(Turkish) Uygulanan Tavan Fiyat Uygulamasının Genel Değerlendirmesi…

Sorry, this entry is only available in Turkish. For the sake of viewer convenience, the content is shown below in the alternative language. You may click the link to switch the active language.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) başkanı Sn. Mustafa Yılmaz, 24 Haziran 2014 tarihinde akaryakıt dağıtım şirketlerinin temsilcileri ile bir araya geldiği toplantıda şirketlerin yaptığı indirimin tatmin edici olmadığını, motorinde 4 kuruş civarında daha indirim yapılmaması durumunda tekrar tavan fiyat uygulamasına geçilebileceği sinyalini vermişti. Dağıtım şirketleri bu toplantı sonrasında benzin fiyatlarını ortalamada 1 kuruş, motorin fiyatlarını ise 2 kuruş civarında indirmiştir.

26 Haziran 2014 tarihinde yapılan EPDK toplantısında tavan fiyat uygulaması gündeme alınmamış, fakat piyasadaki fiyat oluşumlarının yakında inceleneceği bildirilmiştir. Bu yazıda, Türkiye’de akaryakıt fiyatlarına uygulanan tavan fiyat uygulamasının enerji piyasasındaki olası etkileri ele alınmaktadır.

Piyasa düzenlemelerinin temel amaçları

Kamu mülkiyetindeki işletmelerin özel sektöre devrinin tarihi her ne kadar çok eskiye dayansa da, İngiltere’de Margaret Thatcher’in iktidara gelmesinden sonra özelleştirmeler dünya genelinde yeni bir hız kazanmış ve birçok ülke, kamu iktisadi işletmelerini özel sektöre devretmeye başlamıştır. Bu işletmelerin birçoğu, özellikle de telekomünikasyon, elektrik, doğal gaz ve su temini, hava ve demiryolu şirketleri, havalimanları gibi işletmeler, ana faaliyet alanlarında tekel konumunda bulunmaktaydı. Bu işletmelerin özel sektöre devri, özel şirketlerin fiyatlandırma konusundaki davranışları ile ilgili ciddi kaygıların oluşmasına da yol açmıştır. Zira özel şirketlerin temel amacı kâr elde etmek olduğu için, özelleştirilen şirketlerin çok yüksek fiyat uygulayacağı, bunun da tüketicileri olumsuz etkileyeceği ve ekonomik etkinliğin düşüreceği ifade ediliyordu.

Özelleştirme yaparken, ilgili tüm tarafların, yani üreticilerin, tüketicilerin, çalışanların, kamu kesiminin ve çevresel etkiler dolayısıyla da üçüncü tarafların çıkarlarını koruyacak bir yol bulunması gerekiyordu. Kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirilmesindeki temel amaç, piyasaların serbestleştirilmesi, rekabet ortamının oluşturulması ve böylece etkinliği artırarak ekonomik kaynakların daha verimli kullanılmasını ve toplumsal refahın artırılmasını sağlamaktı. Ancak, elektrik, doğal gaz, su iletimi gibi bazı alanlarda birden fazla şirketin olması olanaksızdır. Diğer alanlarda ise piyasaya yeni firmaların girmesi zaman almaktadır. Dolayısıyla, özelleştirilen piyasalarda ekonomik etkinliği artırmak, etkin kaynak kullanımını sağlamak ve firmaların yüksek fiyat uygulayarak ekonomik yönden zayıf olan tüketicilerin refah düzeyini düşürmelerinin önüne geçmek için, serbestleştirilen piyasaları denetlemek ve toplum yararına olacak şekilde fiyat belirlemelerini sağlamak amacıyla piyasa denetleme ve düzenleme kurulları oluşturulmuştur.

Üretilen bir malın toplum açısından en uygun fiyatı düzeyi, üretimin marjinal maliyetine eşit olduğu noktadır. Ancak, tekel piyasasında mal fiyatının bu düzeyde tespit edilmesi, firmanın zarar etmesine ve dolayısıyla da piyasadan çekilmesine yol açabilir. Eğer tekel üretimi sübvanse edilemiyorsa, mal fiyatının, üretimin tüm ekonomik maliyetlerini karşılayacak ve “makul” bir kâr bırakacak kadar yükseltilmesi gerekecektir. Dolayısıyla, düzenleme kurulları, firmaların makul kâr elde edebilecek kadar fiyat uygulamalarına izin vermiş, bu düzeyin üzerine çıkan fiyat artışlarını da çeşitli mekanizmalarla engellemiştir. Genel kabul gören iktisadi düşünceye göre, piyasada rekabet artınca hem fiyatlar düşmekte, hem de verimlilik ve ekonomik etkinlik artmaktadır. Bu yüzden de düzenleme kurumlarının temel hedefi, rekabetçi ve iyi işleyen bir piyasa oluşumunu sağlamak olmuştur. Rekabetçi piyasa oluşturulmaya çalışılırken de, firmaların aşırı yüksek fiyat belirlemesinin ve tüketicilerin zarara uğramasının önü alınmıştır.

