Kategori : NATURAL GAS ENERGY NEWS, ENERGY AGENDA NEWS, OIL & FUEL SECTOR NEWS - Tarih : 17 July 2019
Orta Doğudaki ülkelere ek olarak, Doğu Akdeniz bölgesinde kıyısı olan ve dolayısıyla Türkiye’nin deniz alanı hakları ile ilgili olarak ilişkili olduğu Mısır, İsrail, Suriye Lübnan, Güney Kıbrıs gibi ülkelerin deniz dibi kaynak kaya seviyelerinde hidrokarbon yönünden büyük potansiyele sahip olduğu 1990 yılından beri küresel şirketlerce yapılmakta olan araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Öyle ise Ortadoğu’daki ülkelerde yıllardan beri süregelmekte olan kargaşaya ilave olarak, 2011’in başından bu yana da bu ülkelerde yaşanan Arap Baharı olarak adlandırılan dramatik olaylar her halde tesadüfü değildir. Bu iç karışıklıkların niteliği uluslararası alanda yeni olmamakla birlikte, devam etmekte olan Orta Doğu kargaşasına yeni bölgelerin ekleneceğinin altını çiziyor. Esasen bu olgu, bölgedeki enerji kaynaklarının kimler tarafından yönetileceğinin belirlenmesinde, mücadele araçlarından biri olarak nasıl kullanıldığını gösteriyor.
Orta Doğu’da 20’nci yüzyılın başlarında petrol ve doğal gaz rezervlerinin keşfedilmesi bölgenin kaderini değiştirdi. Birden bire uluslararası stratejik rekabetlerin merkezinde yer almasına neden oldu. Neredeyse bir yüzyıl sonra, Doğu Akdeniz’deki yapılan petrol ve doğal gaz keşiflerinin; bu bölgedeki karmaşa ve rekabette yeni fay hatlarının oluşmasına neden olacağı anlaşılmaktadır. Son zamanlarda Mısır, İsrail ve Kıbrıs arasındaki deniz dibinde oldukça büyük miktarlarda doğal gaz bulunması, bölgedeki uluslararası politikanın karmaşıklığına katkıda bulunmaktadır. Mısır, Güney Kıbrıs ve İsrail’in, faydalanacak ilk üç ülke olması bekleniyor. Zira bu ülkeler yakında net enerji ihracatçılarına dönüşecek keşif ve sondaj projeleri için çok uluslu şirketlerle büyük sözleşmeler imzaladılar. Üstelik bu bölgede daha fazla enerji rezervi keşfetme olasılığı, Doğu Akdeniz’deki tüm kıyı devletlerinin, doğal kaynaklar üzerinde yetkisinin bulunduğu alan olarak tanımlanan “münhasır ekonomik bölgelerinin” (MEB) tasfiye edilmesi sorununu gündeme getirmekle potansiyel yeni bir bölgesel anlaşmazlık sorunu eklenmiş oldu.
Bölgenin kıyısı bulunan devletlerinden biri olan Türkiye’nin rolü; yalnızca münhasır ekonomik bölge sınırlarının doğurduğu haklar yönünden değil, aynı zamanda garantör ülke olarak da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sağladığı hukuki haklar ve büyük bir enerji ithalatçısı olması nedeniyle değil, aynı zamanda çıkarılan hidrokarbonların dünya pazarına ulaştırılması için bir ulaşım merkezi olarak hizmet edebileceği için de önemli olmuştur. Bununla birlikte, Avrupa’nın enerji güvenliği için yapabileceği olumlu etkiye rağmen, Kıbrıs sorunu, MEB’nin tasviri konusundaki anlaşmazlıklar ve Türkiye’nin İsrail, Suriye ve Mısır ile donmuş olan ilişkileri, bölgesel işbirliğini sınırlandırmaktadır.
