Savaş’a, Nükleer Silahlara ve Nükleer Santrallara Hayır!

Sorry, this entry is only available in Turkish. For the sake of viewer convenience, the content is shown below in the alternative language. You may click the link to switch the active language.

1945’te New Mexico çölünde, Amerikalı bilim insanları atom çağının başlangıcını işaret eden ilk nükleer silah testi olan “Trinity” yi gerçekleştirdiler. Trinity sınavından önce bile, ulusal liderler nükleer silahların iç ve dış politika üzerindeki etkisini tartıştılar. Atom Bilimcileri Federasyonu ve Pugwash Bilim ve Dünya İşleri Konferansı gibi profesyonel dernekler aracılığıyla, nükleer silah politikası hakkındaki tartışmalar yapan bilimsel topluluklar vardı.

75 yıl önce 6 Ağustos 1945‘te, II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, “Küçük Çocuk” adı verilen atom bombası Hiroşima’da patlatıldı. 12.500 ton TNT‘ ye eşdeğer bir verimle patlayan bomba patlaması ve termal dalgası yaklaşık 50.000 binayı (2.Genel Ordu ve Beşinci Bölümün merkezi de dahil olmak üzere) yok etti ve 70.000-80.000 insanı doğrudan öldürdü ve toplam ölen sayısı 90.000-146.000 ulaştı.

“Şişman Adam” adı verilen 2’inci bomba ise 9 Ağustos 1945’te Nagazaki’de patlatıldı, şehrin %60’ını yok etti ve 35.000-40.000 insanı doğrudan öldürdü, ancak bir süre sonra 40.000’e kadar ek ölüm meydana gelmiş olabileceği söylendi.

Daha sonra dünyanın nükleer silah stokları büyüdü.

“Crossroads” Operasyonu ise 1946 yazında ABD tarafından Pasifik Okyanusu’ndaki Bikini Atoll ‘de yapılan bir dizi nükleer silah denemesiydi. Amacı, nükleer silahların gemiler üzerindeki etkisini test etmekti. “Crossroads” Operasyonunu iptal etme baskısı bilim adamları ve diplomatlardan geldi. Manhattan Projesi bilim adamları, daha fazla nükleer testin gereksiz ve çevre açısından tehlikeli olduğunu savundu.

Dünya üzerinde ne kadar nükleer silah olduğu tam bilinmiyor. Farklı araştırma kurumları birbirine yakın farklı sayılar sunuyor. Bunlar derlendiğinde nükleer silah sayısının 14 bin 995’e kadar çıktığı tahmin ediliyor. Bu silahlar genelde ‘caydırıcı güç’ olarak görülüyor ve elinde bu silahları bulunduran ülkeler askeri güç olarak diğer ülkeler üzerine ciddi baskı ve hakimiyet kuruyor.

6 Ağustos 1945’te Hiroşima ve 9 Ağustos 1945’te Nagazaki’ye atılan atom bombası sonucu yaşamını kaybeden yüz binlerce kişiyi saygıyla anıyoruz.

80 yıl önce nükleer enerjinin Dünya’yı kurtaracağı öne sürülmüştü. Bugün ise Dünya nükleer enerjiden kurtulmaya çalışıyor.

Gerçekten de gelişmiş ülkelerin pek çoğu nükleer yatırımlarını azaltarak, enerji politikalarını, temiz ve yenilenebilir enerjiye endeksli olarak yeniden düzenliyorlar.

Ancak, çoğu zaman Endüstrileşmiş Ülkeler, artık kendi halkı için uygun görmedikleri nükleer santralleri de işsiz kalan nükleer sektörlerini kurtarmak amacıyla, diğer ülkelere pazarlamaya çalışıyorlar.

Çernobil Faciası henüz akıllarda iken bu kez de Japonya’da Fukuşima Nükleer Santralinde yaşanan sorunlar göz ardı edilmemelidir. Kaldı ki risklerini, radyasyon ve atık problemlerini, bir türlü önlenemeyen kazalarını bir yana bıraksak bile, nükleer santraller dünyanın en pahalı ve ülkelerin ekonomisini olumsuz etkileyebilecek bir enerji seçeneğidir.

Kağıt üstünde düşük hesaplanan, hep ucuzmuş gibi gösterilen nükleer enerji birim fiyatları, hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. İlk yatırım ve normal işletim maliyetleri çok yüksek olan nükleer santraller, 35-40 yıllık ekonomik ömürleri boyunca sıkça karşılaşılan kazalar, ek güvenlik önlemleri, devre dışı kalmalar, bakımlar ve onarımlar nedeniyle aslında enerjiyi çok pahalıya üretmektedirler. Üstelik bu maliyete, atıkların saklanması için harcanacak yüksek paralar ve söküm giderleri de dahil değildir.

