incelemekte olduğumuz ülkelerin mevcut ve geleceğe yönelik birincil enerji taleplerinin ve bu bağlamda da petrol ve doğal gaz taleplerinin ne boyutta büyüyeceğine ilişkin olarak uzman kuruluşların tahminlere göz atmak gerekir. Seçilmiş ülkelerin birincil enerji taleplerinde 2010-2035 döneminde yer alacak değişmeler Tablo 3 de gösterilmiştir.

Tablo 3Seçilmiş ülkelerin 2010-2035 döneminde birincil enerji taleplerinde yer alması olası değişimler (milyon ton petrol eşdeğeri olarak)
Ülkeler 2010 2035 Yıllık değişim %
ABD 2,214 2,187 ~0.0
AB 1,713 1,670 -0.1
Japonya 497 447 -0.4
Rusya 710 875 0.8
Çin 2,416 3,872 1.9
Hindistan 691 1,516 3.2
Dünya 12,730 17,197 1.2

Kaynak: IEA World Energy Outlook 2012 Table 2.3 sayfa 58 den alıntılanmıştır.

Tablo 3 den de görüldüğü üzere, Çin birincil enerji tüketiminde 2010 yılında ABD’ni geçmiş durumdadır ve 2035 yılında, Uluslararası Enerji Ajansı’nın “Yeni Politikalar Senaryosu”na göre, ABD’den yüzde 77 daha fazla birincil enerji kullanacağı tahmin edilmektedir. Hindistan’ın ise 2035 yılında birincil enerji tüketiminde Avrupa Birliği’ne çok yaklaşması beklenmektedir. Tablo 3 ABD, AB ve Japonya’nın enerji kullanım verimliliği artışı ile 25 yılda birincil enerji tüketimlerinde kayda değer azalma beklendiğini göstermektedir. Çin ve Hindistan dahil diğer ülkelerde de enerji kullanım verimliliğinde artışlar olacak olmasına rağmen, kişi başına birincil enerji tüketimlerini daha yüksek boyuta çıkarabilmek için toplam kullanımlarında önemli artış yapmaları beklenmektedir. Bu Tablo petrol ve doğal gaz kaynaklarının paylaşım kavgasına yeterli ışık tutmamaktadır. Zira birincil enerji tanımı içine petrol ve doğal gazın yanında kömür, su, nükleer, ve çevre dostu enerji türleri de girmektedir. O nedenle petrol ve doğal gaz konusundaki gelişmeleri Tablo 4 de sunuyorum. Tablo 4 den de görüldüğü üzere, 2010 yılında günlük ham petrol talebinde Çin, ABD’nin yarısı düzeyinde iken 2035 e gelindiğinde ABD’den yüzde 20 daha fazla ham petrol kullanır noktaya gelecektir. Ancak, 2035 te ABD günlük talebinin sadece 3.7 milyon varilini ithal ederken Çin 12.1 milyon varilini veya yüzde 80 ini yurt dışından getirmek durumunda kalacaktır. Avrupa Birliği ile Hindistan’ın dışa bağımlılığı da 2035 de yüzde 92 e çıkacaktır. Bu boyutlar ise aşırı bir dışa bağımlılık yanında bu miktar petrolün geleceği suyolları yanında boru hatlarının güvenliği riskinin de yükselmesi anlamını taşıyacaktır. Petrol üreten ülkeler büyük tüketici konumunda olan Çin, Avrupa Birliği, Hindistan ve ABD üzerinde etkin bir pazarlık gücüne de sahip konuma gelebilecektir, eğer bu büyük devletlerden bir veya ikisine politik ve ekonomik bağımlılıkları olmaz ise! 2010-2035 döneminde Çin’in ve Hindistan’ın doğal gaz talebinde de süratli bir artış olması beklenmektedir. Doğal gazda da petrol gibi dışa bağımlılık her iki ülke için de ciddi boyutta artacağı ön görülmektedir.

Tablo 4Seçilmiş ülkelerin 2010 ve 2035 yılları arasında günlük petrol ve doğal gaz taleplerinde beklenen gelişmeler
Günlük petrol talebi(milyon varil gün) Günlük doğal gaz talebi(milyar metre küp)
Ülkeler 2010 2035 2035 İthal 2010 2035 Değişim
ABD 17.6 12.6 3.7 680 766 86
AB 11.6 8.7 8.0 536 618 82
Japonya 4.3 3.1 3.1 104 123 19
Rusya 3.1 3.5 466 549 83
Çin 9.0 15.1 12.1 110 544 434
Hindistan 3.4 7.5 6.9 64 178 115
Dünya 87.4 99.7 3,307 4,955 1,648

Kaynak: IEA, WEO-2012 Table 3.2 ve Table 4.2 den yararlanılarak düzenlenmiştir.

Petrol ve doğal gaz talebinde 2010-2035 dönemindeki gelişme beklentilerini gördükten sonra sanırım şimdi de geleceğe yönelik olarak hangi ülkeler ham petrol ve doğal gaz sunumunda ön planda olacaklar kısaca ona göz atalım. Petrol rezervleri boyutu ile petrol üreten ülkelerin önde gelenlerinin durumu Tablo 5 de yer almaktadır.

Tablo 5Ülkeler itibariyle 2013 yılında petrol rezervlerinin durumu (milyar varil olarak)
S. Arabistan 267.02
Venezuela 211.17
Kanada 173.63
İran 151.17
Irak 143.10
Kuveyt 104.00
B.A.E. 97.80
Rusya 80.00
Libya 47.10
Nijerya 37.20
Kazakistan 30.00
ABD 26.54
Katar 25.41
Çin 20.35
Brezilya 13.99
Angola 13.50
Cezayir 12.20
80 ülke <10.00
117 ülke 00.00
Türkiye 0.27
47.00<ülkeler toplam 1,274.99
47.00 + ülkeler/Dünya % 85.57
Ortadoğu 788.50
Dünya 1,490.00

Kaynak: EIA, OPEC ve Wikipedia

Tablo 5 den de görüldüğü üzere, petrol rezervlerinin dünyadaki dağılımı son derece dengesiz bir yapıda olup, 2013 yılı itibariyle dünyada varlığı saptanmış ve çıkarılabilir petrol varlığı 1,490 milyar varil düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Tabloda yer alan ülkelerin petrol rezervleri konusunda çeşitli kuruluşların veri tabanlarında bazen çok küçük, bazen de çok büyük farklılıklar yer alabilmektedir. Bu bağlamda en çarpıcı örnek Venezuela’dır. OPEC ve Wikipedia Venezuela’nın ham petrol rezervini 298.4 milyar varil olarak verirken, ABD’nin Enerji Bilgi İdaresi (EIA) Venezuela’nın Orinoco bölgesindeki rezervin 513 milyar varil olduğunu ve çok büyük bölümünün akışkanlığı çok düşük ağır petrol olduğunu ileri sürmektedir. Tablo 5 den de görüldüğü üzere rezerv varlığı 47 milyar varilin üzerinde olan dokuz ülkenin sahip olduğu toplam rezerv 1,274.99 veya dünya petrol rezervinin yüzde 85.57 sini oluşturmaktadır. Dolayısı ile 2035 lere uzanan yolculukta dünyanın ve bu bağlamda da Çin, Avrupa Birliği, Hindistan, Japonya ve ABD’nin petrol açlığını karşılamada söz konusu dokuz ülke öncelikli işlev sahibi olacaktır. Ancak bu demek değildir ki, daha küçük petrol veya doğal gaz rezervlerine sahip ülkeler enerji paylaşım kavgasından etkilenmeyecekler. Aksine, onlar da kavganın içinde rol almaya devam edeceklerdir.

Tablo 6Ülkeler itibariyle 2013 yılında doğalgaz rezervleri (milyar metre küp)
İran 33,600
Rusya 32,900
Katar 25,630
S. Arabistan 7,167
B. A. Emirlikleri 6,071
A.B.D. 5,997
Nijerya 5,210
Venezuela 4,708
Cezayir 4,502
Irak 3,170
Kazakistan 2,832
Türkmenistan 2,832
Endonezya 2,659
Avrupa Birliği 2,476
Malezya 2,350
Çin 2,265
Norveç 1,841
Liste toplamı 146,210
4,500<büyükler 125,785
Dünya Toplamı 175,400
Liste/Dünya % 83.4
İlk 9 ülke/Dünya % 71.7
Türkiye 0.218

Kaynak: IEA-2012 ce CIA-World Factbooks

Doğal gaz rezervlerinin dağılımı, Tablo 6 dan da görüldüğü gibi, petrol kadar dengesiz bir görünüm içindedir. Tablo 6 dan da görüldüğü üzere, rezerv varlıkları 4,500 milyar metreküpten fazla olan dokuz ülkenin rezervleri toplamı dünya rezervlerinin yüzde 71.7 sine eşit bulunmaktadır. Dolayısı ile bu dokuz ülke Tablo 4 de yer alan büyük ölçekli doğal gaz tüketici olan Avrupa Birliği, Çin, Hindistan ve Japonya’nın doğal gaz susamışlığını gidermede önemli rol üstleneceklerdir. Petrolün veya doğal gazın boru hatları dışında tankerlerle dünya pazarlarına taşındığı suyolları üzerinde “darboğaz-choke points” olarak tanımlanan boğazlar daima büyük stratejik öneme sahip olmuş ve bu nedenle de dünyaya egemen olmak isteyen güçler tarafından denetim altında tutulmak istenmiştir. 2035 e giden süreçte bu darboğazların önemi, Harita 1 ve Tablo 7 den de görüldüğü üzere çok artacak ve kontrol altında bulundurmak çok daha büyük önem taşıyacaktır.

Harita 1

KaynakIEA Oil Supply Security 2007 Global Oil Choke Points Harita 1 de yer alan rakamları ve değişim boyutlarını daha iyi görebilmek üzere, onları Tablo 7 de ayrıca sunuyorum.

Tablo 7Darboğazlardan 2006 ve 2030 da petrol trafiği Milyon varil/gün
Darboğazlar 2006 2030 Artış %
Hürmüz 13.3 35.5 164.9
Malakka 12.0 21.1 75.8
Süveyş 3.9 6.2 59.0
Bab-el-Mendeb 3.5 5.7 62.9
Türk Boğazları 3.0 2.2 -26.7

Kaynak: Harita 1 deki veriler ve Türk Boğazları 2006 için Jean-Paul Rodrigue’in dip nottaki makalesi ve 2030 için IHS “New Realities in Oil Transit through the Turkish Straits” Special Report 2011.

