(Turkish) Proje Sayısına Değil, İcraata Bakmak Lazım!

Sorry, this entry is only available in Turkish. For the sake of viewer convenience, the content is shown below in the alternative language. You may click the link to switch the active language.

Türkiye’nin önümüzdeki 10 yılda enerjide AB seviyesini geçebilmesi için her yıl 5 milyar Avro olmak üzere toplam 53-54 milyar Avro’luk bir yatırım yapmasının şart olduğunu vurgulayan Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Başkanı Salahattin Baysal, “2011’den 2012’ye rüzgar kapasitemize eklendiği söylenen 235 MW elektrik enerjisi üretimi ve tüketiminde AB seviyesine gelebilmemiz için yeterli bir miktar mıdır? İşlerin iyi gittiği, yatırımların yapıldığı teorik olarak hep söyleniyor ama gelin görün ki icraat yok” diyor.

Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Başkanı Salahattin Baysal, rüzgar santrali projelerinin hayata geçiriliş hızıyla ilgili çokta iyimser değil. Almanya’nın rüzgar gücünü 30 bin MW’a çıkardığını, İspanya’nın 15 bin MW’ı aştığını, ABD ve Çin’in her yıl 15-20 bin MW yeni kurulum gerçekleştirdiğini anımsatarak, “Bizim 2011’den 2012’ye rüzgar kapasitemize ekleyebildiğimiz 235 MW, elektrik enerjisi üretim ve tüketiminde AB seviyesine gelmeye ne kadar katkı yapabilir? İşlerin iyi gittiği, yatırımların yapıldığı teorik olarak hep söyleniyor; gelin görün ki, icraat yok! Bizim 10 senede geldiğimiz mesafeyi elin adamı bir yılda kat ediyor!” diye konuşuyor. Salahattin Baysal, rüzgar enerjisi sektöründeki son gelişmeleri Enerji Dergisi’ne değerlendirdi.

2011’de RES’lerde 1806 MW düzeyinde olan kurulu güç 2012 Temmuz ayı itibarıyla 2041 MW’a yükselmiş durumda. EPDK Başkanı Hasan Köktaş, bu hızlı gelişmenin Türkiye’yi Avrupa’nın üçüncü büyük rüzgar gücü olmaya doğru götürdüğünü müjdeledi geçtiğimiz günlerde. Gelişmeleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu MW’ların ifade ettiği anlamı söyleşiyi okuyacak olanların tamamı bilmeyebilir. Konuyu “kapasite faktörü” dediğimiz olgu ile birlikte değerlendirmemiz lazım. Bu şu anlama gelir: Otomobilinizin göstergesinde 250 km. yazar ama her zaman 250 km. ile gitmeniz mümkün değildir. Birincisi yasal olarak mümkün değildir, ikincisi yol buna izin vermemektedir. Bunun gibi, enerji kaynaklarında da kurulu güç ile fiili güç arasındaki orana “kapasite faktörü” diyoruz. Genel olarak rüzgar enerjisinde kapasite faktörü %27 ila %40 arasındadır. Rüzgarın en güçlü olduğu yerlerde, örneğin İzmir Çeşme’de, Bodrum’da, Çanakkale’de %40 kapasite faktöründen söz edebiliriz ama ortalama %30-40 arasında gezinir. Demek ki, 145 MW’lık bir rüzgar santrali dediğimiz zaman bunu %30-35 kapasite faktörüyle düşünecek olursak, 50 MW civarında bir doğal gaz santraline denk düşecek demektir. Güneş enerjisinde bu kapasite faktörü % 15-22 arasındadır. Dolayısıyla 600 MW’lık güneş enerjisi tesisi kurulacak dediğimiz zaman da 140-150 MW’lık bir doğal gaz santrali eşdeğerini anlamamız gerekir.