Fiyat Kontrol Mekanizmaları

Piyasa düzenleme kurulları, hem tüketicileri korumak, hem de etkin kaynak dağılımını sağlamak amacıyla değişik yöntemlerle piyasalarda oluşan fiyatlara müdahale etmişlerdir. Bu amaçla iki farklı yöntem yaygın olarak kullanılagelmiştir.

Bu yöntemlerden biri, özellikle ABD’de yaygın olarak kullanılan, azami kâr sınırlandırmasıdır. Bu yönteme göre, firmalar, üretim ve yatırım maliyetlerini karşılayacak ve piyasa rekabetçi olmuş olsaydı elde etmiş olacakları makul düzeyde kâr elde edebilecek şekilde belirleyebilirler. Örneğin, bir ekonomide yatırımların ortalama kârlılığı %7 ise, firmalara, tüm üretim maliyetlerini karşıladıktan sonra en fazla %7 kâr bırakacak şekilde fiyat belirleme yetkisi verilmektedir. Bir diğeri ise, İngiliz iktisatçı Stephen Littlechild tarafından önerilen, “RPI-X” ve “fiyat tavanı” (price-cap) denen ve fiyat artış oranını sınırlayan bir fiyat kontrol mekanizmasıdır. Burada, RPI toptan satış fiyat endeksini, X ise düzenleme kurulunun tespit ettiği bir oranıdır. Bu sistemde firmaların ürün fiyatlarına yapacağı zam oranı, RPI-X değeri ile sınırlandırılmaktadır. Örneğin, firmanın girdilerinin maliyeti %8 oranında artmışsa ve X = %2 ise, bu durumda firmalar ürünlerine en fazla %8-%2=%6 oranında zam yapabilmektedir. Böylece, firmaların kâr elde edebilmeleri için belirlenen X değerinden daha yüksek bir oranda verimlilik artışı sağlamaları gerekmektedir .

Burada vurgulanması gereken bir husus da, her iki fiyat kontrol mekanizmasında da üretilen ürünlerin her biri için ayrı bir sınır ön görülmediğidir. Hem azami kâr sınırlamasında, hem de “tavan-fiyat” uygulamasında, firmalar ürettiği her bir malın fiyatını, belirlenen kullara bağlı kalmak şartıyla, istediği gibi tespit edebilmektedir. Üretilen her bir ürünün fiyatı belirlenen sınırlar çerçevesinde değiştirilebileceğinde, firmalar fiyat tespit ederken talep koşullarını da dikkate alabilmektedirler. Fiyatlar belirlenirken hem arz, hem de talep koşulları dikkate alındığı için, fiyat kısıtlamalarının kaynak tahsisatı üzerindeki etkisi de en aza inmektedir.

Her iki fiyat kontrol mekanizması da iktisat yazınında yeterince incelenmiş ve her ikisinin de, kaynak kullanımında göreli etkinliğini sağlayabileceği ve dolayısıyla toplum açısından en uygun fiyat düzeylerini temin edebileceği gösterilmiştir . Bu fiyat düzeyleri, söz konusu fiyatların nasıl hesaplanabileceğini ilk gösteren iktisatçı F.P. Ramsey’in onuruna “Ramsey fiyatları” olarak adlandırılmaktadır. Ramsey fiyatları, piyasa dinamiklerini de dikkate almaktadır. Buna göre, toplumsal açıdan en uygun fiyat düzeylerinin, talebin fiyat esneklikleri ile ters orantılıdır. Yani talebin fiyat esnekliği, yani fiyat değişimlerine olan duyarlılığı ne kadar düşükse, fiyatı da bir o kadar yüksek olur .