Tablo 7 de yer alan 2006 verileri konusunda farklı kaynaklar değişik rakamlar da verebilmektedir. Bu bağlamda anılmaya değer çalışmalardan birisi Jean-Paul Rodrigue’in 2004 yılında yayınlanan makalesidir[2]. Tablo 7 Türk Boğazları dışındaki diğer boğazlardaki petrol trafiğinin çok ciddi boyutta artacağı tahminlerini içermektedir. Türk Boğazlarındaki petrol trafiğinin düşmesine yönelik olarak ileri sürülen savlar ise, Rusya’nın petrol ihracatını giderek Baltık Körfezi’ne yönlendirmesi ve boru hatları gösterilmektedir. Hazar Havzası petrollerinin dünya pazarlarına ulaşmasında da boru hatlarının öneminin artacağı belirtilmektedir. Petrol ve doğal gaz kaynakları ile enerji ulaşım yollarını denetim altında tutmak isteyecek güçler ile enerji kaynaklarına sahip ülkelerin genel bir fotoğrafını çektikten sonra şimdi izlenmekte olan politikalara ilişkin açıklamalara kısaca göz atabiliriz. II. Dünya Savaşı da I. Dünya Savaşı gibi temelinde bir kaynak paylaşım savaşı idi. Ancak, gerek yenenler ve gerek yenilenler başta enerji, maden ve mineraller olmak üzere yoğun kaynak tüketim aşamasına girmişlerdi, o nedenle de kaynakları denetlemenin stratejik önemini çok iyi bilmekteydiler. O dönemin düşüncelerini kazananlar yönünden en iyi yansıtan görüş ise ABD Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama uzmanı George Kennan tarafından, Sovyetler Birliği ile başlayan “soğuk savaş”ın da etkisi ile, 24 Şubat 1948 tarihinde şöyle dile getirilmiştir: “Dünyadaki servetin yaklaşık yüzde 50 sine sahibiz, nüfusunun ise sadece yüzde 6.3 üne. … Bu durumda, kıskançlıkların ve içerlemelerin hedefinde olmamamız beklenemez. Gelecek dönemlerde bizim gerçek hedefimiz bu orantısız durumu sürdürebilmemize olanak verecek ilişkiler yapısını kurmak olmalıdır. … Bunu yapabilmek için bütün duygusallıklardan ve hayal kurmaktan vaz geçmeli ve her yerde dikkatimizi öncelikli ulusal hedeflerimize yoğunlaştırmalıyız. … İnsan hakları, yaşam standardını yükseltmek ve demokratikleşme gibi soyut ve gerçekçi olmayan söylemlerden vaz geçmeliyiz. Doğrudan güç kavramı ile uğraşmak zorunda kalacağımız gün çok uzakta değil. O gün geldiğinde idealistçe sloganlar tarafından ne kadar az engellenirsek o kadar iyi olacaktır. “Gelecekte Uzak Doğu bölgesindeki etkimizin öncelikle askeri ve ekonomik olacağını hatırımızda tutmalıyız. Pasifik ve Uzak Doğu’da hangi alanların bizim güvenliğimiz için mutlak yaşamsal önemde olduğunu çok dikkatli bir biçimde belirlemeli ve bu bölgelerin kontrol edebileceğimiz veya güvenebileceğimiz ellerde kalmasını sağlayacak politikalar üzerinde yoğunlaşmalıyız.[3]” George Kennan, 1948 yılında ABD’nin dünya serveti içindeki yaklaşık yüzde 50 lik dengesiz payını koruyabilmesi için izlemesi gereken reel politikanın ana hatlarını açık şekilde dile getirmiştir. ABD Başkanı D. Eisenhower (1890-1969), 5 Ocak 1957 günü kendi adı ile anılacak doktrini açıkladığı konuşmasında şu hususları vurgulamıştır; “… Son zamanlarda bir zamanlar bölgede (Ortadoğu’da) etkisi olan Batı Avrupa Devletleri’nin de katıldığı çatışmalar oldu. Ekim (1956) ayında İsrail’e büyükçe bir saldırı olması bu ülke ile Arap ülkeleri arasındaki temel görüş ayrılıklarını büyüttü. Bütün bu istikrarsızlıklar uluslararası komünizm tarafından istismar edildi. Rusya’nın yöneticileri uzun süre Ortadoğu’ya hâkim olma arayışı içinde olmuşlardır. Bu Çarlık zamanı için olduğu kadar, Bolşevikler dönemi için de bir gerçektir. … Bu olaylar Rusya’nın güvenliğini etkilememektedir, kimse Ortadoğu’yu Rusya’yı işgal için üs olarak kullanmayı planlamamaktadır. ABD böyle bir düşünceyi asla bir an bile aklına getirmemiştir. Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da veya dünyanın herhangi bir yerinde ABD’den korkması için bir neden yoktur, yeter ki bu ülkenin yöneticileri kendileri saldırıya başvurmasınlar. … Rusya’nın Ortadoğu’daki ilgisi tamamen güç gösterme politikasıdır. … 25 Mayıs 1950 de (ABD, İngiltere ve Fransa) Üçlü Deklerasyon yayınladılar, bunu 31 Ekim 1950 de Başkan’ın Suudi Arabistan Kralı’na güvence vermesi izledi. Bunlara ek olarak, 9 Nisan 1956 tarihinde Başkanlık açıklaması ile ABD’nin bölgeye yönelecek her türlü saldırıyı Anayasa’sının verdiği yetkiler çerçevesinde karşı çıkacağı açıklanmıştı. Benim 29 Kasım 1956 günü açıkladığım üzere İran, Irak, Pakistan veya Türkiye’nin politik bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditleri ABD tarafından en ciddi şekilde değerlendirecektir.[4]” Eisenhower’in bu açıklaması, Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın 26 Temmuz 1956 günü Süveyş Kanalı’nı millileştirme kararına karşı İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’a askeri müdahalede bulunmasına ABD ve Sovyetler Birliği’nin tepki vermeleri üzerine geri çekilmek zorunda kalmaları ve Aswan Barajı inşasına karşı çıkılması üzerine Nasır’ın baraj yapımı için Sovyetler Birliği ve Çin’den destek istemesinin oluşturduğu politik ve psikolojik gerginlik ortamda yapılmıştır. Açıklamanın temelinde Ortadoğu petrol varlıklarına Sovyetler Birliğini el koymaması ve bölgedeki ülkelerinden bir veya birkaçının Sovyet Rusya yanlısı hükümetler tarafından yönetilmemesi isteği yatmaktadır. Eisenhower doktrini, 1970 lerde iki petrol şokunun art arda yaşandığı ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal ettiği dönemde, ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından 23 Ocak 1980 günü Kongre’de yaptığı “Birliğin Durumu” konuşmasında çok daha güçlü olarak yenilenmiştir. Başkan Carter’in konuşmasının ilgili bölümünün Türkçe çevirisi şöyledir; “Afganistan’daki Sovyet askeri birliklerinin halen tehdit etmekte olduğu Bölge (Ortadoğu) büyük bir stratejik öneme sahiptir; dünyanın çıkarılabilir petrolünün üçte ikisine sahip bulunmaktadır. Sovyetlerin Afganistan’a egemen olma çabaları Sovyet askeri gücünü Hint Okyanusu’na 500 kilometre (300 mil) ve dolayısı ile dünyaya en fazla petrol akıtan Hürmüz Boğazı’na yaklaştırmıştır. Sovyetler Birliği stratejik bir konumu sağlamlaştırmaya çalışmaktadır. O nedenle bu durum, Ortadoğu petrolünün serbestçe sevkiyatına büyük bir tehdit oluşturmaktadır. … Bizim tutumumuz açıkça bilinmelidir: bölge dışı herhangi bir gücün İran Körfezi’nin kontrolünü ele geçirme girişimi ABD’nin yaşamsal çıkarlarına saldırı olarak kabul edilecek ve bu saldırı askeri güç dahil gerekli her türlü vasıta ile def edilecektir.[5]” Bu açıklama ile ABD, Ortadoğu petrollerine ilişkin çıkarlarını korumak için gerekirse savaşabileceğini de vurgulamıştır. Başkan Carter’in bu konuşmasını Ulusal Güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin hazırladığı da belirtilmektedir[6]. ABD Savunma Bakanlığı’nda 1989-1993 döneminde Politika Müsteşar Yardımcılığı görevinde ve George W. Bush’un ABD Başkanı olduğu yıllarda, 2001-2005 arasında Savunma Bakanlığı Müsteşarı görevinde bulunan Paul Wolfowitz, 18 Şubat 1992 tarihinde yardımcısı Scooter Libby ile birlikte, daha sonra kendi adı ile anılacak olan ve 1994-1999 mali yıllarını kapsayan Savunma Planlama Rehberi’ni hazırlamıştır. Bu rehber basına sızdığı için izleyen aylarda yeniden düzenlenmiştir. Yeniden düzenleme, bana göre, ilkeleri değiştirmeksizin sadece söylemin daha diplomatik hale getirilmesidir. Basına sızan metinde yer alan ilkelerden incelediğim konu ile ilgili olan ikisinin çevirisi şöyledir; “İlk hedefimiz Sovyetler Birliği topraklarında veya bir başka yerde eski Sovyetler Birliği ölçeğinde yeni bir rakibin ortaya çıkmasını önlemektir. Bu husus, yeni bölgesel savunma stratejinin temel ilkesidir ve kaynakları denetlendiğinde küresel bir güç yaratabilecek bir bölgenin düşman bir gücün kontrolüne geçmesini önlemeye çabalamayı gerektirir. … “Ortadoğu ve Güneybatı Asya’da temel hedefimiz bölge dışı tek egemen güç olarak kalmak ve bu bölgenin petrol kaynaklarını ABD ve Batı ülkelerinin erişimine açık tutmaktır. Bölgeye saldırıları caydırmak, bölgede istikrarı desteklemek, ABD uyruklarını ve mal varlığını korumak ve uluslararası hava ve su yollarını erişimimiz için güven altına almaktır. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin gösterdiği gibi, bölgeye bir egemen gücün veya güç ortaklığının hâkim olmasını önlemek büyük önem taşımaktadır. Bu özellikle Arap Yarımadası ile ilgilidir. Bu nedenle caydırıcılığı artırmaya ve güvenlik işbirliğini geliştirmeyi sürdüren bir rol oynamaya devam etmeliyiz.[7]” Wolfowitz doktrini, özetle, Ortadoğu petrollerinin musluğu ABD’nin denetiminde kalmalıdır demektedir. ABD Başkanı Jimmy Carter’in Ulusal Güvenlik Danışmanı (1977-1981) Zbigniew Brzezinski, 1997 yılında yayınladığı ve dilimize “Büyük Satranç Tahtası[8]” olarak çevrilen kitabında ABD’nin küresel üstünlüğünü koruyabilmesi için dikkatle izlemesi ve oluşmasını özenle önlemeye çalışması gereken gelişmeleri incelemiştir. Kitapta sayılan çeşitli olasılıklardan konumuz açısından önemli gördüğüm birkaçına kısaca değinmek istiyorum. “Amerika için en önemli jeopolitik ödül Avrasya’dır. … Artık, Avrasyalı olmayan bir güç Avrasya’daki üstün güçtür ve Amerika’nın küresel üstünlüğü doğrudan doğruya Avrasya kıtasındaki hâkimiyetinin ne kadar süre ve ne kadar etkili sürdürebildiğine bağlıdır.[9]” Çin’e yönelik iki öngörüsü de sırasıyla şöyledir; “Çin hali hazırda önemli bir bölgesel güçtür. Tarihinden aldığı büyük güçle ve Çin devletini dünyanın merkezi olarak gören bakış açısıyla daha büyük iddialarda bulunması muhtemeldir. Çin’in yaptığı seçimler Asya’daki gücün jeopolitik dağılımını etkilemeye zaten başlamıştır.[10]” Brzezinski, ABD için en tehlikeli senaryo olarak düşündüğü olasılığı ise şöyle açıklamıştır; “Rusya’nın hem Çin hem de İran ile bir koalisyon ortaklığı yapması ancak eğer ABD, Çin ve İran’ı aynı anda karşısına alacak kadar kısa görüşlü olması halinde gerçekleşebilir. Emin olunabilir ki, böyle bir olasılık dışlanamaz. ABD’nin 1995-1996 daki davranışları bu anlayışa uygun düşmektedir. O tarihlerde Amerika hem Tahran hem de Pekin’i karşısına alacak ilişkiler içinde idi. Ancak ne İran ne de Çin, istikrarsız ve zayıf olan Rusya ile stratejik işbirliği yapmaya arzulu değillerdi. Her iki ülke de böyle bir koalisyonun, taktik manevra düzenlemeleri ile belirli bir çizgiyi geçmesi halinde, gereksinim duydukları ileri teknoloji ve yatırım kapasitesine sahip daha gelişmiş bir dünya ile işbirliklerini riske atacaklarının farkındaydı. Rusya gerçekten hegemonya karşıtı koalisyon için verebileceği fazlaca bir şeye sahip değildi. … Rusya da böyle bir koalisyon halinde, kendi jeopolitik uzmanının değerlendirmesine göre, Batı’dan teknoloji ve sermaye gelişinden mahrum olacağının farkındaydı.[11]” Brzezinski, Malakka Boğazı’nın stratejik önemine ilişkin vurgusu ise şöyleydi; “Eğer Çin Malakka Boğazı’nı ve Singapur’daki jeostratejik tıkanma noktalarını kontrol ederse, Japonya’nın Ortadoğu petrollerine ve Avrupa pazarlarına ulaşımını da kontrol edecektir.[12]” Brzezinski, kitabında etnik yapıları nedeni ile ciddi sorun yaşayabilme olasılıkları olduğunu belirterek dokuz ülkeyi Avrasya’nın Balkanları olarak tanımlar. Bu ülkeler sırasıyla Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Afganistan’dır. Kitapta ayrıca, Avrasya Balkanlarına eklenebilecek potansiyel adaylar olarak Türkiye ve İran da gösterilmiştir[13]. Siyasi tarihten bilindiği üzere, “Balkanlar” sözcüğü, kavga, savaş, istikrarsızlık coğrafyası anlamına kullanılmaktadır. Brzezinski’den yapacağım son alıntı Ukrayna’nın stratejik önemine yöneliktir; “Ukrayna’nın bağımsızlığını korumadaki kararlılığı da dış destekle de güçlendiriyordu. Her ne kadar Batı, özellikle de Birleşik Devletler başlangıçta bağımsız Ukrayna devletinin jeopolitik önemini kavramayı ağırdan aldıysa da, 1990 ların ortalarında hem Amerika hem de Almanya Kiev’in ayrı kimliğine güçlü birer destek oldular. Temmuz 1996 da ABD Savunma Bakanı şu açıklamayı yaptı: ‘Avrupa’nın tümünün güvenliği ve istikrar için Ukrayna’nın bağımsız bir devlet olmasının önemi küçümsenemez’[14]” 1997 yılında yayınlanan Brzezinki’nin “Büyük Satranç Tahtası” günümüzde petrol ve doğal gaz kaynaklarını ve dünyaya sunum yolarını denetlemeye yönelik yürütülen savaşları olarak sahneye konulan oyunları anlama ve yorumlamaya yardımcı olan değerli bir incelemedir. 2001-2009 döneminde ABD Başkanı George W. Bush’un Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Dick Chenney, 1999 yılında Halliburton Şirketi’nin Başkanı iken Londra’da Institute of Petroleum’da yaptığı bir konuşmada Ortadoğu’nun gelecek için ne denli önemli taşıyacağını şu cümlelerle ifade etmiştir: “Mevcut petrol rezervlerinden yapılacak üretimlerde, muhafazakâr bir tahminle, doğal olarak yüzde 3 dolayında düşüşün olacağı yıllarda dünya petrol talebinde yıllık yüzde 2 düzeyinde artışın devam edeceği tahmin edilmektedir. Bunun anlamı 2010 lu yıllarda günde 50 milyon varil dolayında ek bir petrole gereksinim doğacaktır. Bu petrol nereden gelecektir? Hükümetler ve ulusal petrol şirketleri mevcut petrol varlıklarının yüzde 90’ına yakınını kontrol etmektedirler. Petrol, temelinde bir hükümet işidir. Dünyanın birçok bölgesi büyük petrol fırsatları sunsalar da Ortadoğu en düşük maliyetle üretilen dünyanın üçte iki boyutundaki petrolüne sahip olarak halen ödülün bulunduğu yerdir. Şirketler büyük bir heyecanla bu bölgeye girme beklentisinde ise de süreç yavaş ilerlemektedir.[15]” ABD Başkanı George W. Bush (2001-2009) döneminde 2001-2005 yılları arasında önce ulusal güvenlik danışmanı ve daha sonra da 2005-2009 döneminde Dışişleri Bakanı olarak görev yapmış bulunan Condoleezza Rice’ın, 2006 yılında, Lübnan ve İsrail arasındaki çatışmaların sürdüğü sıralarda İsrail’e yaptığı ziyaretteki basın toplantısında, “Şu anda burada gördüğümüz şey bir bakıma ‘Yeni Ortadoğu’nun doğum sancılarıdır’, ne yaparsak yapalım emin olmalıyız ki Yeni Ortadoğu’yu ortaya çıkarıyoruz ve eskisine geri dönülmeyecektir[16]” görüşlerini ifade ettiği belirtilmektedir. Anımsanacağı üzere, aynı yılın Haziran ayında, İtalya’daki NATO Savunma Koleji’nde bir konferans veren ABD’li emekli Yarbay Ralph Peters, Ortadoğu’nun bölünmüş ve parçalanmış bir haritasını göstermiştir. Bu parçalanma senaryosu Harita 2 de yer almaktadır. ABD makamları bu haritanın kendi görüşlerini değil yarbayın kişisel görüşlerini yansıttığını belirtmişlerdir.