Gelelim sorunuza. Evet, yeni yatırım yapılıyor ama yatırımcılar sineğin yağını çıkararak bunları gerçekleştiriyor. Dikkat ederseniz, Türkiye’de rüzgar yatırımlarında kitlevi bir artış söz konusu değildir. Almanya rüzgar gücünü 30 bin MW’a getirdi, İspanya 15-20 bin MW’a. Başlangıçta işe çok karşı olan ABD bile her sene 15 bin MW rüzgar enerjisi ilave ediyor. Çin aynı şekilde. Peki biz? 2020’ye kadar 19 bin 500 MW kuracağız diye planlama yaptık. Bu yeterli olabilir mi? Bakın, kişi başına elektrik tüketimimiz 3 bin kWh/yıl düzeyindeki dünya ortalamasına daha yeni ulaştı. Bu geçmiş 10 yılda 2500 kWh/yıl civarındaydı. Avrupa Birliği ortalaması 5500-6000 kWh’tir. Almanya’da 11 bin kWh’tir. Elektrik enerjisi tüketimimizi en azından AB seviyesine çıkarabilmek için 53-54 bin MW’lardaki kurulu gücümüzü 120-130 bin MW seviyesine çıkarmamız gerekiyor. Her 1 MW’lık enerji yatırımının yaklaşık 1 milyon Avro’ya mal olduğunu kabul etsek, demek ki Türkiye’nin enerjideki kurulu gücünü ikiye katlayarak AB seviyesine gelebilmesi için 53-54 milyar Avro’luk bir yatırım gerekiyor. Bunu on yılda yapacaksak eğer demek ki her yıl 5 milyar Avro’dan fazla yatırımın yapılması şart. Bu durumda, 2011’den 2012’ye rüzgar kapasitemize eklendiği söylenen 235 MW, elektrik enerjisi üretimi ve tüketiminde Avrupa Birliği seviyesine gelebilmemiz için yeterli bir miktar mıdır sizce? İşlerin iyi gittiği, yatırımların yapıldığı teorik olarak hep söyleniyor ama gelin görün ki, fiiliyat yok. Bizim 10 yılda geldiğimiz mesafeyi elin adamı bir yılda kat ediyor!

‘%40 nakti olan, rüzgara niye yatırsın?’

Rüzgar da projelerin hayata geçmesini önleyen, yatırım hızını kesen belirgin sorunlar nelerdir?

Birinci engel, Türkiye’de gerek devlete ait gerek özel sektöre ait finans kurumlarından maalesef yeterli bir finans kaynağı sağlanamamış olmasıdır. Yenilenebilir bazlı bir proje geliştirip finans kurumlarına gittiğinizde size aynen şunu söylüyorlar; ‘Dünyada global bir ekonomik kriz var, Türkiye de bu krizden etkilendi. Eskiden %20-25 öz sermaye koymanız gerekirdi şimdi %30, hatta %40’lara kadar isteriz!’ Düşününüz, 10 milyon Avro’luk bir yatırımınız var, “4 milyon Avro nakit yatırırsan, ben sana 10 milyon Avro kredi veririm!” diyor. 4 milyon Avro nakti olan adam bunu 10-12 senede geri ödeyecek rüzgar enerjisine niye para yatırsın? Dolayısıyla birinci engel budur.

İkincisi, Türkiye’nin kişi başına 3 bin kWh düzeyindeki elektrik tüketiminin %50-55’i doğal gazdan üretiliyor ve doğal gazın 0’ü de yurtdışından ithal ediliyor. Kalan kısmın yüzde bilmem ne kadarı da kömürden veya petrol ürünlerinden elde ediliyor. Dolayısıyla elektrik enerjisindeki dışa bağımlılık, ETKB’nin resmi ifadesiyle %73 civarındadır. Bu düzeyde dış kaynağa bağlı bir ülkenin milli ekonomisi güçlü olamaz, sanayisi güçlenemez. Üretimleri dünya pazarlarında rekabet edemez, hatta böyle bir ülkenin milli güvenliği olamaz. 20 milyona yakın insanımızın ve sanayimizin, endüstriyel ve ticari kuruluşlarımızın büyük çoğunluğunu barındıran İstanbul’da bir hafta doğal gazı kestiğiniz zaman atom bombası atmış gibi etki yapmaktadır. Böyle bir ülkenin milli ekonomisi, milli güvenliği olamaz. Diğer bir konu şudur: Türkiye’nin cari açığının %95’i enerjideki dışa bağımlılıktan kaynaklanmaktadır.

Enerjideki bu dışa bağımlılığı kabullenmemiz mümkün değildir. Bunun mutlaka giderilmesi gerekir. Bu hem bir ekonomik görev hem bir yurtseverlik görevidir. Bunun yolu nedir? Yerli enerji kaynaklarına, onların içerisinde de birinci önceliği özellikle temiz, yenilenebilir enerji kaynaklarına; rüzgara, güneşe, hidrolik santrallere, biyokütleye, jeotermale vermektir. Bu noktalarda, geçirdiğimiz şu son bir yıl içerisinde de mesafe kaydedildiğini söylemek çok mümkün değildir.