EPDK tarafında uygulanan tavan fiyatları

5015 Sayılı Petrol Piyasası Kanunun 10 maddesinde “Petrol alım satımında fiyatlar en yakın erişilebilir dünya serbest piyasa koşullarına göre oluşur” denmektedir. Ayrıca, yine aynı madde gereğince, “…petrol piyasasında faaliyetleri veya rekabeti engelleme, bozma veya kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran veya doğurabilecek nitelikte anlaşma veya eylemlerin piyasa düzenini bozucu etkiler oluşturması halinde, gerekli işlemlerin başlatılmasıyla birlikte, her seferinde iki ayı aşmamak üzere, faaliyetlerin her aşamasında, bölgesel veya ulusal düzeyde uygulanmak için taban ve/veya tavan fiyat tespitine ve gerekli tedbirlerin alınmasına Kurum (EPDK) yetkilidir.”

EPDK, bu yetkiye dayanarak ilk defa 25 Haziran 2009 tarihinde Türkiye’de akaryakıt fiyatlarının en yakın erişilebilir serbest piyasa fiyatlarından saptığı gerekçesiyle benzin ve motorin fiyatlarına tavan fiyat uygulamasına gitmiştir. Buna göre, dağıtıcı ve bayilerin toplam fiyat marjları bezin için litrede 20 kuruş, motorinde 30 kuruş, kırsal motorinde ise 27,5 kuruş ile sınırlandırılmıştır.

İkinci tavan fiyat kararı ise, 20 Mart 2014 tarihinde alınmıştır. Önceki tavan fiyat uygulamasından farklı olarak, ikinci tavan fiyat uygulamasında rafineri fiyat marjına da bir sınırlandırma getirilmiştir. Böylece, rafineri marj tavanı CIF MED fiyatının %1 fazlası, dağıtıcı ve bayi marjlarının tavanı ise, hem benzin, hem de motorinde litrede 37 kuruşla sınırlandırılmıştır.

Türkiye’de akaryakıtlara uygulanan tavan fiyatlarının değerlendirmesi

Türkiye’de akaryakıta uygulanan tavan fiyatları ile ilgili sorunların temeli, 5015 Sayılı Petrol Piyasası Kanunu’na dayanmaktadır. Kanunun amacı birinci maddede şöyle belirtilmektedir: “Bu Kanunun amacı; yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan temin olunan petrolün doğrudan veya işlenerek güvenli ve ekonomik olarak rekabet ortamı içerisinde kullanıcılara sunumuna ilişkin piyasa faaliyetlerinin şeffaf, eşitlikçi ve istikrarlı biçimde sürdürülmesi için yönlendirme, gözetim ve denetim faaliyetlerinin düzenlenmesini sağlamaktır”. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere, kanun temel amacı, petrol ürünlerinin tüketicilere güvenli ve ekonomik olarak temin edilmesini sağlamaktır. Oysa bir kanunun amacı, toplumun sadece belirli bir kesiminin değil, tüm tarafların çıkarını, yani kamu yararını korumak olması gerekirdi. Mevcut haliyle, kanun sadece tüketicilerin çıkarını temel almaktadır.

Kanunun 10 Maddesinde, en yakın erişilebilir dünya serbest piyasasında oluşan fiyatlara atıf yapılmaktadır. Türkiye’deki uygulamalara bakıldığı zaman, referans piyasa olarak Akdeniz piyasasının yakından takip edildiği ve burada oluşan fiyatların resmi döviz kuru üzerinden Türk Lirasına dönüştürülerek yurt içi fiyatlarla kıyaslandığı görülmektedir. Yurtiçi piyasada oluşan fiyatların Akdeniz piyasasındaki fiyatlardan daha yüksek seyrettiği tespit edilirse, bu durum Türkiye akaryakıt piyasasının referans piyasadan uzaklaştığı şeklinde yorumlanmakta ve müdahale edilmektedir. İktisat yazınında, farklı piyasaların beraber hareket etmesi durumunda bile kısa vadeli sapmalar olabileceği, ancak piyasa dinamiklerinin bu sapmaları uzun vadede düzelteceği genel kabul gören bir görüştür. Dolayısıyla, piyasaların birbirinden uzaklaştığı iddia ediliyorsa, bunun için fiyatların ciddi oranda saptığını ve düzelme eğiliminde olmadığını gösteren sağlam iktisadi kanıtların ortaya konması gerekmektedir. Aksi durumda, kısa vadeli ve doğası gereği geçici nitelikte olan sapmalara müdahaleler, toplumun tamamı için zararlı sonuçlara yol açabilir.