Harita 2

Kaynak: Emekli Yarbay Ralph Peters’ın The Armed Forces Journal’ın Haziran 2006 sayısında yayınlanan makalesindeki haritadır.

Condoleezza Rice, Dışişleri Bakanlığı görevini sürdüğü sırada ABD’nin dış politika konusunda önde gelen dergisi Foreign Affairs’inde 2008 yılında yayınladığı “Ulusal Çıkarı Yeniden Düşünme-Yeni bir Dünya için Amerikan Gerçekçiliği” başlıklı 25 sayfalık makalesinde Ortadoğu konusunu da değerlendirmiştir[17]. Bu bağlamda, makalede, 60 yıldır gerek Demokratların ve gerek Cumhuriyetçilerin yönetimlerinde ABD’nin Ortadoğu’da, bölgede istikrarı sürdürmek adına otoriter rejimleri desteklediği, ancak 11 Eylül sonrasında bölgedeki ülkelere verilen desteğin sahte bir istikrara yol açtığının görüldüğünü ve Bölge’de politik düşünceleri ortaya koyabilecek yasal kanalların bulunmadığını, ancak bunun Bölge’de siyasi etkinlikler olmadığı anlamına gelmediğini belirtilerek köktenci medreseler ile camilerde politik etkinlerin yapıldığı görüşleri ifade etmiştir. Rice makalesinde Büyük Ortadoğu’da demokratikleşme ve modernleşme amacına yönelik isteksizlik gözlemlendiğini, bu hedeflere ulaşılmasının güç olduğunu, bunun bir kuşak veya daha uzun bir süre alabileceğine dikkat çekmiştir. Rice, makalesinde Bölge için hedefi Amerika belirlemediği taktirde, buna kimsenin teşebbüs etmeyeceği anlayışını da dile getirmiştir. Bu ifade de Ortadoğu için hedefin ABD tarafından belirleneceğini açıkça dile getirmektedir. Rice, akademik kariyerine döndükten sonra 2012 yılında yayınladığı diğer bir makalede, Suriye’nin Ortadoğu’yu bir arada tutmak için önemli olduğunu belirterek, bu ülkedeki iç savaşın bilinen Ortadoğu’nun bölünüp parçalanmasının son öyküsü olabileceğini ve Bölgenin bir arada tutulması ve hoşgörü, özgürlük ve daha sonra da demokratik bir istikrarın daha sağlam bir temeli üzerinde yeniden inşası fırsatının kaçmakta olduğunu da dile getirmiştir[18]. İsrail Savunma Bakanı Moshe Ya’alon Ekim 2014 ayında NPR’a (National Public Radio) verdiği söyleşisinde, “Gelecek yıllarda Ortadoğu’da sınırların değişme olasılığı var mı” sorusuna, “Evet, kesinlikle. Sınırlar halen değişmiş durumda. Suriye’yi birleştirebilir misiniz? Başar Esad Suriye topraklarının sadece yüzde 25 ini kontrol ediyor. …[19]” Bakan’ın aynı söyleşide şu görüşü de ifade ettiği haber kaynağında yer almaktadır; “Libya yeni kurulmuştu, I. Dünya Savaşı’nın sonucunda Batı yarattı. Suriye, Irak aynı şekilde ve şimdi görmekte olduğumuz bu Batı düşüncesinin çöküşüdür.[20]” ABD dış politikası uzmanlarını bünyesinde barındıran ve Hükümetlerden bağımsız bir kuruluş olan “Dış İlişkiler Konsey”i, iki uzmanın hazırladığı “ABD’nin Çin’e Yönelik Büyük Stratejisi’ni Gözden Geçirme” başlıklı raporu Mart 2015 de yayınlamıştır[21]. Rapor, Çin’in ABD’nin yaşamsal ulusal çıkarlarına meydan okuduğu savını ileri sürerek alınması gereken bir seri önlemleri önermektedir. İncelediğim konu ile ilgili olan birkaç öneriye burada yer vermek istiyorum. “Ortadoğu’daki kargaşa ve Rusya ile mevcut gerginliğe rağmen, Başkan, gelecek on yıllarda ABD’nin karşılaşmış olduğu en büyük stratejik meydan okumayı yönetmeye yoğunlaşmalıdır.[22]” Bu ifade ile Çin’in hedef alındığı anlaşılmaktadır. Diğer bir öneri, “… Çin’e yönelik olarak yeni bir teknoloji kontrol mekanizması kurulmalıdır.” Anımsanacağı üzere, Sovyetler Birliği döneminde de bu ülkeye teknoloji ihracına ambargo uygulanmıştı. Bir başka öneri, “ABD enerji devrimi, ABD’nin müttefik ve dostlarına gaz ve petrol sunumu önündeki engeller kaldırılarak Asya’da kalıcı bir jeopolitik kazanca dönüştürülmelidir.” Aslında bu rapor da okunması gereken önemli bir belgedir. Buraya kadar sizlere ABD’nin petrol kaynaklarını denetleme konusunda oluştura geldiği politikaları açıkladım. Benzeri bilgiler zincirini ne yazık ki Çin, Rusya ve Hindistan için sunamıyorum. Bunun nedenlerinin başında anılan ülkelerin dillerini bilmediğim için o dillerdeki yayınlarında petrol kaynaklarını denetleme konusunda yer alan bilgilere ulaşamam mümkün olamadı. Ayrıca, o ülkelerde yayınlar ve basında ABD ölçeğinde bilgi sunulup sunulmadığını da bilmiyorum. Sanırım, o ülkeler de petrol ve doğal gaz kaynaklarını denetleme konusunda ABD kadar kararlı stratejiler oluşturmuş ve uygulamaya çalışmaktadırlar. Çünkü o ülkeler de “ulusal çıkar” kavramı konusunda en ABD kadar duyarlıdırlar. Sizlere yer alan bazı gelişmeler hakkında bilgi sunarken, bu ülkelerin yaklaşımlarına ilişkin bazı tutumları yine Batı kaynaklarından yararlanarak aktarmaya çalışacağım. Anımsayacağınız üzere, Arap Baharı uygulamaları başlamasında bir süre önce dünyanın çeşitli yerlerinde “renkli devrimler” ortaya çıkmıştı. Bunlardan konumuzla ilgili olan ikisini kısaca anımsatmak istiyorum.

Ukrayna

“Orange” veya Türkçe adı ile Portakal rengi devrimi Ukrayna’da Kasım 2004 ile Ocak 2005 arasında uygulanmıştı. 2004 yılında Ukrayna’da iki turlu Başkanlık seçimleri yapılmıştı. İkinci tur sonuçları yoğun tartışmalar konu olmuş, seçimler iptal edilip muhalefet lideri Viktor Yushcenko başkan ilan edilmişti. 2004 yılından bu yana Ukrayna’da ABD, Avrupa Birliği ve Rusya’nın çıkar çekişmesi kesintisiz bir şekilde sürmüştür. Son yıllarda bu çekişme taşeronların devreye girdiği yarı iç savaş konumuna dönüşmüş bulunmaktadır. İncelediğimiz konu kapsamında bu ülkede sergilenen uluslararası çıkar çatışmalarını tetikleyen unsurların, bana göre, neler olduğunu kısaca açıklamaya çalışacağım. Ukrayna’nın Avrupa Birliği ve ABD için stratejik önemi konusunda Brzezinski’nin saptamalarına yukarıda değinmiştim. O gözlemi aklımızda tutarak, onlara şu bilgileri ekleyebiliriz. Ukrayna, Harita 3 den de görüldüğü üzere, Rusya’dan Avrupa’ya giden doğal gaz boru hatlarının en yoğun olduğu coğrafyadır. Anımsanacağı üzere çok soğuk geçen 2009 kışında Ukrayna ile Rusya arasında doğal gaz fiyatları konusunda tartışma çıkmıştı ve sorun çözülemeyince de Rusya Ukrayna’nın gazını kesmişti. Bu gaz kesintisi sadece doğal gaz gereksinimin yüzde 70 ini Rus gazı ile karşılayan Ukrayna’yı etkilemekle kalmamış, tüm Avrupa etkilenmişti. Zira Rusya, Avrupa Birliği’nin doğal gaz ithalatının yüzde 31, ham petrol ithalatının yüzde 27 sini, kömür ithalatının yüzde 24 ünü ve uranyum ithalatının yüzde 30 unu sağlamaktaydı[23].

Harita 3

Kaynak: News.bbc.co.uk

Bu bilgiler de açıkça ortaya koymaktadır ki, Ukrayna Avrupa Birliği’ne Rus doğal gazının sunumunda büyük bir stratejik öneme sahiptir. Ukrayna, sadece Rus gazının Avrupa’ya pazarlanması bakımın kritik bir coğrafya değildir, bu ülke aynı zamanda Hazar havzası petrolünün Avrupa’ya pazarlanabilmesi için alternatif bir güzergâh da oluşturmaktadır. Ukrayna’nın 2004 den bu yana politik kargaşa içinde olması ve ABD ile AB’nin ülkenin iç politikasına açıktan ve dolaylı karışması sonucu Rusya için riski artan bir coğrafya haline de gelmiştir. O nedenle Rusya Karadeniz savaş filosu için önemi büyük olan Kırım’ı işgal etme yoluna gitmiş ve ayrıca Avrupa pazarlarına doğal gaz sunmak için, güzergahı Harita 4 de yer alan, alternatif 21.6 milyar dolarlık ve 1480 mil uzunluğunda inşa edilecek olan “Güney Akım” projesini uygulamaya koymuştur. Rusya’nın bu alternatif doğal gaz boru hattını başta İtalya’nın devlet kuruluşu olan ENI S.p.A. şirketi ve doğal gaza susamış yedi Avrupa ülkesi daha destek vermişlerdir. Alman Siemens firmasının boru hattı ile ilgili bazı gereçleri satacağı da ileri sürülmektedir[24].

Harita 4

Kaynak: Gazprom web sitesi, South Stream pipeline map.

Bu gelişmelerin yer aldığı süreçte, Ukrayna’nın, ABD’nin Chevron petrol şirketi ile Oklesky’deki tortulu şist (shale) yataklarından gaz üretim anlaşması imzaladığı ve benzeri anlaşmaların daha önce de Shell ve Exxon-Mobil şirketleri de yapıldığı belirtilmektedir[25]. Bu yataklardan gaz üretiminin 2020 başlayacağı da ileri sürülmektedir. ABD şirketlerinin Ukrayna’da gaz üretmesi hem bu ülkenin doğal gazda Rusya’ya bağımlılığını ortadan kaldırabilecek, hem de Rusya’nın gaz ihracatına ciddi bir rakip çıkaracaktır. Bu arada ABD’nin ülkesindeki zengin tortulu şist yataklarından üretmeye başladığı doğal gazı sıvılaştırılmış olarak Avrupa pazarlarına sunma hazırlıkları da mevcuttur. Bu bağlamda, ABD, sıvılaştırılmış gaz ihracatı için halen 7 firmaya izin vermiş ve 30 firmanın da başvurusunun incelendiği belirtilmektedir[26]. ABD’nin Ukrayna’da gaz üretimine başlama girişimi ve Avrupa’ya sıvılaştırılmış gaz ihraç projesi, Rusya’nın Avrupa pazarlarındaki gücüne ciddi bir darbe oluşturacaktır. Ancak, sıvılaştırılmış gaz fiyatlarının, boru hatları ile sevk edilen gazdan daha yüksek olacağı ve rekabette zorlanılacağı da ileri sürülmektedir. Ayrıca, ABD’nin Rusya ve İran’ın ekonomik gücünü zayıflatmak amacıyla, Temmuz 2014 den başlayarak petrol ve doğal gaz fiyatlarını 50 dolar dolayına düşürmek amacıyla Suudi Arabistan ile birlikte başlattığı sunum fazlalığı politikası, ABD’deki tortulu şist gazı üreten firmaların mali durumunu da ciddi şekilde bozmuştur. Bunun sonucu olarak bazı ABD’li firmaların tortulu şistten gaz üretimlerini durdurdukları da belirtilmektedir. Bu arada uzun süredir süren iç savaş ortamı Ukrayna’nın ekonomik durumuna da ciddi darbe vurmuş ve dış borçlarını ödeyemez duruma getirmiştir. Bu açmazdan kurtulabilmek için Ukrayna, IMF ile üç yıllık yeni bir stand-by Anlaşması yaparak 17.5 milyar dolarlık bir kredi almış ve bunun 5 milyar dolarını Şubat 2015 de çekmiştir. IMF ile anlaşmaya göre, Ukrayna, Naftogaz’ın yıllık 4 milyar dolayındaki açığını kapatabilmek için gaz satış fiyatlarını yüzde 300 oranında yükseltmek zorunda ve ayrıca petrol ve doğal gaz üretmekte olan kamu şirketlerine de devlete yüzde 70 oranında royalti ödeme yükümlülüğü getirilmiştir[27]. Gaz satış fiyatlarına yapılan bu sıra dışı zam ve kamu şirketlerine yüklenen royalti ödemeleri tüketicileri ve şirketleri ciddi şekilde olumsuz etkileyeceği için Ukrayna’da yeni huzursuzlukların kaynağı olabilir. Son zamanlarda basında yer alan bir haberde, Ukrayna’daki iç çatışmalara İŞİD militanlarının katıldığına ilişkin iddialar da ileri sürülmektedir[28]. Ukrayna, stratejik madenler ve mineraller açısından da büyük önem taşıyan bir ülkedir. Ukrayna, 2013 yılı üretimi ile dünyanın ham çelik üretiminde 10 uncu ülke konumundadır. Kaliteli çelik üretimi için gerekli olan manganez rezervleri 2,200 milyon ton ile dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alan Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ciddi bir üretim düşüşü yaşamıştır. 2012 yılı sonu verilerine göre yıllık 580,000 ton üretim ile dünyada 7 nci sıradadır. Ukrayna’nın Velikotokmakskoye manganez yataklarının 1.5 Gt rezerve sahip olduğu belirtilmekte ve Çin’in, bu rezervlerin bir bölümünü işletmek üzere 500 milyon dolarlık yatırım yapmayı düşündüğü ileri sürülmektedir[29]. Ayrıca, Ukrayna alûminyum, titanyum, uranyum gibi stratejik minerallere de sahip bir ülkedir[30]. Başlangıçta da belirttiğim üzere stratejik maden ve minerallerin denetlenmesi savaşı da hidrokarbon kaynaklarını denetlemek için verilen savaşlar kadar yoğun ve şiddetli bir mücadeledir. O nedenle, Ukrayna’da yaşanmakta olan iç kargaşaya sadece enerji kaynakları ve ulaşımı yönünden bakmak konuyu tek gözle bakarak anlamaya çalışmak olur. Brzezinski’den yaptığım alıntılardan birisinde ABD için en endişe verecek senaryolardan birisi olarak Rusya, Çin ve İran’ın bir koalisyon oluşturması olduğu ifade edilmişti. Rusya, Mayıs 2014 ayında Çin ‘e yılda 38 milyar metreküp doğal gaz taşıyacak ve 400 milyar dolar maliyetli POS boru hattı yanında döşeme anlaşması imzalamıştır[31]. Yine Rusya, Kasım 2014 de Çin ile imzaladığı bir anlaşma ile Batı Sibirya’dan Kuzey Batı Çin’e döşenecek 300 milyar dolar maliyetli ve yılda 30 milyar metreküp gaz taşıyacaktır. Rusya’nın Çin ile yıllık 68 milyar metreküplük doğal gaz anlaşması imzalaması, gerek Ukrayna ve gerek Avrupa ülkeleri için ciddi bir endişe kaynağıdır. O nedenle, Güney Akım projesi için Avrupa ülkeleri ABD baskısına direnç göstermektedirler. Bunlara ek olarak Rusya ile Çin Mayıs 2015 ayının ikinci yarısında Akdeniz’de ortak bir donanma tatbikatı yapmışlardır. Bunlara ek olarak Rusya ve İran’a uygulanan ambargolar da iki ülke arasındaki ilişkileri olumlu etkileyecek bir ortam yaratmıştır. Çin de, İran’da petrol ve doğal gaz için büyük yatırımları nedeni ile bu ülkeye uygulanan ambargodan mutlu olmamıştır. BRICS ülkeleri arasındaki giderek gelişen işbirliği de Çin ve Rus yakınlaşmasını etkileyen bir unsurdurDolayısı ile Brzezinski’nin endişe ettiği senaryo geniş ölçüde, yine Brzezinski’nin öngördüğü şekilde ABD’nin izlediği politikalar sonucu geniş ölçüde yaşama geçmiş görünmektedir.