Rüzgar özelinde konuşacak olursak; 1 Kasım 2007 başvurularıyla ilgili değerlendirmeler bildiğiniz gibi 2011’in yarısına kadar devam etti. Beş yıllık bir süreç sonunda 7-8 bin MW civarında lisans, almaya hak kazanan firmalara ihaleler yoluyla sonuçlandırıldı. İlgili firmalar bu beş yıl içerisinde teminatlarını vs. yatırıp beklediler. Şimdi bir kısmı imar izinleriyle, ruhsatlarla, araziyle, bağlantıyla ilgili sorunları çözmeye çalışırken, çözebilenler de yatırıma geçmeye çalışıyor. Ama mesela, yerli mekanik ve elektro-mekanik aksam üretimine teşvikler de içeren YEK Kanunu Değişikliği çıkalı 2.5-3 yıl olmasına rağmen bir tane yerli rüzgar türbini üretilebilmiş değil. Demek ki, bu kanunda bir boşluk var.
 

Yerli üretimi tanımlayacak ve yerli katkı payı uygulamasına esas oluşturacak ikincil mevzuat düzenlemesi bekleniyordu…

Onunla ilgili de rivayet muhtelif. Yapılacak üretimin %55’inin Türkiye’de yapılması halinde yerli üretim kabul edilmesi gibi birtakım düşüncelerden söz ediliyor. Bu noktada yatırımcıların ve ekipman üreticilerinin fikrinin çok fazla alındığı söylenemez. Dernek üyelerimiz ve bizim dışımızdaki diğer enerji gruplarıyla paylaşımlarımızda da görüyoruz ki, genel bir hoşnutsuzluk var. İşler iyi yürümüyor. Yenilenebilir Enerji Kanunu, yerli üretimi teşvik yasası olmaktan ziyade bir engel yasası olma hüviyetine bürünüyor.

‘Üretimin en az %50’si Türkiye’de yapılmalı’

TÜREB’in bu konuda tüm platformlarda dile getirdiği öneri, yabancı üreticilerinin Türkiye’de tesis kurup montajı burada gerçekleştirmeleri durumunda, o üretimin de ‘yerli’ sayılması ve yerli katkı payından yararlanması şeklinde. Bu öneriyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
 

Biz kanun hazırlanırken de, sözü edilen aksamın “yerli” sayılması için %50’sinin Türkiye’de üretilmiş olması gerekir şeklinde bir yaklaşım getirdik. Çünkü aksi takdirde sadece yerli katkı payı teşvikinden yararlanmaya yönelik olarak, yurtdışında komponentlerin tümünü yaptırıp, burada basit bir montaj sanayii oluşturmak, yerli sanayiye arzulanan katkıyı yapmayacaktır. Bunun yerli istihdama ve onunla birlikte yerli sanayiye de katkısı olsun isteriz. Ama bazen şöyle olur; Bir otomobil yapacaksanız, tekerini bir ülkeden, jantını bir başka ülkeden, motorunu bir yerden, jeneratörünü bir başka yerden, cıvatalarını başka bir ülkeden alabilirsiniz. Yani hammaddesini ve bazı komponentleri oradan getirebilirsiniz. Ama bu Türk işçisi ve Türk mühendisinin dizaynından geçmeli, “Türk malı” diye etiketlenmelidir.

Rüzgarla ilgili ana bileşenler, yani kule, kanatlar ve elektrik teçhizatının büyük çoğunluğu da bahsettiğimiz şekilde Türkiye’de yapılabilir ve “Türk malı” olarak etiketlenebilir. Mesela çelik konstrüksiyonun hammaddesini Ukrayna’dan veya Güney Afrika’dan alabilirsiniz ama kuleyi burada imal etmelisiniz. Onun üzerindeki boyayı ne bileyim, Pakistan veya Hindistan’dan alabilirsiniz. Ama boyacı boyayı burada atmalıdır. Arzumuz Türkiye’de üretilen rüzgar türbinlerinin kullanılması, kullanımının teşvik edilmesidir. Her ülkenin yaptığı gibi. Almanya’ya gidiyorum örneğin, orada bana diyorlar ki, “Alman türbini kullanırsan, bedelinin neredeyse tamamına yakınını ben sana 13-15 yıl vadeyle Alman Exim’inden kullandırırım!” Amerikan GE kullanacak olsam, Amerikan Eximbank’ı hemen destek çıkıyor. Bizde ise henüz daha bugüne kadar yerli türbin kullanıldığı zaman, “15 sene vadeli krediyle destekleyeceğim!” diyen bir finans kuruluşu, devlet bankaları dahil çıkmadı. Önemli sorun budur. Yabancı da, senin yerli türbinini niye finanse etsin?! Bu noktada yerli finans kurumlarını da anlayışla karşılamak gerekiyor. Böyle bir teşvikin altyapısı hazır olsa onlar da elbette desteklemek isterler. Onun için, problem bence bankalarda değil, getirildiği söylenen teşviktedir.