Kısa vadeli kıyaslamaların yol açtığı sorunlardan biri de, uluslar arası ticaretteki gecikmelerin ve stok maliyetlerinin dikkate alınmamasıdır. Ürünlerin uluslar arası piyasalardan bir-iki günde temin edilemeyeceği açıktır. Dolayısıyla, eğer firmalar fiyatların ciddi oranda saptığını tespit etse ve bu sapmayı giderecek şekilde davranmak isteseler bile malların ithal edilmesi ve piyasaya sürülmesi ciddi zaman almaktadır. Ayrıca, petrol fiyatları ve döviz kurları aşırı oynaktır. Bu yüzden de ithalatçılar ciddi fiyat riskleri ile karşı karşıyadır. Fiyat kısıtlaması, daha önce temin edilen ve stoklarda hazır bulunan akaryakıt maliyetlerini dikkate almadığından, tavan fiyat uygulaması firmalara ek mali yük getirmektedir.

Tavan fiyat uygulamaları, piyasa dinamiklerini yeterince dikkate almamaktadır. Piyasalarda oluşan fiyat farklılıkları, yurtiçi ve yurt dışı ani arz ve talep değişikliklerinden de kaynaklanabilmektedir. Arz, talepteki değişmelere hızlı bir şekilde uyarlanamıyorsa, ani talep artışları fiyatların da artmasına yol açacaktır. Birçok gözlemci, Haziran 2014 döneminde Türkiye’de akaryakıt fiyatlarında gözlemlenen artışların, kısmen Irak’taki gelişmelere bağlı olduğunu ifade etmiştir. Irak’taki iç huzursuzluklar, bu ülkedeki akaryakıt arzını ciddi oranda azaltmış ve dolayısıyla, başta komşu ülkeler olmak üzere dış dünyadan ithalat talebini artırmıştır. Uluslar arası piyasaların Irak’taki gelişmelere tepki verdiği bilinmektedir. Ancak, doğal olarak, Irak’a komşu olan ülkeler bu durumdan daha çok etkilenmektedir. Uluslar arası piyasalardan Irak’a akaryakıt temini zaman aldığından, Irak’ın Türkiye’den ve diğer komşu ülkelerden daha çok ürün talep etmesi, yurtiçi fiyatlar üzerinde daha çok baskı oluşturacaktır. Bu durumda, yurtiçi fiyatlar Akdeniz piyasasından ciddi oranda farklılaşabilir. Ancak, böylesi bir durumda fiyat kısıtlamasına gitmek, sadece ülkenin akaryakıt piyasasını değil, dış ticaretini de olumsuz yönde etkileyecektir.

Önceki fiyat kısıtlamasından farklı olarak, son fiyat kısıtlamasında rafineri fiyat marjlarına da bir kısıtlama getirilmiştir. Yukarıda da özetle bahsedildiği üzere, Türkiye’deki fiyat kısıtlamaları, aylık fiyat farklılıklarını dikkate almakta, stok ve üretim maliyetlerini göz ardı etmektedir. Petrol fiyatları aşırı dalgalanmalar gösterdiğinden, rafineri fiyatlarına kısıtlama getirilmesi, rafinerileri ve burada çalışan işçileri olumsuz etkileyecektir. Ayrıca, referans alınan Avrupa piyasalarındaki üreticiler, Avro bölgesinde bulunmaktadır. Bu üreticiler, petrol fiyatlarındaki dalgalanmaların yanı sıra, Avro/Dolar paritesindeki dalgalanmalardan kaynaklanan risklere maruz kalmaktadır. Türkiye’deki rafineriler ise, petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar ve TL/Dolar kurundaki dalgalanmadan kaynaklanan risklere maruz kalmaktadır. Rafineri fiyat marjlarına kısıtlama getirilmesi, Türk üreticileri, ilave olarak Dolar/Avro ve Avro/TL kurlarındaki dalgalanmalardan kaynaklanan risklere de maruz bırakmakta ve dolayısıyla ilave mali yükler getirmektedir. Bu da, Türk firmaların uluslar arası rekabet gücünü düşürmektedir.