Myanmar

1948 yılında İngiliz sömürgesi olmaktan çıkıp bağımsız devlet konumuna gelen Myanmar veya eski adıyla Burma 1960 lı yıllardan beri askeri diktatörler tarafından yönetile gelmiştir. Zaman zaman seçimler yapıldı ise de askeri rejim seçimi kazananlara iktidarı devretmemiştir. Myanmar’da petrol üretimi 1871 yılında, İngilizler tarafından daha sonra ismi Burmah Petrol Şirketine değiştirilecek olan, Rangoon Petrol Şirketini kurulması ile başlamıştır. Ülke 1970 yılından beri de doğal gaz üretmektedir[32]. Myanmar yönetimi 1990 lı yıllarda Maltaban Körfezi’ndeki doğal gaz yataklarını işletme ayrıcalıklarını Fransa’nın Elf-Total Şirketi ile İngiltere’nin Premier Oil Şirketine vermiştir. Bu düzenlemeden kısa süre sonra da rezerv kapasitesi 5 trilyon kübik feet olan Yadana ve Yetagun gaz rezervlerini işletme ayrıcalığı da ABD’nin Texaco ve Unocal (bu şirket 2000 li yıllarda Chevron tarafında satın alınmıştır) şirketlerine verilmiştir. Amerikan şirketleri 2002 yılında Yetagun projesinden çekilme kararı almışlar ve Malezya’nın Petronas şirketi de İngiliz şirketi Premier Oil’ın yüzde 27 lik hisselerini satın almıştır[33]. 2005 yılında Çin, Tayland ve Güney Kore Myanmar’ın petrol ve doğal gaz sektörüne yoğun yatırımlar yapmışlardır. Yadana sahası Elf-Total şirketi tarafından işletilmeye devam etmektedir. Yetagun ise Petronas ve Myanmar’ın devlet şirketi olan MOGE (Myanmar Oil and Gas Enterprise) ve Japon şirketi Nippon Oil ve PTT-EP şirketleri tarafında işletilmektedir. 15 Ağustos ve 26 Eylül 2007 tarihleri arasında, Myanmar’da “Safran Devrim” girişimi yaşandı. Bu olayların safran rengi ile tanımlanmasının nedeni Budist rahiplerin giysilerinin bu renkte olmasıdır. Çin’in ithal etmekte olduğu petrolün yüzde 80 i Malakka Boğazı’ndan geçmektedir. Bu boğaza ilişkin bilgiler Harita 1 den anımsanabilir. Bu boğazın en dar yeri olan Phillips Kanalı’nın genişliği sadece 1.7 mil (3 km.den biraz fazla) olup yılda 60,000 gemi (günde ortalama 164 gemi) geçmesi nedeniyle, çarpışma, karaya oturma, korsanlık, sabotaj, kaçırılma ve petrol sızıntı riskleri ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu boğazı kapatacak bir olay, bir yandan petrol fiyatlarını, diğer yandan tanker taşıma ücretlerini ciddi bir şekilde yükseltebilecektir[34]. 2005 yılında Boğaz’ın güvenliğini yükselten önlemler alınmış olsa bile riskler tümüyle ortadan kalkmamıştır. Bu boğazın güvenliği Çin, Hindistan, Japonya, Endonezya gibi bölge ülkelerini olduğu kadar ABD’ni de yakından ilgilendirmektedir. Çin, Basra Körfezi’nden ve Afrika’dan gelen petrolleri için daha güvenli bir güzergâh olarak da Myanmar’dan başlayan ve ülkesindeki sanayi bölgelerine ulaşan bir petrol boru hattı projesini uygulamaya başlatmıştı. Çin petrol ve doğalda güvenliğini yükseltebilmek için 2004 yılından beri Myanmar ile işbirliğini geliştirmeye özen göstermişti. Bu bağlamda 2004 yılında iki ülke arasında görüşmeler başlamış ve 2005 yılında PetroChina ile Myanmar Hükümeti arasında 30 yıllık doğal gaz satın alma anlaşması imzalanmıştır. Bu süreç devam ederken, Myanmar, Bengal Körfezi’ndeki Shwe doğal gaz rezervlerinden iki blokta doğal gaz arama ve üretme hakkını Hindistan’a vermişti. Ancak, Hindistan üretilecek doğal gazı boru hatları ile Bangladeş üzerinden taşımak için anılan ülke ile yaptığı görüşmelerde istenilen sonuca ulaşılamayınca söz konusu doğal gaz sözleşmesini uygulamaya koyamamıştı. 2005 yılında imzalanan anlaşmaya dayanarak PetroChina ve CNPC (Çin Ulusal Petrol Şirketi) ile Shwe doğal gaz yataklarını bir bölümünü işletmekte olan Daewoo Uluslararası Konsorsiyumu ile 2008 yılı sonunda bir sözleşme imzalanmıştır. Bu gelişmeler üzerine Myanmar’dan Çin’e doğal gaz ile Çin’in Afrika ve Basra Körfezinden ithal etmekte olduğu petrolü taşıyacak iki boru hattının sırasıyla 1.5 ve 1.04 milyar dolara yapımı hususunda da Çin ve Myanmar Hükümetleri anlaşmaya varmışlardır. Bu anlaşmalara göre, doğal gaz boru hattı Haziran 2013 te ve petrol boru hattı da Ağustos 2014 de işletmeye alınacaktı. Bu boru hatlarının başlangıç ve bitim noktaları ile geçeceği yerler Harita 5 de yer almaktadır. Çin ve Myanmar arasında doğal gaz satın alma anlaşma görüşmelerinin başlaması ile Safran Devrim girişimin aynı zaman diliminde olması herhalde sadece bir rastlantı olmalı. Yine ilginç bir rastlantı olarak Safran Devrimini başlatan rahipler sokaklarda iken ABD, Hindistan, Avustralya, Japon ve Singapur donanmaları ABD uçak gemilerinin de katıldığı Malabar 7 deniz tatbikatı, Japonya’nın Çin’ın karşısındaki Okinawa adası açıklarında gerçekleştirdiler[35]. 2002 Yılından beri her yıl yapıla gelmekte olan bu tatbikat ilk kez Hint Okyanusu dışında yapılmış oldu.

Harita 5

Haritaya kaynaktaki yazıdan ulaşılabilir

Kaynak: Global Times “New China-Myanmar pipeline opens” Source: CFP Graphics: 21 October 2013.

Anımsanacağı üzere, 2012 yılının Mayıs sonu Haziran ayı başlarında Myanmar’ın Arakan Eyaleti’nde, azınlık konumunda olan ve vatandaşlık statüsü verilmeyen Rohingya Müslümanları ile Rakhine Budistleri arasında Sittwe bölgesinde birbirlerinin evleri yakacak noktaya gelen ciddi çatışmalar yaşanmış ve Müslümanlar Bangladeş’e sığınmaya çalışmış ise de bir bölümü, Reuters’in haberine göre, o ülke tarafından geri gönderilmişti[36]. Resmen açıklanan rakamlara göre Bangladeş’te 7,000 dolayında Rohingya Müslümanı olduğu söylenmesine karşılık, Birleşmiş Milletler kaynakları bu sayının 300,000 dolayında olduğunu tahmin etmektedir[37]. Yine Birleşmiş Milletlerin tahminlerine göre 100,000 den fazla Rohingya Müslümanın deniz yolu ile ülkeden kaçmıştır. 2012 yılındaki bu olaylar sırasında yüzlerce Rohingya Müslümanın öldüğü ve 140,000 dolayının da evsiz barksız kaldığı belirtilmektedir[38]. Mayıs 2015 ayında Andaman Denizinde binlerce Rohingya Müslümanının balıkçı teknelerinde tıklım tıklım dolu olarak aç sefil dolaştığı ortaya çıkmıştır. Bu teknelerdekilere Endonezya, Tayland ve Malezya sığınma hakkı vermeyi kabul etmemektedir. Üç ülkenin diplomatlarının konuyu görüşmekte oldukları açıklanmaktadır. Myanmar’daki Budist rahiplerin Rohingya Müslümanlarının ülkeye şeriat getirecekleri söylemleri ile tansiyonu yükselttikleri ileri sürülmektedir[39]. Arakan’da yerleşik bu etnik kökenleri ve inançları farklı gruplar, bu bölgede asırlardır, iyi geçinmeseler ve dostane yaşamasalar ve zaman zaman çatışsalar da bir arada yaşayagelmişlerdir. Askeri diktatörlüğün hükümran olduğu son 60 yılı aşkın dönemde de 2007 den beri yaşanmakta olan düzeyde ciddi sorunlar yaşanmamıştır. Ancak Arakan Eyaleti ve olayların yaşandığı Sittwe bölgesinde 2004 yılından bu yana çok önemli gelişmeler yer almıştır. Arakan Eyaleti’nin kıyısında bulunduğu Bengal Körfezi çok zengin doğal gaz rezervlerine sahiptir ve bu rezervler Çin ulusal petrol şirketleri ile Myanmar’ın ulusal kamu şirketi MOGE tarafından ortaklaşa işletilmeye başlanacaktır. Ayrıca biraz önce de değindiğim üzere Arakan Eyaleti’nin başkenti olan Sittwe limanından başlayan ve Çinin Yunnan Eyaletine uzanan petrol ve doğal gaz boru hatlarının inşaatları bitme noktasına yaklaşmıştı. Çin’in ayrıca Sittwe liman kentinde önemli yatırımları da mevcuttu[40]. Görüldüğü üzere, Myanmar’da 2007 Safran Devrimi ve 2012 Arakan Eyaleti’ndeki etnik ve inanç çatışmaları, Çin ile Myanmar’ın büyük ortak projeler uyguladıkları yerlerde ve dönemlerde ortaya çıkmaktadır. Aslında gerek Ukrayna ve gerek Myanmar’daki renkli devrim girişimleri birer kitap boyutunda ele alınması gereken konulardır. Renkli devrim girişimleri kadar, 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan/başlatılan “Arap Baharı” projesi de yoğun olarak petrol ve doğal gaz kaynaklarının ve bu kaynakların dünya pazarlarına sunum yollarını denetleme kavgası ile ilgilidir. Birçok petrol uzmanı Arap Baharı projesinin bir ABD projesi olduğunu ileri sürmektedir[41]. Bugün sizlere ağırlıkla, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da çok kanlı olayların yaşanmasına, milyonlarca ailenin yaşamının alt üst olmasına yol açan ve halen dahi bazı ülkelerde sürdürülmekte olan Arap Baharı uygulamalarını tüm ülkelerde değil, seçmiş olduğum bazı ülkeler temelinde kısaca değerlendireceğim. İnceleme kapsamına dahil etmediğim bazı ülkelerde yaşananlar, inceleyeceğim ülkelerden çok daha vahim gelişmelere konu olmuş ve çok daha ağır insani kayıplara ve ekonomik yıkımlara konu olmuştur. Ancak konuşmanın sınırları göz önüne alındığında zorunlu olarak seçim yapmak durumundaydım.

