Kategori : NATURAL GAS ENERGY NEWS, ENERGY AGENDA NEWS - Tarih : 06 December 2012
2035’te Avrupa’nın ithal gaza bağımlılığının yüzde 90’lar seviyesine çıkacağı öngörülüyor. Buna karşın Karadeniz ve Kuzey Denizi’ndeki keşifler Avrupa’nın gaz ikmalinde yeni senaryolar yaratma potansiyeli taşıyor.
Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın gündemindeki temel konulardan bir tanesini enerji arzı oluşturuyor. Kıtanın enerji talebinde artış trendinin devam edeceği öngörülürken, ithal enerji kaynaklarına olan bağımlılığın da yükseleceği ifade ediliyor.
Uluslararası Enerji Ajansı, enerji şirketleri BP ve OMV’nin yaptıkları projeksiyonlara göre Avrupa Birliği’nin 27 ülkesi ve Türkiye’de genel enerji talebi 2020′de 1,825 milyon TEP (ton eşdeğer petrol) seviyesine çıkacak. Artan genel enerji talebi içerisinde gaza yönelik talebin ağırlıklı bir yeri bulunuyor. Aynı kurumların analizlerine göre, 2020 yılında gaz talebi 491 milyon TEP olacak.
Bu projeksiyonlar, gaz kaynakları açısından yetersiz durumda olan Avrupa’nın gaza olan bağımlılığının artacağına da işaret ediyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın “Dünya Enerji Görünümü 2012” raporuna göre, Avrupa’nın 2010 yılında ithal gaza bağımlılığı yüzde 60’lar seviyesindeyken 2035’te bu oran yüzde 90’lara çıkacak.
Karadeniz’de Yeni Kaynaklar Keşfedildi
Avrupa’ya gaz arzında özellikle Azerbaycan Şah Deniz’indeki kaynakları taşımak için dizayn edilmiş birçok proje söz konusu. Bunun yanında Karadeniz ve Kuzey Denizi’nde yapılan keşifler kıtaya yönelik enerji arzındaki senaryolar açısından yeni bir durum oluşturuyor. OMV Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Gerhard Roiss’in yaptığı açıklamalara göre Kuzeybatı Karadeniz’de önemli kaynaklar tespit edildi.
Bulgaristan’ın Khan Asparuh, Romanya’nın Neptun Deep ve Ukrayna’nın Skifska bölgelerinde tespit edilen bu kaynaklar ciddi bir potansiyel içeriyor. Total, Repsol, ExxonMobil ve Shell gibi diğer enerji devlerinin de içinde yer aldığı bu çalışmalar bölgenin kaderini değiştirecek unsurlar taşıyor.
OMV CEO’su Roiss’in yaptığı açıklamalar Romanya karasularında yapılan ilk keşiflerin 42 ila 82 milyar metreküp elde edilebilir gaz olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin hemen yanı başında gerçekleşen bu keşifler akıllara Türkiye’de de aynı potansiyelde yataklar olup olmadığını getiriyor. OMV Araştırma ve Üretimden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Jaap Huijkes, Türkiye’nin bu açıdan biraz şanssız olduğunu ifade ediyor. Huijkes, Türkiye ile ilgili olasılıkları da değerlendirdiklerini ancak Romanya karasularında daha büyük bir potansiyel olduğunu ekliyor.
‘Henüz Şah Deniz’e Alternatif Olmaz’
İstanbul Teknik Üniversitesi Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Satman, özellikle Karadeniz’deki bu çalışmaların Avrupa için bir alternatif oluşturabileceğini söylemek için erken olduğunu ifade ediyor.
Satman, “Karadeniz’de bir potansiyel söz konusu. Türkiye, Akçakoca bölgesinde hâlihazırda gaz üretimi yapıyor. Bunun yanında Samsun’un kuzeyinde bir arama yapıldı ama sonuç alınamadı. Aynı zamanda Rusya da ABD’li şirketlerle burada arama yapıyor. Tüm bunların yanında Karadeniz şu aşamada Şah Deniz’e bir alternatif oluşturamaz. Karadeniz’de bu kaynakları bugün buldum deseniz bile 8-10 sene yatırım yapmanız gerekiyor” ifadelerini kullanıyor.
“Türkiye Tarafında Arama Yapmak Maliyetli”
Türkiye Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ) Eski Genel Müdürü, enerji stratejisti Mete Göknel ise Karadeniz’deki gelişmeleri ve bu keşiflerin Türkiye bölgesinde gerçekleşmemesini şöyle açıklıyor: “Keşfedilen bu kaynaklar elbette Avrupa’ya yapılan enerji arzı için yeni bir potansiyel anlamına geliyor. Ancak her ülke önce kendi sorununu çözmek ister. Örneğin Bulgaristan bu kaynakların bir kısmını kendi ülkesine yönlendirmek isteyecektir. Bunun yanında bu kaynaklar Avrupa ile birlikte Doğu tarafına da akabilir. Türkiye’ye 50-100 km’lik borularla bunları getirmek mümkün. Karadeniz’deki bu keşiflerin Romanya ve Bulgaristan’da olmasının nedeni derinlik. Bu bölgelerde 400-450 metrede çalışmalar yapmak mümkün. Ancak Türkiye’de bu derinlik 2 bin metrelere çıkıyor. Bu da araştırmaların maliyetli olması anlamına geliyor.”
Kaynak: Enerji Enstitüsü