Özellikle son uygulanan tavan fiyat kısıtlaması, sadece ithal fiyatlarını temel almış, yatırım ve üretim maliyetlerini tamamıyla göz ardı etmiştir. Dolayısıyla, Avrupa piyasalarına referansla belirlenen fiyat kısıtlaması, Türkiye’de üretimi cezalandırarak ithalatı teşvik etmektedir. Ayrıca, ister yurt içi, isterse de yurt dışındaki mevcut rafineriler, yatırım maliyetleri karşılanmışsa, belirli bir noktaya kadar fiyat indirimlerinden zarar görmez. Ancak, böylesi fiyat kısıtlamaları, rafinaj kapasitesine yeni yatırımları ciddi şekilde etkilemektedir. Bu yüzden de fiyat kısıtlamaları yurt içi yatırımları caydırıcı hale getirmekte ve asıl korumak istediği tüketicileri bile uzun vadede olumsuz yönde etkilemektedir.

Fiyat kısıtlamaları, fiyat mekanizmasını bozmakta ve kaynakların etkin tahsisini önlemektedir. Fiyat kısıtlamasına gidildiği zaman firmalar verimlilik artışı sağlayacak alanlara ayırabileceği kaynakları, daha ucuz ürün bulmak, anlaşma koşullarını müzakere etmek, finansman kaynakları bulmak gibi verimsiz işlere tahsis etmektedirler. Bu durum etkin kaynak kullanımını önlemekte ve dolayısıyla, hem sektörün, hem de bütün ülke ekonomisinin gelişmesini engellemektedir.

Son tavan fiyat uygulamasında, tüm akaryakıt türlerine aynı fiyat marjı getirilmiştir. Oysa, tüketicileri korumak için konan fiyat kısıtlamalarının, piyasa dinamiklerini ve talep koşullarını da dikkate olması gerekmektedir. Getirilen fiyat marjlarının, hem tüketiciler, hem de genel olarak toplum açısından uygun olabilmesi için, fiyat sınırlamaları talebin fiyata olan duyarlılığına göre belirlenmelidir. Örneğin, EPDK’nın Mayıs ayı için yayımladığı Petrol Piyasası Fiyatlandırma Raporuna göre, toptancıların benzinde fiyat marjı litre için 6 kuruş, motorin içinse 2 kuruş olarak gerçekleşmiştir. Ancak, fiyat sınırlamasının etkin ola bilemesi için, benzinde fiyat marjı 6 kuruşken, motorinde 15,03 kuruş olması gerekirdi . Tüketicileri korumak için getirilen fiyat kısıtlaması, tüketicilerin tamamı için yararlı olmadığı gibi, toplumsal refah dağılımını da bozmuş ve böylece kamu yararına ciddi zararlar vermiştir.

Politika Önerileri

Yukarıda da özetle açıklandığı gibi, Türkiye akaryakıt piyasasındaki sorunların temelinde 5015 Sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun getirdiği yaklaşım yatmaktadır. Zira bu kanun, kamu yararı veya toplumun tüm bileşenlerinin çıkarı veya menfaati değil, sadece tüketicilerin çıkarını temel alan bir yaklaşım benimsemiştir. Dolayısıyla, söz konusu yasanın “Amaç ve Kapsam” başlıklı birinci maddesinin, kamu yararını veya tüm piyasa paydaşlarının ve üçüncü tarafların çıkarlarını da gözetecek ve koruyacak şekilde düzeltilmesi gerekmektedir. Toplumun sadece belirli bir kesiminin dikkate alınması, genel olarak toplumsal sözleşme ruhuna aykırıdır.

Kanunun 10. Maddesi petrol piyasasında rekabeti engelleyecek davranışları önleme yetkisini EPDK’ya verilmiştir. EPDK aynı zamanda, petrol piyasasında faaliyet gösterecek firmalara izin belgesi (lisans) vermek ve onları denetlemekle yetkili bir kurum olduğundan, EPDK’ya böylesi bir yetki verilmesi, firmaların kurulla olan ilişkilerinde müzakere gücünü ciddi oranda azaltmaktadır. Bu, ayrıca, çıkar ve yetki çatışmasına veya yetkinin kötüye kullanılmasına da yol açabilir. Dolayısıyla, Petrol Piyasası Kanununda değişikliğe gidilerek, rekabeti önleyici tedbirleri alma yetkisinin Rekabet Kurumuna verilmesi gerekmektedir.