Irak

Irak, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz himayesinde iken 1921 yılında kurulan krallığın Şubat 1958 de darbe ile yıkılmasından bu yana sürekli olarak diktatörler tarafından yönetile gelmiştir. 1979 yılından 2003 yılına kadar Saddam Hüseyin’in yönetimi altında kalmıştır. Irak-İran savaşı iki ülke arasında uzun yıllardan beri devam eden sınır sorunları nedeni yanında Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in devrilmesi amacıyla 1980 yılında başladı ve 9 yıl süre ile taraflardan birisinin üstünlük sağlayamadığı bir kaynak, zaman ve insan israfına yol açan süreç olmuştur. Bu savaşın tek kazananı her iki ülkeye de açıktan ve gizlice silah satan ülkeler ve tüccarlar olmuştur. Kaybeden taraf ise iki ülkenin insanları olmuştur. Zira savaşa harcanan kaynaklar ülke kalkınması ve bireylerin refahından kısılarak sağlanmıştır. Irak, 1990 yılında Kuveyt’e saldırmış ve işgal etmiştir. Bu saldırının temelinde de Kuveyt’in Irak sınırında bulunan ve Irak’ın topraklarına da geçmiş bulunan petrol kuyularından petrol çaldığı iddiası yatmaktaydı. Bunun üzerine ABD liderliğinde 34 ülkenin katılımı ile oluşturulan bir askeri güç ile Irak’ın Kuveyt’i işgaline son verilmiştir. Bu harekât sonrasında Irak’ın herhangi bir ülkeye yeni bir askeri saldırıda bulunmasına engel olacak bir seri önlem alınmıştır. Bu bağlamda uçuşa yasak bölgeler, ambargo ve Irak’ın petrol gelirlerine el koyma gibi tedbirler uygulanmıştır. İzleyen dönemde, Irak’ın Kuveyt’i işgalinin nedenleri tartışılmıştır. Bu tartışmalar devam ederken Batı ülkeleri başta ABD ve İngiltere olmak üzere, Irak’ın kitle imha silahları stokuna sahip olduğu iddialarını ortaya atmışlardır. Irak işgal edildikten sonra, Batı basınında Saddam Hüseyin’e ABD Büyükelçisi ile yaptığı görüşmede, Kuveyt ile yapılacak diplomatik müzakerelerde tatminkâr bir sonuç alınamadığı takdirde Irak’ın anılan ülkeye askeri harekât yapmasına göz yumulacağı izlenimi verildiğini ileri süren haberler yer almıştır[42]. Iran-İran savaşının son döneminde 1997 yılında Rusya, Çin ve Fransa BM kısıtlamaları ortadan kalkınca yararlanmak üzere petrol ayrıcalıkları elde ettiler. Buna göre, Rusya’nın Lukoil şirketi Batı Kurna, Çin’in CNPC şirketi Kuzey Rumalia ve Fransa’nın TotalFinaElf şirketleri de Mecnun bölgelerinde mevcut işletmeleri iyileştirmek veya rezervleri geliştirme sözleşmeleri imzaladılar[43]. Irak’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi üç ülkeye ülkesinde petrol arama ve pazarlama ayrıcalığı vermesinin önde gelen nedeni bu ülkeler aracılığı ile Birleşmiş Milletlerin Irak’a uyguladığı kısıtlamaları kaldırtabilmekti, ancak bu beklentiler ABD ve İngiltere’nin karşı çıkmaları nedeniyle gerçekleşmedi. Bu arada, uygulanan B.M. yaptırımları ayrıcalık alan firmaların arama çalışmaları yapmalarına ciddi engeller oluşturduğu için Irak Aralık 2002 de üç Rus firması ile olan sözleşmelerini iptal etti[44]. Buna rağmen Rusya, firmalarının hakkını ABD ile görüşmelerinde daima gündemde tutmayı sürdürdü[45]. Aslında birçok Rus devlet şirketleri Irak ile petrol arama ve çıkarma konusunda ilke anlaşması sağlamıştı, ancak bunlardan bir kısmı ile sözleşme imzalama aşamasına gelinmişti. 2003 yılında ABD ve İngiltere, Birleşmiş Milletler Denetleme Heyetinin aksini rapor etmesine rağmen, Irak’ta kitle imha silahları olduğu savını ileri sürerek “Irak’a Özgürlük” harekâtını düzenleme girişimleri başlattılar. Bu süreçte, Çin ve Rusya’nın Irak’ta Saddam Hüseyin yönetiminden elde ettiği ayrıcalıkların geçerli kalıp kalmayacağı da gündeme geldi, ancak ABD bunun mümkün olmayacağını belirtmesine tepki olarak Çin ve Rusya diğer nedenlerin yanında bu sebeplerle de operasyona karşı çıktılar. Sonuçta 2003 yılında “Irak’a Özgürlük” harekâtı uygulandı ve Irak işgal edildi ve 2011 yılından başlayarak kademeli asker çekme yoluna gidildi ise de bir miktar asker bırakıldı ve bunlara ek olarak özel şirketlerin koruma birlikleri de Irak’ta kalmaya devam etti. Bu işgal süresinde Saddam Hüseyin ve yakın arkadaşları yargılandı ve idam edildi. Saddam Hüseyin’in ABD’nin nefretini kazanması sadece Kuveyt’i işgal etmesi ve Çin, Rus şirketlerine ülkesinde petrol ayrıcalıkları vermesinden kaynaklanmıyordu, Saddam Hüseyin yönetimi Eylül 2000 ayında, B.M. kısıtlaması ile satılan petrollerin ABD doları ile değil avro ile ödenmesini talep etti[46]. Bu ABD ye savaş ilan etmekle eş değer bir açıklama idi, zira başta petrol olmak üzere dünya ticareti ağırlıkla dolar üzerinden yapılmakta idi, bir ülkenin doları reddetmesi diğer ülkelere yayılabilir ve bu ABD dolarının önde gelen rezerv para olma statüsünü ciddi biçimde sarsarak ABD’nin hegemonyasına büyük bir darbe oluştururdu. Irak’ın işgalinin ve Saddam Hüseyin’in devrilmesinin önde gelen nedenlerinin, “kitle imha silahlarının” varlığı ve Irak halkını özgürlüğe kavuşturmak değil, eski ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan’ın[47]kitabında belirttiği gibi, Irak petrollerinin ele geçirilmesi, Irak petrol üretiminin Rusya ve Çin gibi ülkelerce kontrol edilmesini önlemek ve Irak’ın petrol satışlarını avro üzerinde yapmasını engellemek olduğu son yıllarda yoğun olarak yayınlanan yazıların konusu olmuştur. Irak’ın 2003 yılında işgal edilmesinden bu yana Irak istikrar yüzü görmedi ve son zamanlarda da terör örgütlerinin cirit attığı bir ülke konumuna geldi. Irak halkı Kuveyt işgalinden bu yana çok ağır bedeller ödeyegelmektedir. Irak’ta petrol kaynaklarını denetlemek için yaşananlar veya yaşatılanlar milyonlarca Iraklının gerçek sefalet içinde yaşamasına yol açtığı gibi, Irak’tan göçlere de neden olmuştur.

Libya

Bu ülke de darbe ile yönetimi ele geçiren Muammer Kaddafi tarafında 1969-2011 döneminde yönetilmiştir. Libya, Tablo 5 den de anımsanacağı üzere, 47.1 milyar varil petrol rezervi ile dünya petrol varlığı sıralamasında dokuzuncu konumdadır. Libya ayrıca, ciddi boyutta petrol potansiyeline sahip olduğu söylenen Çad ve Sudan ile de sınır komşusu olup bu ülkeleri politik olarak etkileyebilme olanağına da sahiptir. Kaddafi, 1970 yılında ülkesinde petrol üretimi yapan yabancı şirketlerden mevcut anlaşmalarda köklü değişiklik yapılmalarını talep etti ve üretim paylaşım anlaşmaları ile bu şirketlere büyük ölçüde isteklerini kabul ettirdi. Libya örneği diğer petrol üreten ülkeleri de etkilediğinden ve politik ilişkilerinde Sovyetler Birliği’ne yönelmesi de eklenince, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de tepkilerini üzerine çekti. 1982 yılında ABD, ülkesine Libya petrolünün ithalini yasakladı. 1988 yılında İngiltere’de Lockerbie kenti yakınlarında PanAm şirketine ait bir uçağın bomba ile patlatılması üzerine, bu eylemi iki Libyalının yaptığı iddiaları ileri sürüldü ve bu şüphelilerin teslimi talep edildi. Libya bunu reddedince B.M. ülkeyi teslime zorlamak için 1992 yılında yaptırım uygulama kararı aldı. 31 Mart 1992 günü yürürlüğü konulan yaptırımlar çerçevesinde Libya’ya petrol rafinelerinde ve taşımada kullanılan araç ve gereçlerin ihraç edilmesi yasaklandı ve 1993 yılında yaptırımın kapsamı genişletilerek Libya’nın ülke dışındaki varlıkları (petrol, doğal gaz ve tarım ürünlerinden elde edilen hariç) donduruldu. 

Çin’in Libya’nın güney komşuları Sudan ve Çad’da petrol aramak işletmek için büyük yatırımlar yaptığı ve Çin, Libya, Sudan ve Çad enerji işbirliği olasılığının belirmesi, Batı için üzerinde düşünülmesi gereken bir risk görünümü ortaya çıkardı. Kaddafi, 2007 yılında, Çin’in Afrika’da artan ekonomik etkinliğini denetlemek için kurulan ABD Afrika Komutanlığı’na da Afrika’nın içişlerine karışacağı için karşı çıkmış ve wikileaks belgelerinde yer alan bilgilere göre, 21 Mayıs günü kendisini ziyaret eden ABD’li Komutanla yaptığı görüşmelerde, Afrika ülkelerinde çıkan karışıklıklar için ABD’yi suçlamış ve Afrika’nın dünyadaki çıkarlarının kurulacak bir Afrika Savunma Bakanlığı tarafından daha iyi korunacağını açıklamıştır. Bu görüşmede, Kaddafi, Afrika ülkelerine Çin’in nüfuz etmesini, ülkelerin içişlerine karışmaması nedeniyle olumlu karşıladıklarını, ancak ABD’nin enerji kaynaklarının bulunduğu yerlere, Afrika Guinea örneğinde görüldüğü gibi askeri üsler kurma eğiliminde olmasını uygun bulmadığını belirtmiştir. Bu görüşmede Kaddafi ayrıca, İsrail’in Filistin politikalarını, ABD’nin Cibuti’deki askeri üssünü ve Somali’nin karasularının yabancı güçler tarafından ihlal edilmesini de eleştirmiştir[48]. Belgeden somut olarak tarihini saptayamadığım bu konuşmanın 2010 veya 2011 yılında yapıldığını sanıyorum. 2009 yılında Kaddafi, Afrika Birliği Başkanı sıfatı ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaretin “Altın Dinar” üzerinden yapılması önerisini getirmiştir[49]. Libya Merkez Bankası bir devlet kuruluşu olduğu ve ayrıca Libya, Bank of International Settlement (BIS) üyesi olmadığı için kendisi ile iş yapan ülkeler ödeme ve alacaklarını tahsil etme işlemlerini Libya Merkez Bankası üzerinden yapmak zorunda idiler. Bu durum esasen Batı ülkelerini rahatsız eden bir zorunluluktu, Libya’nın “Altın Dinar” önerisinin yaşama geçmesi mevcut sorunu tüm Afrika Kıtası ile yaşanır konuma getirecekti. Libya, 150 ton altın stoku ile bu projeyi yaşama geçirebileceği gibi, diğer Afrika ülkeleri yanında Ortadoğu ülkelerini de katılmaya davet ediyordu[50]. Kaddafi’nin bu hamlesinden birkaç yıl önce de, İran’ın “İran Petrol Borsa”sını kurma hazırlığında olduğuna ilişkin haberler Haziran 2004 ayından başlayarak yayınlanmaya başlamıştı. O güne kadar, petrol borsası olarak işleyen beş merkez vardı, Londra Uluslararası Petrol Borsası, New York Ticaret Borsası, Batı Teksas Ham Petrol Aracılığı (West Texas Intermediate crude), Norveç Brent Ham Petrol ve Birleşik Arap Emirliklerinde kurulu Dubai Ham Petrol. Bütün bu borsalarda ham petrol işlemleri dolar üzerinden yürütülmekteydi. İlk iki borsanın sahipleri ABD şirketleri idi. Dolayısı ile İran’ın kuracağı ve avro üzerinden kotasyonların yapılacağı Borsa, bu beş borsaya ciddi bir rakip olabilecek ve petrol ticaretini dolar dışında bir uluslararası rezerv paraya kısmen de olsa kaydırabilecekti. Kaldı ki, İran bu borsa projesi üzerinde çalışmaya başlamadan önce 2003 ilkbaharından başlayarak Avrupa ve Asya pazarlarına avro karşılığı satışlara da başlamıştı[51]. Diğer taraftan, İran birkaç yıl önce Rusya ve Katar’a doğal gaz OPEC’i kurmayı da önermişti. Ancak bu öneri o tarihlerde sıcak bir yankı bulmamıştı. Bu bilgiler ışığında, Libya’ya NATO şemsiyesi altında yapılan harekât ile Kaddafi’nin iktidardan düşürülmesi ve iç kargaşaya sürüklenmesi ve halen dahi istikrarın sağlanamamasında Libya petrollerini denetleme, petrolün dolar dışı bir para ile ticaretine olanak tanımamak endişelerinin ön planda olduğu sonucuna varılabilir. Libya, yapısı itibariyle silahlı güç çekişmesi içinde olan birçok kabilelerden oluşan ülke idi, bu yapıyı bir lider etrafında birleşmeyi Kaddafi ancak 15 yılda başarabilmişti. Onun yıkılmasından sonra ortaya çıkan kaotik yapıyı yeniden bir birlik haline getirebilmek çok uzun yıllar alabilecektir[52].