Doğu Akdeniz hızlı bir şekilde dünya çapında doğal gaz bölgesi haline geliyor
Mısır’ın Arap baharından sonraki çalkantılı siyasi geçişi, Suriye’deki iç savaş, eksen ülke niteliğindeki ABD ve Rusya ile birlikte İran ve Türkiye’nin bölgesel güç odakları olarak ortaya çıkması, İsrail ile Filistin arasındaki gerginlikler ve Türkiye ile Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ve Yunanistan arasındaki bitmeyen tartışmalı alanlar nedeniyle bölgesel jeopolitik dengenin değiştirilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Aynı zamanda, karasal rezervlerinin yakın zamanda tükeneceği bilinen yeni petrol ve doğal gaz bulguları bölgesel enerji haritasını yeniden şekillendirmekte ve Doğu Akdeniz’i hızlı bir şekilde dünya çapında bir doğal gaz bölgesi haline getirmektedir. Öte yandan, bu jeopolitik ve enerji baskıları bölgedeki her oyuncu için bir takım yeni zorluklar ve fırsatlar ortaya çıkarmaktadır. Doğu Akdeniz’de, özellikle Kıbrıs adası çevresinde ve diğer bazı yerlerde petrol ve gaz araştırmaları, komşu ülkeler için enerji güvenliği açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin gecikmiş olarak da olsa, haklarını kullanarak Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz araştırma faaliyetlerine başlamış olması, bölgenin enerji dengesinin değişmesi gerektiğini ortaya koymuş ve aktif olarak burada faaliyet gösteren aktörlerin gündemine yerleştirmiştir. ABD Jeoloji Araştırma Kurumu tarafından sağlanan verilere göre, Doğu Akdeniz’in Suriye kıyılarını içeren Levant bölgesinin 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon metreküp doğal gaz rezervine sahip olduğu bilinmektedir. Dünyanın bilinen toplam doğalgaz rezervinin 200 trilyon metreküp, petrol rezervinin de 1.8 trilyon varil civarında olduğu dikkate alındığında bölgedeki kaynağın ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır. Deniz dibi kaynak kaya derinliğinin ortalama 3000-3500 m seviyelerinde olduğu dikkate alındığında gerek bölgedeki küresel şirketlerin, gerekse ülkemizin yapacağı araştırmalarla bu miktarın çok daha büyüyeceği de açıktır. Rezervleri tükenmekte olan dünya fosil enerji rezervlerinin %70’inin Avrasya’da; bunun büyük bölümünün de Ortadoğu’da olduğu dikkate alındığında, bu bölgedeki bitmek tükenmez krizlerin, kaosların, mezhep ve etnik savaşların asıl nedeninin enerji savaşları olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Arap Baharı olarak tanımlanan kargaşa da aslında eş zamanlı olarak belirlenen Doğu Akdeniz, büyük olasılıkla da Güney Akdeniz enerji kaynaklarının paylaşım savaşının göstergesidir. Korkarım ki çok daha kalıcı bir çatışmaya işaret etmektedir.
Türkiye faaliyetlerini Batı Karadeniz dibi çamurları başta olmak üzere tüm kıyı alanlarında yaygınlaştırmalı
Öyle ise Türkiye ne yapmalı? “Münhasır Ekonomik Bölge” haklarını ve de KKTC’nin sağladığı hukuki fırsatları kullanarak giriştiği oldukça maliyetli ve 6000 metre derinliklerdeki teknik araştırma zorluklarını aşarak bölgedeki potansiyelin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunmaya devam etmelidir.
Bu yöndeki faaliyetlerini Batı Karadeniz dibi çamurları başta olmak üzere tüm kıyı alanlarına gecikmeden yaygınlaştırmalıdır.
En önemlisi de Misak’ı Milli sınırları içinde tüm yeraltı doğal kaynaklarını bir an önce belirleyerek ulusal ekonomiye kazandırmalıdır.
Ayrıca da diğer aktif oyuncuları da dikkate alan bir denge ile bölgede dramatik olarak açığa çıkarılmak istenen etnik ve mezhebi ayrışmaların da tarafı olmadan, bölgedeki enerji kaynaklarını araçsallaştırarak dünya barışına katkı sunacak politikalar geliştirmelidir.
İstanbul Okan Üniversitesi Öğretim Üyesi – Maden Yüksek Mühendisi – Prof. Dr. Ali Kahriman