Piyasa düzenleme kurullarının temel amacı, herhangi bir grubu korumaktan ziyade, rekabetçi ve iyi işleyen bir piyasa ortamının sağlanmasıdır. Her ne kadar en büyük 10 şirketin piyasa payı %83 civarında olsa da, piyasada yeteri sayıda faal şirket bulunmaktadır. Zira 2014 yılı Haziran ayı itibariyle Türkiye akaryakıt piyasasında geçerli dağıtıcı yetki belgesine sahip 83 firma bulunmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye akaryakıt piyasasında fiyat kontrol mekanizması terk edilmeli ve eğer rekabeti engelleyici davranışlar tespit edilirse de, bunun Rekabet Kanunu çerçevesinde engellenmesi gerekmektedir.

EPDK, Avrupa piyasalarını referans almak yerine, uluslar arası alanda referans noktası olarak kabul edilebilecek bir piyasa oluşturmak üzerine odaklanmalıdır. Türkiye, uzun zamandan beri, bölgesinin enerji merkezi olmayı hedeflemektedir. Kanunla EPDK’ya piyasaya ihtiyari ve mesnetsiz müdahale etme yetkisi verilmiş olması, uluslar arası şirketlerin piyasaya olan güvenini sarsmakta ve dolayısıyla, piyasaya yeni firmaların girmesini ve yeni yatırımların yapılmasını ciddi şekilde engellemektedir. Bu yüzden de piyasaya herhangi bir müdahale yapılacaksa, bunun için sağlam iktisadi kanıtların ortaya konması gerekmektedir. Bu amaçla, kanunda bir düzenleme yapılarak, piyasaya yapılacak müdahalelerin sağlam iktisadi kanıtlara dayandırılması koşulu getirilmelidir. Böylece, tüm kesimlerin Türkiye enerji piyasasına olan güveni tesis edilir ve Türkiye referans alınabilecek bir enerji piyasasına kavuşmuş olabilir.

Yapılan hesaplamalara göre, 2030 yılına kadar olan süreçte akaryakıta olan toplam talep, bugünkü düzeyinin yaklaşık olarak iki katına çıkacaktır. Yeni rafineri yatırımları gerçekleşmez ise, rafine edilmiş petrol ürünleri ithalatı, 2013 yılındaki net 12.6 milyar dolarlık düzeyinden 2030 yılında 100.95 milyar dolara kadar çıkabilir. Bu, Türkiye rafinaj kapasitesine ciddi yatırımlar yapılması gerektiğini göstermektedir. Bu yüzden de, enerji politikalarının temel hedefi, tüketici çıkarlarını korumanın yanı sıra, Türkiye enerji sektörüne yapılacak yatırımların teşvik edilmesi olmalıdır. Yatırımları caydırıcı ve çoğu zaman kısa vadeli hedefleri gözeten uygulamalar, asıl korunmak istenen tüketicileri bile uzun vadede daha olumsuz etkilemektedir.

Akaryakıt sektöründeki firmalar, uygulanan tavan fiyatlarının ciddi zararları olduğunu birçok defa vurgulamışlardır. Hatta tavan fiyat uygulamaları aleyhine Danıştay’da dava açılmış, fakat olumsuz sonuç alınmıştır. Tavan fiyat uygulamalarının tüketiciler için faydaları açıkken, doğurabileceği zararlar her zaman açık olmayabilir. Tavan fiyat uygulamaları, sadece firmaların kârını düşürmekle kalmamakta, toplumun bir bütün olarak zarar görmesine de yol açmaktadır. Bu yüzden de, akaryakıt sektöründeki firmalar, bu tür uygulamaların doğurduğu toplumsal zararları hesaplayarak bunun tüketicilere sağladığı faydalardan daha fazla olduğunu, dolayısıyla tavan fiyat uygulamasının kamu yararına aykırı olduğunu gösterebilirler. Akaryakıt firmaları, bu şekilde, hem EPDK, hem de diğer kurumlar nezdinde müzakere güçlerini de artırmış olacaktır.

Yazan: Prof. Dr. Mubariz Hasanov

Kaynak: Enerji Enstitüsü

akaryakıtAkaryakıt dağıtım şirketleriakaryakıt piyasasıakaryakıt sektörüdoğal gazelektrikenerjienerji gündemienerji haberlerienerji piyasasıenerji piyasası düzenleme kuruluenerji sektörüepdkFiyat Kontrol MekanizmalarıMustafa YılmazpetrolPetrol alım satımıpetrol enerjisipetrol fiyatlarıpetrol piyasasıRPITavan Fiyat uygulamalarıtavan fiyat uygulaması
Yorumlar (0)
Yorum Ekle