Yemen

Son ayların önde gelen olaylarının yaşandığı diğer bir ülke Yemen’dir. 2014 Mart ayına Yemen’in başkentine saldırıp ele geçiren isyancı Huti’lerin Şii inancına sahip oldukları için İran tarafından desteklendikleri ileri sürülmektedir. İran bu iddiaları reddetmektedir. Yazılı ve görsel basında, uzun süredir insansız hava araçları ile sürekli Yemen’in bombalandığı, Suudi Arabistan ve İsrail savaş uçaklarının Yemen’e bomba yağdırdığı, bu bombalardan bir bölümünün parça tesirli bombalardan oluştuğu, Suudi Arabistan ordusunun Yemen’e girmek üzere olduğu, Yemen açıklarına ABD uçak gemileri eşliğinde bir filonun konuşlandığı yazıla gelmektedir. Yemen neden böyle saldırılara hedef konumuna gelmiştir? Yine konuya ağırlıkla petrol ve doğal gaz kaynakları ile bu maddelerin dünya pazarlarına sunum yolları açısından bakalım. Harita 1 ve Tablo 7 den de anımsanacağı üzere bir kıyısını Yemen’in diğerini ise Cibuti’nin denetlediği Bab-el-Mendeb boğazından 2006 yılında günde 3.5 milyon varil petrol geçerken, 2030 yılında taşınan boyut 5.7 milyon varile çıkması beklenmektedir. Bu veriler, boğazın ve boğazı denetleyen coğrafyanın stratejik öneminin artacağını göstermektedir. Bu noktada, hem Bab-el-Mendeb hem de Malakka boğazları için, ABD Amirali Alfred Thayus Mahan’ın (1840-1914) şu sözünü anımsamak gerekir; “Hint Okyanusu’nda kim hâkimiyeti sağlarsa, uluslararası arenada önde gelen oyuncu olur.[53]” Bu boğaz, iki bakımdan büyük önem taşımaktadır. İlki, Hürmüz Boğazı’ndan çıkan petrolün bir bölümünün Batı ülkelerine geçiş yoludur. İkincisi ise, Çin’e Libya’dan, Cezayir’den, Somali’den giden petrol tankerlerinin geçtiği yerdir. Bu bakımdan kimin denetiminde olması büyük önem taşımaktadır. ABD, 2001 yılında Cibuti’de bir donanma üssü kurmuştur. 2010 yılının ilk günlerinde, Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Saleh ile ABD Merkez Komutanlığı Komutanı arasında görüşmeler yapıldığı ve bu görüşmeler sırasında Yemen’in Aden Körfezi’ndeki Socotra adasında korsanlığı önlemek ve el-Kaide örgütü ile mücadele etmek üzere ABD’nin askeri üs kurmasına izin verdiği yazılmaktadır[54]. İşin ilginci, Yemen Devlet Başkanı ile ABD Merkez Komutanı’nın Socotra adasına askeri üs kurulması üzerinde anlaşmaya varmalarından yaklaşık bir yıl önce Rusya Yemen Hükümeti ile konuşarak anılan adada askeri üs kurma görüşmeleri yapmıştı. Zira, soğuk savaş döneminde Yemen iki ayrı devlete bölünmüşken, Güney Yemen hükümranlığında olan Socotra adasında Sovyetler Birliği’ne ait bir askeri üs mevcuttu[55]. Bu da Harita 6 dan da görüldüğü üzere, Aden Körfezi’ndeki adanın Bab-el-Mendeb boğazının denetlenmesi açısından ne denli stratejik öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bab-el-Mendeb’in Cibuti kıyılarında ise, ABD Camp Lemonnier deniz üssü bulunmaktadır. 2001 yılında ABD ve Cibuti arasında yapılan görüşmeler sonucunda, bu deniz üssünü ABD donanmasının mayın tarama, insani amaçlar ve terörizme karşı operasyonlarda kullanması kararlaştırılmıştır. Aynı görüşmelerde ABD uçaklarının hava meydanını kullanmaları da kabul edilmiştir[56]. Yemen’i bombalayan insansız hava araçlarının Cibuti’deki hava meydanlarından kalkdığı ileri sürülmektedir. Yemen’de yaşanmakta olan savaşın temelinde Bab-el Mendeb’in ve Socotra adasının kontrolünü elde tutma stratejik savaşı olduğu kadar Yemen’in Suudi Arabistan sınırına yakın bölgelerinde bulunan zengin petrol yataklarının ele geçirilmesi veya denetlemesinin de olduğu ileri sürülmektedir. Buna göre, Yemen’in Masila ve Shabwa bölgelerinde dünyanın gelecekteki 50 yıllık gereksinimini karşılayabilecek henüz el sürülmemiş sıra dışı büyüklükte petrol rezervi bulunduğu uluslararası petrol şirketlerince ileri sürüldüğü yazılmaktadır[57].

Harita 6

Haritaya kaynaktaki yazıdan ulaşılabilir

Kaynak: Michael Choussudovski’nin Global Research.Ca sitesinde yayınlanan “Yemen and the militarization of srategic waterways. Securing US control over Socotra island and Gulf of Aden” Feb.7, 2010.

Benzeri bir tez ise Çinli bir akademisyen ile Rusya’da petrol mühendisliği ve jeoloji öğrenimi görmüş bir Arap mühendisin birlikte yaptıkları bilimsel bir araştırmada, Suudi Arabistan topraklarının yüzde 25 ini kapsayan ve bir bölümü de Yemen’de bulunan 582,750 kilometre karelik Rub Al-Khali çölünün Yemen topraklarında kalan kısmında, petrol ve doğal gaz varlığı olduğuna ilişkin bulgularını açıklamışlardır[58]. Çalışmada çölün Yemen topraklarında kalan bölümünün, 1994 ve 1997 yıllarında çekilen hava ve uzay görüntüleri ile Çin’de aynı jeolojik yapıya sahip alanların uzay görüntülerini yüzlerce fotoğraf temelinde incelemişlerdir. Bu incelemelerinde Çölün Yemen’de kalan bölümünde doğal asfalt benzeri görüntülerine rastladıklarını ve bu görüntülerin Çin’in Kuzeybatısındaki Kelamayi petrol sahasındaki görüntülere çok benzediğini saptadıklarını belirtmişlerdir. Araştırmacılar, Suudi Arabistan’daki en büyük petrol rezervinin bulunduğu Ghawar havzasının da Rub Al-Khali çölü üzerinde olduğunu da ifade etmişlerdir. Bu iki farklı kaynaklardaki bilgiler eğer doğru ise, Yemen’e yönelik savaşın ve bu bağlamda Suudi Arabistan’ın çok aktif konumunun anlaşılması kolaylaşacaktır. İşin ilginci, Yarbay Ralph Peters’ın Harita 2 de yer alan Ortadoğu yapılanmasına bakıldığında Yemen’in sınırlarının genişlediği de görülmektedir.

Suriye

Suriye geçmişte Arap-İsrail savaşlarında aktif rol almış, İsrail’le savaşmış ve Golan tepeleri ve civarını İsrail’in işgaline engel olamamıştı. Golan tepeleri halen dahi İsrail işgali altındadır. Bu toprak kaybı, İsrail Suriye ilişkilerinin daima bir gerginlik ve karşılıklı güvensizlik içinde sürmesine neden oldu. Doğu Akdeniz’de son yıllarda keşfedilen petrol ve doğal gaz rezervlerinin bulunduğu alanlarda söz hakkı da olma konusu da çıkar çatışması başlatmıştı. Arap Baharı protestoları Suriye’de 2011 yılının İlkbahar’ında başladı. Suriye’deki Sünni Müslümanlardan bazı gruplar Alevi kökenli Başar Esad’ın yönetimine karşı protesto gösterilerine başladı. Kısa süre sonra Özgür Suriye Ordusu adı altında Esad karşıtları yapılmalarının yanında, Suriye’ye El-Kaide militanları geldi/getirildi, bunlardan bir kısmı Libya’daki ayaklanmalarda aktif rol almış çatışma deneyimli militanlardı. Libya’dan gönderilen bu militanlarla birlikte ayrıca Bengazi Limanından Suriye’nin Banyas ve Borj limanlarına Libya askeri depolarından keskin nişancı silahları, RPG ve 125-155 milimetrelik howitzer misillerinin de gönderildiği ileri sürülmektedir[59]. Kısa süre sonra El-Kaide çizgisinde olan El-Nusra Cephesi kuruldu. Daha sonra da Irak’ta kurulan Irak-Suriye İslam Devleti örgütü bir yandan Irak’taki eylemlerini sürdürürken Suriye topraklarında da eylemlerine başladı ve giderek doğu ve kuzey Suriye topraklarına egemen olma mücadelesine girdi. Irak-Suriye İslam Devleti örgütü kontrolü altına aldığı topraklar genişledikçe, basında yer alan haberlere göre bu örgütü hedef alan havadan bombalamaların arttığı ileri sürülse de örgüt kontrolü altındaki toprakları genişletmeye devam ettiği de belirtilmektedir[60]. Suriye’ye gelen veya gönderilen Arap Baharı rüzgârlarının gerisinde, bana göre, yine petrol ve doğal gaz kaynaklarının ve dünya pazarlarına sunum yollarının denetlenme kavgası ve stratejik coğrafyaya egemen olma arzuları yatmaktaydı. Suriye’deki Başar Esad yönetiminin başta ABD olmak üzere Batı ülkelerini rahatsız eden tutumlarını kısaca anımsamakta fayda görüyorum. Suriye, çok uzun süredir önce Sovyetler Birliği ve daha sonra da ardılı Rusya ile yakın ilişki içinde bulundu. Sovyetler Birliği döneminde Tartus limanında donanma üssü kurmasına izin verilmişti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra üssü Rusya kullanmaya devam etti. Akdeniz’de Rus askeri üssü varlığı İsrail, ABD ve NATO ülkelerini rahatsız etmekteydi. Mısır’ın ve İsrail’in Doğu Akdeniz’de keşfettikleri doğal gazın Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına sunulması da gündeme gelmişti. Ancak İsrail ile ilişkileri ciddi sorun içeren Suriye’deki Esad rejimi bu projenin önündeki en büyük engel olarak görülmekteydi ve o nedenle de devrilmesi gerekiyordu. Diğer taraftan, Basra Körfezinde, İran ve Katar’ın arasındaki Pars doğal gaz sahası dünyanın en büyük gaz sahalarından birisidir. İran bu gaz sahasından üreteceği gazı Bağdat ve Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştıracak bir boru hattı ile başta Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına sunmak arzusunda idi. Bu konuda boru hattının geçeceği ülkelerle ilke anlaşmasına varılmış ve İran sınırları içinde boru hatları döşenmeye başlamıştı. Bu proje İran’ı dünya pazarlarında büyük söz sahibi kılacağı gibi Bağdat rejimine ve Suriye’ye de önemli bir gelir kaynağı yaratacaktı. Bu projenin gerçekleşmesi, aynen Rusya’nın Karadeniz’den geçerek Bulgaristan üzerinde Avrupa’ya uzanacak Güney Akım boru hattı kadar ABD’nin Avrupa pazarlarına doğal gaz ihraç projesine de darbe vurmuş olacaktı. Diğer taraftan, aynı Pars sahasından doğal gaz üreterek Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa pazarına gaz pazarlamayı planlayan Katar’a da çok ciddi bir rakip olacaktı. Görüldüğü üzere, Suriye üç doğal gaz projesinin düğüm noktasını oluşturmaktadır. O nedenle de ülkenin yönetiminin İran ve Rusya ile yakın politik ilişki içinde bulunan Başar Esad’ın elinden alınarak Batı yanlısı bir yönetime devredilmesi gerekli görülmekteydi. Suriye’de çıkarılan iç savaş, yeni bir boru hattı projesi için Kuzey Irak Yerel Yönetimi’ne de ümit ortamı yaratmıştır. Bu yönde atılan ilk adımlardan birisi Kuzey Suriye’de PYD’nin yönetimi ele alması, Kuzey Irak petrollerinin bir boru hattı ile Akdeniz kıyılarına ulaşarak dünya pazarlarına sunulmasıdır. Bu projenin yaşama geçmesi için de Başar Esad rejimi engel olarak görülmekteydi. Suriye iç savaşının nedenleri konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler www.hikmetulugbay.com/?p=471 bağlantısından “Yeni Ortadoğu Projesinin Enerji Denkleminde Suriye’nin Yeri ve Önemi” başlıklı incelememe göz atabilirler. Bu konuşmamı sonlandırma aşamasına geldiğimde internet ortamında ABD’de “Hukuki Gözetim” isimli bir grup bilgi edinme hakkı çerçevesinde açtıkları dava sonucunda “Savunma İstihbarat Kurumu”na ait bir belgenin gizliliğini kaldırtmış ve yayınlamıştır. Ağustos 2012 tarihli bu belgede, Selefilerin, Müslüman Kardeşlerin, Irak’taki El-Kaide’nin Suriye’deki başkaldırının önde gelen unsurları olduklarına işaret edilmektedir. Suriye muhalefetini destekleyen Batı ülkeleri, Basra Körfezi ülkeleri ve Türkiye’nin, Esad rejimini izole edebilmek için, Suriye’nin doğusunda Hasaka ve Der Zor bölgesinde bir “Selefi” yönetiminin kurulmasına olumlu baktıkları belirtilmektedir[61]. Belgenin devamında, böyle bir hipotezin gerçekleşme olasılığının son olaylar ve veriler ışığında yüksek olduğuna işaret edilmekte ve böyle bir bölgenin aynen Libya’da geçici Hükümet için Bingazi’nin seçilmesi gibi, uluslararası koruma altında güvenli bir korunma alanı olabileceği ileri sürülmektedir. Orijinal belgenin pdf metnine internet ortamında erişilebilmektedir. Gizliliği kaldırılan bu belge Suriye’deki iç savaşın ne şekilde sürdürülmekte olduğuna önemli bir ışık tutmaktadır. Arap Baharı kapsamında bulunan İran, Mısır ve bu kapsamda olmasa bile Nijerya ve Venezuela gibi ülkelerdeki petrol ve doğal gaz savaşına ilişkin olarak da bilgi sunmak mümkündü, ancak bu hem konuşma boyutunu çok uzatacak hem de benzeri bilgilerin tekrarına yol açacaktı. O nedenle ülke bazında incelemeye son verip, bu çatışmalarda ABD ve Batı ülkelerince en büyük rakip olarak görülen Çin’in petrol, doğal gaz ve stratejik mineral kaynaklarını ele geçirme girişimleri üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Çin