Asla hesaplanamayacak olan bir başka bedel ise, herhangi bir nükleer kaza sonrası ortaya çıkan veya çıkacak olan toplumsal ve çevresel maliyettir.  

Ortalama gücü 1000 MW olan bir nükleer santral, yılda yaklaşık 27 ton yüksek düzeyli, 250 ton orta düzeyli, 450 ton düşük düzeyli atık üretmektedir. Bu atıklar ve tükenmiş yakıt çubukları, 20-30 yıl reaktörün içindeki ya da yanındaki havuzlarda radyasyon düzeyinin düşmesi için bekletilir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) 1977 yılı sonunda reaktör sahalarında ya da geçici depolarda, 200 000 ton tükenmiş yakıt çubuğu olduğunu hesaplamıştır. Yılda ortalama 10 500 ton artan bu rakamın günümüzde %70 kadar artarak 340000 tonu aştığı hesaplanabilir. California’nın güneyindeki San Onofre Nükleer Santrali’nde, nükleer atıkların saklandığı beton variller, reaktöre yürüme mesafesinde, kalın betonun içinde muhafaza ediliyor. Bunlar, hükümet verilerine göre son 60 yıldır Amerika’daki nükleer santrallerden çıkan 70 bin ton atığın sadece çok küçük bir bölümü. Almanya kaya tuzu ile bu işi çözmeye çalışırken Finlandiya ve İsveç yerin altında granit taşlı depolar inşa etti.  Fransa, 80 bin metre küplük bir alana radyoaktif maddeleri depolayıp, burayı 160 milyon yıldır değişmeyen kil tabakası ile kaplayacak. Ancak yer altındaki bu alan, nasıl korunacak?

Nükleer teknoloji, aradan geçen bunca yıla karşın nükleer atıklar için son depolama sorununu çözebilmiş değildir.

AB üyesi ülkelerin taraf olmak zorunda olduğu Aarhus Sözleşmesi göz önünde tutularak tüm enerji yatırımları halkın bilgisi dahilinde, halkın kararları ile ve yerelin (bireyler, belediyeler ve kooperatifler) sahipliğinde gerçekleştirmelidir.

Avrupa Komisyonu tarafından 11 Aralık 2019 tarihinde 2050 yılına kadar iklim nötr bir kıta oluşturma hedefi doğrultusunda yeni bir büyüme stratejisi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı yayımlanmıştır. AB sanayisinin 2050 yılına kadar dönüşümünü hedefleyen Mutabakat kapsamında sanayiden tarıma, ulaştırmadan enerjiye kadar birçok sektörde AB mevzuat ve politikaları gözden geçirilmektedir. Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında ortaya konan hedeflere ulaşılmasına destek olmak amacıyla, Avrupa Komisyonu tarafından Ufuk2020 Programı kapsamında 1 milyar Avro‘luk yeni bir çağrıya çıkılacaktır.  Türkiye’deki kuruluşlar tarafından da bu hibe desteğine başvuruda bulunulabilecektir. (https://ec.europa.eu/info/research-and-innovation/strategy/european-green-deal/call_en)

Bu gerçeklerden yola çıkarak, ülkemizin Avrupa Birliği “yolunda” enerji politikasının yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı, özellikle enerji sektörümüzün yeniden yapılandırıldığı bu süreçte önceliklerimizin ve tercihlerimizin; artık nükleer enerji ve fosil enerji kaynaklarından yana değil, yenilenebilir enerji kaynaklarından, enerji verimliliğinden, daha az enerji kullanımlı teknolojik ve üretim tercihlerinden yana olması zaten kaçınılmazdır.

Gelinen noktada ve sonuç olarak Nükleer ve Fosil Yakıt teknolojilerine değil, Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Enerji Verimliliği konusunda somut adımlar atılmalı ve bu alanlara yatırım yapılmalıdır.

TÜRKİYE ÇEVRE PLATFORMU

turcep.org

Amerikalı bilim adamlarıAtom Bilimcileri Federasyonuatom bombasıatom çağının başlangıcıÇernobil faciasıenerji sektörü piyasası haberleriManhattan Projesinükleer enerji sektörü piyasası haberlerinükleer silah politikasınükleer silah stoklarınükleer silah testiNükleer silahlarPugwash Bilim ve Dünya İşleri Konferansıtükenmiş yakıt çubuklarıTÜRÇEPTürkiye Çevre PlatformuUluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA)
Yorumlar (0)
Yorum Ekle