Bu noktada da, adı teşvik yasası olan kanunu dikkatle incelemek gerekir: “Bir teşvik yasası çıkardım, ama içerdiği teşviğin zaten anlamı yok!” Böyle şey olur mu? Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın 2011 yılındaki bir beyanatında, “Yenilenebilir Enerji Kanunu’ndaki alım garantisinden şimdiye kadar hiçbir yenilenebilir yatırımcısı yararlanmadı. Zaten biz onu bir garanti (yatırım sermayesi arayışında bir güvence) olsun diye çıkardık!” mealinde bir ifadesi olmuştu. Bunun adı teşvik olabilir mi? 7.3 dolar cent rakamı yerine daha makul bir alım fiyatı olsa, sanayici bunu görse, niye yatırım yapmasın. Banka da görse, gerçekten ciddi bir teşvik var burada, niye desteklemesin? Ciddi bir teşvik olsa zaten, Alman, Amerikalı, Çinli, Danimarkalı vs. türbin üreticileri Türkiye’de kendi markalarıyla üretim yapmak için yarış halindeler. Ama teşvik yetersiz olduğu için, önünü göremediği için hiçbiri harekete geçmiyor.
 
Yerli katkı payı teşvik süresi uzatılmalı

Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Başkanı Salahattin Baysal, üretim tesisi kurulumunda yerli aksam kullanılması halinde yapılacak “yerli katkı payı” teşvikinin süresinin beş yıldan on yıla çıkarılması gerektiğini vurguluyor. Verilen fiyatların ya Avro’ya çekilmesi ya da dolar olarak kalacaksa o ölçüde artırılması gerektiğinin altını çizen Baysal, şunları aktarıyor: “Çünkü 7.3 dolar cent ile elektrik satarak yaptığınız rüzgar yatırımı geri almanız mümkün değildir. Ben size net bir hesap yapayım; Türkiye’nin en iyi bölgesinde 10 MW kurulu güce sahip rüzgar santraliniz olsa %35-40 kapasite faktörüyle yıllık 30 milyon kWh elektrik enerjisi üretebilirsiniz. 30 milyon kWh’i 7.3 dolar cent ile çarptığınızda ne yapar? 2 milyon 190 bin dolar civarında bir yıllık ciro yaparsınız. Düşünün, 10 MW’lık bu rüzgar santrali için yaklaşık 16 milyon dolarlık bir yatırım yapıyorsunuz, buna karşılık yılda 2 milyon 190 bin dolarlık bir ciro yapıyorsunuz. Bunu 10 yıllık bir zaman dilimine yayarak yıllık anapara, faiz ve işletme masrafı ödemelerini varın artık siz hesaplayın. Bu yatırım kendini geri ödeyebilir mi? Kararı siz verin. Bir de üstüne üstlük, rüzgarlı bölgelerdeki projelerin çoğu katkı paylı (TEAİŞ’a ödenmesi gereken iletim katkı paylarıyla) lisans almışlardır. Mesela bizim de Ayvalık’taki projemiz 2.82 kuruş katkı paylıdır. Bu kapasite faktöründeki tesisler, yılda ortalama 3.5-5 kuruş arasında RES katkı paylarıyla lisans aldı. Dolayısıyla bunları da hesaba kattığınız zaman, 10 yıllık süre içerisinde hiçbir proje kendisini geri ödememektedir. Dolayısıyla bu fiyatlar yeterli değildir, kanuna yeterli şekilde konmamıştır. 2005’te de yeterli değildi, 2007’de doğru bir kararla Avro’ya çevrildi ama 5.5 Avro cente çevrilerek düşürüldü. O zaman 7.5 Avro cent olarak koysalardı, şu anda yıllık hayata geçirilen tesis miktarı 2 bin MW değil, 12 bin MW olurdu.”
Almanya’ya gidiyorum orada bana diyorlar ki, ‘Alman türbini kullanırsan, bedelinin neredeyse tamamına yakınını ben sana 13-15 yıl vadeyle Alman Exim’inden kullandırırım!’ Amerikan GE kullanacak olsam, Amerikan Eximbank’ı hemen destek çıkıyor. Bizde ise henüz daha bugüne kadar yerli türbin kullanıldığı zaman, ‘15 sene vadeli krediyle destekleyeceğim’ diyen bir finans kuruluşu, devlet bankaları dahil çıkmadı.

Kaynak: EnerjiDergisi

enerji gündemigüneşGüneş EnerjisirüzgarRüzgar Enerjisi
Yorumlar (0)
Yorum Ekle