Tablo 4 den anımsanacağı üzere, 2035 yılında Çin beklentilere göre, günlük ham petrol tüketiminde ve ithalatında dünyada 1 inci sırayı alırken, doğal gaz günlük tüketiminde yine 4 üncü sırada olacak, ancak 2006-2035 döneminde göstereceği doğal gaz talep artış oranı ile açık ara birinci konumda olacaktır. Bu boyutta petrol ve doğal gaz talep artışını karşılamak için Çin ne önlemler almakta ve başta ABD olmak üzere Batı ülkelerini huzursuz eden hangi adımları atmaktadır, şimdi kısaca ona göz atalım. Çin, 1990 yılından başlayarak Afrika ülkeleri ile yoğun ticaret, yatırım, teknoloji transferi, kalkınma yardımları ve eğitim alanlarında ilişkilere girmiş ve alt yapı yatırımlarını finanse etmeye başlamıştır. Çin, 1996 yılında denizaşırı ülkelere 410 milyon dolarlık kalkınma yardımı yaparken, bu rakam 2007 de 3 milyar dolara çıkmıştır. Bu bağlamda Çin’in Afrika ülkelerine verdiği ekonomik yardımlar da 2005 yılındaki 800 milyon dolar düzeyinden 2009-2012 dönemi için 10 milyar dolar taahhüt düzeyine ulaşmıştır[62]. Bu yardımların yanında ilerleyen yıllarda Çin kamu şirketlerinin ülkelere doğrudan yatırımlarında da çok büyük artışlar yer almıştır. Nitekim, Washington’da kurulu Küresel Kalkınma Merkezi’nin veri tabanında Çin’in 2000-2015 döneminde Afrika’daki 50 ülkeye 75 milyar dolar yardım yaptığı ileri sürülmüştür[63]. Bu sürecin başlangıcında 1993 yılında Çin net petrol ithalatçısı konumuna girmiş ve ithalatın her geçen yıl hızla artacağını anlayışı ile petrol üretebileceği yabancı ülkeler arayışına da girmiştir. Çin Devlet Başkanı, Başbakanları ve birçok bakanı 2000 li yıllarda Afrika ülkelerine sayısız ziyarette bulunmuş, ziyaret ettikleri ülkelere ekonomik yardım ve yatırım sözleri vermiş ve gerçekleştirmiştir. Çin devlet adamlarının sadece 2006 yılında ziyaret ettiği Afrika ülkelerinin sayısı 48 dir[64]. Bu bağlamda Kasım 2006 ayında, Pekin’de 40 Afrika ülkesinin Devlet Başkanlarının katılımı ile zirve toplantısı yapılmıştır. Bu toplantıda iki yönlü ticaret hacminin geliştirilmesi yanında, Çin’in Afrika ülkelerindeki yatırımları ve ekonomik yardımları konusunda da görüşmeler yapılmıştır. 2006 yılında Çin Nijerya’ya 8 milyar dolarlık yardım kararı almıştır.2008 yılında Çin’in CNOC petrol şirketi 2.270 milyon dolara Nijerya’nın denizdeki petrol sahalarında petrol üretiminden yüzde 45 lik bir pay satın almıştır[65]. Çin aynı şekilde Güney Afrika Petrol şirketi ile de bir anlaşma imzalamıştır. Çin’in Afrika’ya yönelik bu yaygın petrol hakları elde etme ve ekonomi yardım programı karşısında, ABD 2007 yılında Afrika Komutanlığı’nı kurmuştur. Çin’in, Sudan’a insan hakları ihlalleri suçlamalarının yoğunlaştığı ve Batılı petrol şirketlerinin bu ülkeden uzak durduğu dönemden başlayarak, Güney Sudan’ın 2011 yılında bağımsızlığını ilan etmesine değin anılan ülkeye yaptığı yatırımların toplamı 20 milyar dolar dolayındadır. Güney Sudan’ın ayrılmasından bu yana bu yeni ülkeye yapılan yatırımlar ise 8 milyar dolar boyutuna erişmiştir[66]. Sudan’a yapılan bu yatırımlar diğer Afrika ülkelerine olduğu gibi sadece petrole yönelik olmayıp alt yapıdan rafineri şirketine ve petrol üretim anlaşmalarına değin geniş bir yelpazeyi kapsamıştır. Güney Sudan bağımsızlığını ilan ettiğinde Çin derhal tanımış, törenlerine katılmış ve Hartum Hükümeti ile Güney Sudan bölgesi için geçmişte imzalanan anlaşmaları da yeniden müzakere etmeye başlamıştır. Bu arada Güney Sudan’a gönderilen Birleşmiş Milletler Barış Gücüne Çin 700 kişiden oluşan bir askeri birlik vermeyi kabul etmiş ve ayrıca, Çin Dışişleri Bakanı Güney Sudan’da savaşan taraflarla arabuluculuk yapmak üzere 2015 in başlarında bu ülkeye gönderilmiştir [67]. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre, 2013 yılında Çin günlük ham petrol gereksiniminin 2.9 milyon varilini veya yüzde 52 sini Ortadoğu’dan sağlarken, 1.3 milyon varil veya yüzde 23 ünü de Angola, Ekvator Gine’si, Kongo Cumhuriyeti, Sudan başta olmak üzere Cezayir, Çad, Gabon, Kenya, Liberya ve Libya’dan sağlamıştır[68]. Petrol dışında stratejik mineral ve maden de ithal etmekte olduğu Afrika’ya Çin Hükümeti ve kamu bankaları aracılığı ile 2025 yılına kadar 1 trilyon dolarlık kaynağı başta uluslararası otoyollar, demiryolları ve hava ulaşımı olmak üzere ağırlıkla alt yapı yatırımları için aktarmayı planladığı belirtilmektedir[69]. Çin halen Afrika’da 1,046 projenin tamamlanmasını sağlamış, 2,233 kilometre demiryolu ve 3,530 kilometre karayolu inşaatını tamamlayarak[70] bir yandan Afrika ülkeleri arasındaki ticarete katkıda bulunurken diğer yandan da Afrika ülkeleri ile kendi ticaretini kolaylaştıracak ve verimli kılacak yatırımlar gerçekleştirmiştir. Bu süreçte, Çin Afrika ülkelerine kendi işçilerini de göndermiştir. Çin’in, Amerika kıtasında yaptığı yatırımlar da ABD’ni tedirgin etmektedir. Zira ABD, 2 Aralık 1823 tarihinde Başkan James Monroe’nun, Kongre’de yaptığı konuşma ile “Amerikan Kıtaları bundan böyle herhangi bir Avrupalı güç tarafından sömürgeleştirilemez[71]” açıklamasından beri Kıtalarda kurulu devletleri bir anlamda arka bahçesi olarak göre gelmiştir. Çin şimdi bu kıtalardaki ülkelerde olduğu kadar ABD’de dahi yatırım yapmaya başlamıştır. Çin’in CNOOC petrol şirketi 2005 yılında ABD’nin önde gelen petrol şirketlerinden UNOCAL’ı 18.5 milyar dolara satın almak istemiş ise de, konu ulusal çıkarlar anlayışı ile Temsilciler Meclisi gündemine bile alınmış ve satılmasına izin verilmemiş ve şirket için daha düşük teklif veren yine ABD’nin önde gelen petrol şirketi Chevron’a satılmıştır[72]. Ancak, Çin’in Amerikan Hazinesi’nin borç kağıtlarını satın almasına karşı çıkılmamış ve hatta memnuniyetle karşılanmıştır. Mart 2015 tarihi itibariyle Çin’in satın aldığı Hazine kağıtlarının değeri 1,261 milyar dolara ulaşmıştır[73]. Yabancı ülkelerin Çin’e yaptıkları doğrudan yatırımların hacmi 2014 yılında çok ciddi artışlar göstermiştir. Buna göre 2014 yılında ABD’ne 86 milyar dolar boyutunda doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapılmışken, Çin’e 128 ve Hong-Kong’a 111 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye yatırımı olmuştur[74]. Çin’e doğrudan yatırımların artması bu ülkenin yüksek büyüme hızını sürdürmesine katkıda bulunurken, ileri teknolojilerin gelmesine de yol açtığı için ABD’nin ekonomik büyüklüğünü geçme sürecine de ivme katmaktadır. Bu gelişmenin ABD’yi mutlu etmesi beklenemez. Çin petrol şirketleri Kanada’da 24 milyar doları aşkın bedel ödeyerek OPTI (CNOOC) 2.1, Dayligth Energy Ltd. (Sinopec) 2.2, Syncrude Canada Ltd (Sinopec) 4.65 ve NEXES Inc. (CNOOC) 15.1 milyar dolara satın almıştır[75]. Çin askeri heyetleri 2004 yılında Latin Amerika ve Karayibler bölgesindeki meslektaşlarına 20 ziyaret yapmışladır[76]. Yine 2004 yılından başlayarak Çin başta Venezuela olmak üzere Latin Amerika ülkelerine silah satımlarına da başlamıştır, bu bağlamda Venezuela’ya savaş uçakları satma önerisinde de bulunmuştur. Venezuela Çin’den uzun mesafeli savunma radar sistemi satın almak üzere, anlaşma imzalamıştır[77]. Venezuela ve Çin arasındaki bu askeri ilişkilerin gelişmesinde ABD’nin daha önce Venezuela’ya satmış olduğu savaş uçaklarının yedek parçalarını vermemesi ve İspanya’nın satmasını da engellemesinin etkisi olmuş, hatta Chavez bu Amerikan uçaklarını Küba veya Çin’e verme tehdidinde bile bulunmuştu[78]. Çin, 2007 yılından bu yana Venezuela’ya 50 milyar doları aşan kredi vermiştir. Bu kredileri halen 20 milyar doları kullanılmamış durumdadır. Çin, 2015 yılının ilk aylarında, Venezuela ile 20 milyar dolarlık yatırım paketi üzerinde anlaşmaya varmıştır[79]. 2011 yılı itibariyle Çin’in Latin Amerika ve Karayibler bölgesine yaptığı doğrudan yatırımlar 65 milyarı aşmıştı. İzleyen yıllarda Çin’in bu ülkelere yönelik yatırımları artmaya devam etmiştir. Diğer taraftan Çin’in bu ülkelere 2005-2011 döneminde açtığı krediler ise 75 milyar doların üzerindedir[80]. Çin’in Sinopec şirketi, Ekim 2005 ayında İran ile sıvılaştırılmış doğal gaz satın almak üzere, 70-100 milyar dolarlık anlaşma yapmıştı[81]. 2014 yılı sonlarında, İran’a yapacağı yatırımlarla ilgili kaynak tutarını 25 milyar dolar düzeyinden 50 milyar dolar düzeyine çıkardığı İran yetkilileri tarafından açıklanmıştır[82]. İran ile ABD’nin nükleer silah üretiminin durdurulması ve ambargonun kalkması öncesinden başlayarak, Çin İran’da yeniden enerji yatırımları yapma konusunda girişimlerine başlatmıştı. Bu bağlamda Çin’in CNPC ve Sinopec şirketleri sırasıyla Kuzistan ve Kuzey Azadegan petrol sahaları ile ilgili olarak her biri için 2 şer milyar dolar olmak üzere sözleşme imzalamışlardır[83]. Çin 2014 yılında bir önceki yıla oranla İran’dan yapmakta olduğu ham petrol ithalatını yüzde 48 oranında arttırmıştır. Diğer taraftan, Çin’in İran ile arasında geçmiş dönemlerden kalan sorunlarını çözüme kavuşturmak için görüşmeler yaptığı da belirtilmektedir. Ayrıca Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Çin’i 2006 yılı başlarında ziyaret etmesinden üç ay sonra Çin Devlet Başkanı Hu Jintao Suudi Arabistan’a karşı ziyarette bulunmuştur. Bu karşılıklı ziyaretlerde askeri alanlarda işbirliği yanında petrol konusunda yatırımların da ele alındığı ileri sürülmüştür[84]. Yukarıda da değindiğim üzere Rusya ile Çin, Rusya’nın Çin’e yılda 68 milyar metre küp doğal gaz ihraç etmek üzere iki ayrı boru hattı inşası üzerine anlaştıkları ve 2012 yılında sözleşme imzalamışlardı. Son aylarda, bu projenin ertelenebileceğine ilişkin bazı yazılar yayınlansa da ortaya somut bir kanıt sunulmamaktadır[85]. Bu arada Çin’in Güney Çin Denizi’nde yapay bir ada inşa etmesi ve buraya topçu bataryaları yerleştirmeye başlaması ABD’nin Savunma Bakanı düzeyinde tepki vermesine de yol açmıştır[86]. Bu nokta aklınıza, iyi de Çin bu milyarlarca doları nereden buluyor sorusu gelmiş olabilir. Bunun yanıtı da Çin’in izlediği ekonomik politikalar sonucu, yıllardan beri sıra dışı ekonomik büyüme, dış ticaret dengesi fazlası vermesi sonucu sahip olduğu uluslararası rezervlerinin boyutu 2015 yılının ilk aylarında 3, 750 milyar dolara ulaşmıştır. Çin elindeki bu rezervlerle bir yandan yukarıda çok kısa olarak değindiğimiz dünya ölçeğindeki yatırımları yapar ve ABD Hazinesi’ne bolca borç verirken, altın rezervlerini de son yıllarda önemli ölçüde artırma yoluna gitmiştir. Bazı tahminlere göre, Çin’in halen elindeki altın stokunun 30,000 ton olduğu ileri sürülmektedir[87]. Mayıs 2015 ayı içerisinde, Çin Ulusal Altın Grubu Şirketi, Rusya’nın altın madenlerini işleten şirketlerden ve dünyanın 10 uncu büyük altın madencisi olan Polyus Altın şirketi ile altın madenciliğinde teknoloji değişimi, maden yatakları işletmeciliğinde ve malzeme sağlamada işbirliğini geliştirmek üzere bir anlaşma imzaladığını açıklamıştır. Bu anlaşma, Çin Devlet Başkanı Xİ Jinping’in 8-10 Mayıs 2015 tarihinde Rusya’ya ziyaret sırasında iki ülke arasında enerji, ulaştırma, uzay, finansman alanlarında imzalanan diğer ekonomik işbirliği anlaşmalarından sadece birisidir.[88] Bu gelişmelerin yanında Çin’in, Kuzey Batı’daki Xi’an kentinde antik ipek yolunun geçtiği ülkelerin katılımı ile Altın Sektörü Fon’u oluşturduğu ve bu fonun Shanghai Altın Borsa’sı tarafından yönetileceği ve üç aşamada 16.1 milyar dolar boyutunda kaynak toplaması beklendiği ileri sürülmektedir[89]. Çin’in altın stokları ve artmaya devam eden döviz rezervleri yanında birçok ülkenin katılımı ile bir de Altın Fonu kurması ülkenin bölge ticareti ile dünya ticaretinde yeni atılımlar başlatacağının habercisi olabilir. Geçmiş yıllarda, Çin’in hızla artan döviz rezervleri ve ABD ile iki ticaretinde hızla büyüyen ticaret fazlası vermesi ABD’ni rahatsız ettiği için zaman zaman Çin’in parasının değerini dolara karşı yükseltmesini talep etmesine yol açmıştır. Çin bu isteklere seyrek olarak sınırlı ölçüde yanıt vermiştir. Çin’in biraz önce değinilen son anlaşmalarının ABD’nin tedirginliğini arttırması beklenebilir. Çin’in özellikle Asya ülkeleri ile yaptığı ticarette yuan’ın giderek daha yaygın olarak kullanılmaya başlaması da doların uluslararası rezerv para olmasına olumsuz etkiler yapmaktadır. Çin’in yuanı altınla destekleyerek rezerv para olma gücünü etkileyeceğine ilişkin görüş ileri sürülmesi de giderek yaygınlaşmaktadır. ABD ile Çin arasındaki huzursuzluklardan birisi de yuan’ın rezerv para konumuna gelmesi olasılığıdır. Son aylarda basında ABD-Çin ve ABD-Rusya arasında artan gerginliğin sıcak bir savaşa yol açar mı tartışmalarına yol açtığı da gözlemlenmektedir. Aslında, petrol ve doğal gaz kaynak savaşının kapsama alanına ilişkin örnekleri arttırmak olası ancak böyle bir yaklaşıma gerek yok, seçilen örnekler diğer ülkelerde ve alanlarda olabilecekler konusunda yeterli tahminde bulunabilmeye yeterlidir.

Sözlerimi Cree Kızılderililerinin bir atasözü ile bitirmek istiyorum. “Ancak, son ağaç öldüğünde, son nehir zehirlendiğinde ve son balık tutulduktan sonra paranın yenilebilecek bir madde olmadığını anlayabileceğiz.” Teşekkür ediyor ve saygı sunuyorum.

Hikmet Uluğbay

[i] Morse David, “War of the Future-Oil Drives the Genocide in Darfur”, TomDispatch.com August 18, 2005. [ii]Cipolla, Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi Ötüken Yayınları Birinci Basım 1980 sayfa 99. [iii] World Development Indicators 2012 Table 1.1 ve worldometers-info/population. [iv] Worldometers-info/population. [1] Prial Dunstan, “China Will Have World’s Largest Economy by 2024” Fox Business September 8, 2014. [2] Rodrigue Jean-Paul, “Straits, Passages and Chokepoints, A Maritime Geostrategy of Petroleum Distribution” Cahiers de Géographie du Québec , Volume 48, n° 135, décembre 2004, Pages 357-374 [3] Alıntının ilk bölümü Engdahl.oilgeopolitics.netten ve ikinci bölümü de David McGowan, “Derailing Democracy” Common Courage Press 2000, sayfa 169. [4] Başkan Eisenhower’in 5 Ocak 1957 tarihli Kongre’deki açıklaması. [5] The State of The Union Address Delivered Before A Joint Session of the Congress, January 23, 1980. [6] Wikipedia, Carter doktrini maddesi. [7] Wolfowitz Doctrine maddesi wikipedia. [8] Brzezinski Zbigniew, “The Grand Chessboard”, Basic Books, 1997. [9] Brzezinski “Büyük Satranç Tahtası” İnkılâp Yayınları 2005, sayfa 51. [10] Y.a.g.e. sayfa 69. [11] Brzezinski Z., “The Grand Chessboard” sayfa 116-117. [12] Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” sayfa 228. [ 13] Y.a.g.e., sayfa 178. [14] Y.a.g.e.,sayfa 160.[15] Aleklett Kjell, “Dick Chenney, Peak Oil and The Final Countdown”, Upsala University Sweden May 12, 2004. [16]Nazemroaya Mahdi Darius, “Plans for Redrowing the Middle East: The Project for a ‘New Middle East’”, Global Research November 18, 2006. [17] Rice Condoleezza, “Rethinking The National Interest-American Realism for a New World”, Foreign Affairs July/August 2008, sayfa 2-26. [18] Rice Condoleezza, “Condoleezza Rice: Syria is central to holding together the Middle East”, The Washington Post, Nov. 23, 2012. [19] “Israel’s Defense Minister: Mideast Borders ‘Absolutely’ will change”, October 23, 2014 AM ET MPR. [20] Y.a.g.haber. [21] Blackwill Robert D. Ve Ashley J. Tellis, “Revising U.S. Grand Strategy Toward China”, Council on Foreign Relations Council Special Report No: 72, March 2015. [22] Y.a.g.r. sayfa 21. [23] Rand Robert, “Rome BURNS: The Ukraine-Russia conflict flows out of an Energy Pipeline”, BURN. [24] Todorova Sylvia, “’Gas Pipeline Diplomacy’: How Ukraine Opened the Door to A New U.S.-Russia Energy War”, Global Research, July 25, 2014. [25] Ahmed Nafeez, “Ukraine crisis is about Great Power oil, gas pipeline rivalry”, The Guardian 6 March 2014. [26] Todorova, y.a.g.m. [27] Engdahl F. William, “Kiev Commits Energy Hara Kiri”, journal-neo.org/2015/04/02/Kiev Commits Energy Hara Kiri/ [28] Nazemroaya Mahdi Darius, “The ISIL is in Ukraine: America’s ‘Agent of Chaos’ Unleashed in Eurasia”, Global Research May 3, 2015. [29]Brininstool Mark, “The Mineral Industry of Ukraine”, USGS 2010 Minerals Yearbook Ukraine. [30] Y.a.g.m. [31] Daiss Tim, “Russian Energy Dispute: Could Gazprom’s $ 400 billion Gas Pipeline to China be postponed?” Breakingenergy.com March 24, 2015. [32] Engdahl F. William, “The Geopolitical Stakes of the Soffran Revolution”, October 15, 2007. [33] Y.a.g.m. [34] “World Oil Transit Chokepoints” EIA, August 22, 2014. [35] Engdahl, “… Saffron Revolution” [36] Marshall R. C. Andrew, “Special Report: Plight of Muslim minority threatened Myanmar Spring”, Reuther June 15, 2012. [37] McKirdy Euan and Saima Mohsin, “Lost at sea, unwanted: the plight of Myanmar’s Rohingya ‘boat people’”, CNN May 20, 2015. [38] Y.a.g.haber [39] Perria Sara, “Why is Aung San Suu Kyi silent on the plight of Rohinya people?”, The Guardian May 19, 2015. [40] Bowie Nile, “Myanmar’s Ethno-Sectarian Clashes: Containimng China?”,Global Research.Ca September 27, 2012. [41] Engdahl F. William, “US needs oil wars to topple Middle East chessboard”, May 14, 2014. [42] Ditz Jason, “Glaspie Memo Leaked US Dealings With Irak ahead of 1990 Invasion of Kuwait Detailed” Global Reasearch Ca., January 3, 2011 ve “Gulf War Documents: Meeting between Saddam Hussein and Ambassador to Iraq April Glaspie”, Global Research 10 May 2012. [43] Renner Michael, “Post-Saddam Iraq: “Linchpin of New Order”, Foreign Policy Focus. [44] Y.a.g.m. [45] Whittington James (BBC), “Russian Firm Fights for Iraqi Oil Rights”, Oct. 4, 2002, Global Policy Forum ve Tavernisa Sabrina, “Oil Prize, Past and Present, Ties Russia to Iraq”, Oct. 17, 2002 New York Times. [46] Phillips Peter, “US Dollar v.s. the Euro: Another reason for invasion of Iraq” [47] Greenspan Alan, “The Age Of Turbulance”, Penguin Books 2007, 2008, sayfa 463. [48]Wikileaks, tarihini saptayamadığım “AlQadhafi no longer reluctant to engage with Africom” konulu kripto belgesi.[49] “Are the Middle East Wars Really About Forcing the World Into Dollars and Private Central Banking?”, WashingtonBlog, January 13, 2012. [50] Y.a.g.m. [51] Clark William, “The Real Reasons Why Iran is the Next Target: The Emerging Euro-Denominated International Oil Marker”, Global research, 27 October 2004. [52] Engdahl, “US needs oil wars …” [53] Choussudovski M., “Yemen and the militarization of strategic waterways. Securing US controlover Socotra Island and Gulf of Aden”, Global Research Feb. 7, 2010. [54] Y.a.g.m. [55] Y.a.g.m. [56]Wikipedia, Camp Lemonnier maddesi. [57] Engdahl F. William, “The Yemen Hidden Agenda: Behind the Al-Qaeda Senarios, A Strategic Oil Transit Chokepoints”, Global Research.Ca. January 5, 2010. [58] Kikui Wang and Nedham Muhammed Darsi, “Oil and Gas Prospect in the Yemeni Sektor of The Rub Al-Khali Basin”, Changchun University of Science and Technology 130026 China, January 6, 2015. [59] Lévesque Julie, “Obama’s Gun-Running Operation: weapons and support for ‘Islamic terrorists’ in Syria and Iraq ‘Create Constructive Chaos’ and ‘Redraw the map of Middle East’”, Global Research May 28, 2015. [60] Y.a.g.m. [61] Hoff Brad, “Defense Intelligence Agency: ‘Create a Salafist Principality in Syria’, Facilitate Rise of Islamic State ‘In order to Isolate the Syrian Regime’”, Levant Report, Global Research May 22, 2015. Tony Cartalucci, “America is behibnd ISIS: Washington confesses to backing ‘Questionable Actors in Syria’”, Global Research. May 25, 2015. [62] Ayodele Thompson and Olusegun Sotola, “China in Africa: An Evaluation of Chinese Investment”, IPPA 2014. [63] Y.a.g.r. sayfa 5. [64] Engdahl F. William, “Target China”, Progressive Press 2014, sayfa 19. [65] Y.a.g.k., sayfa 15. Ayrıca, “Chinese Firm CNOOC to buy 45 % stake in Nigerian Oil Fields”, Los Angeles Times January 10, 2006. [66] Wu Yuwan, “China’s oil fears South Sudan fighting”, BBC China 8 January 2014. [67] Alessi Christopher and Beina Xu, “Chine in Africa”, Council on Foreign Relations, April 27, 2015. [68] Y.a.g.m. [69] Y.a.g.m. [70] Cheng-Hin Lin Alvin, “Africa and China’s Centruy ‘Maritime Silk Road’”, Global Research March 30, 2015. [71] Barlett John and Justin Kaplan, “Bartlett’s Familiar Quotations”, sayfa 360. [72] Lohr Steve, “Unocal Bid Opens Up New Issues of Security”, The New York Times July 13, 2005. [73] “Major Foreign Holders of Treasury Securities” March 2015. [74] “China overtakes US for foreign direct investements”, BBC News 30 January 2015. [75] Alberta Oil Staff, “The largest foreign investment deals made in the Canadian energy industry”, Alberta Oil October 1, 2014. [76] Hearn Kelly, “China’s ‘peaceful’ invasion”, The Washington Times, November 20, 2005. [77] Y.a.g.y. [78] Y.a.g.y. [79] Lee Brianna, “Why China just made a $ 20 B. investment in Venezuela?”, May 25, 2015. [80] “The tend of Chinese investments in Latin America and the Caribbean”, chinafocus.com December 19, 2013. [81] “Hu’s Coming to Dinner”, Invester’s Business Daily March 31, 2006. [82] “China to double Iranian investment” BBC News 10 November 2014. [83] Tiezzi Shannon, “China’s already preparing for a Post-Sanctions Iran”, The Diplomat April 8, 2015. [84] Abu-Nasr Donna, “Chinese Leader, Saudis talk Oil, Trade”, Associated Press April 22, 2006. [85] Daiss Tim, “Russia Energy Dispute: Could Gazprom’s $ 400 Bn Gas paipeline to China be postponed?”, Breaking Energy March 24, 2015. [86] “Carter defends US military flights over China’s artificial islands”, Fox News May 28, 2015 ve “China has artillery vehicles on artificial island in South China Sea, US said”, The Guardian May 29, 2015. [87] William Lawrence, “China’s Gold Strategy: Beijing’s 30,000 ton of gold reserves?”, Global Research March 12, 2015. [88] Durden Tyler, “China Establishes World’s Largest Physical Gold Fund”, Global Research May 27, 2015 ve Zero Hedge 24 May 2015. [89] Y.a.g.y.

KAYNAK: http://www.hikmetulugbay.com/?p=615

Doğalgazdoğalgaz boru hatlarıdoğalgaz enerjisienerjienerji gündemienerji haberlerienerji piyasasıenerji sektörüEnerji Ulaşım Yollarıpetrolpetrol boru hatlarıpetrol enerjisiPetrol Mühendisleri Odasıpetrol ve doğal gaz kaynaklarıTürkiye Petrol Jeologları Derneği
Yorumlar (0)
Yorum Ekle