Kategori : ENERGY AGENDA NEWS, OIL & FUEL SECTOR NEWS - Tarih : 23 November 2012
Yükselen petrol fiyatları bizi koşa koşa sadece ekonomik krizlere değil, İklim Değişikliği faciasına doğru da götürüyor. Ama bu tehlikelerin hepsi aslında bizi daha iyi, temiz ve adil bir dünya kurgulamaya da yöneltebilir mi? Yenilenebilir enerji üretimi, fosil yakıtsız ekolojik tarım ve 3. Sanayi Devrimi, çok uzakta olmayabilir.
Dünyanın küresel ısınmayı 2 santigrat derecelik eşiğin altında tutmak için sera gazları emisyonunu her yıl 8 milyar ton azaltması gerekiyor. Kâbus senaryolarının gerçekleşmemesi için gerçekten de hayli iddialı bir hedef! Zira istatistikler, insanlığın son 125 yılda tükettiği bir trilyon varil petrolü, mevcut tüketim alışkanlıkları devam ettiği takdirde sadece önümüzdeki 25 yıl içinde tüketeceğini öngörüyor. Öte yandan petrole dayalı küresel ekonomi güvende değil. Çünkü petrol öyle veya böyle azalıyor. Dünya bir süredir petrol üretiminde ulaşılabilecek en yüksek düzeyi ifade eden petrol tepe noktasının (Peak Oil) neresinde olduğumuzu tartışıyor. Çok sayıda uzman dünyada petrolün en yüksek üretim düzeyine ulaşıldığı ve giderek daha az miktarda petrol üretimi gerçekleştirileceği fikrinde. Bu, ucuz petrol döneminin artık kapandığı ve enerji fiyatlarında oluşacak inanılmaz artışların tetikleyeceği ekonomik krizlerle karşılaşmak anlamına geliyor. Küresel ısınmanın yaşamın, petrol üretimindeki sürekli azalışın da ekonominin geleceğini tehdit ettiği yakın gelecek üzerinde kafa yormak kaçınılmaz. Bu kaçınılmaz gelecekte yaşamın aksamadan devam edebilmesi için alternatif enerji kaynaklarıyla ilgili araştırmalar, oluşturulması zorunlu yeni yaşam biçiminin dinamikleriyle ilgili senaryolar ve sürdürülebilir bir ekonominin inşası için yeni model arayışları son dönemde hızlanmış durumda. İnsanoğlu kaçınılmaz bir dönüşümün eşiğinde ve yakın gelecek bizim bildiğimize hiç benzemeyecek.
Peak Oil Nedir?
“Petrol tepe noktası” kavramını ilk olarak ABD’de Shell için çalışan jeolog M. King Hubbert 1956’da ortaya attı. Teori, sınırlı kaynakların üretiminin çan eğrisi grafiğini izleyerek, ulaşılan zirve noktasından sonra giderek azalacağını savunuyor. ABD’nin petrol keşfinde tepe noktasına 1930’larda ulaştığını ve yaklaşık 40 yıl sonra, 1970’lerde petrol üretiminde bir zirve yaşayacağını söylediğinde Hubbert’le alay edilse de teorisi popülerliğini hiç kaybetmedi. Birçok uzman bu modelin başka ülkelerde de doğrulandığını savunuyor. Dünya petrol keşfinde ise zirve noktasının 1960’larda gerçekleştiği savunuluyor. Hubbert’in formülünü küresel petrol üretimine uygulayan pek çok uzmansa, dünya petrol üretiminin 2000-2020 dönemindeki bir tarihte en yüksek seviyeye ulaşacağını iddia etti ve ediyor. Örneğin “Beyond Oil” kitabının yazarı Kenneth Deffeyes, dünyanın petrol tepe noktasını günlük 74,2 milyon varille Mayıs 2005’te gördüğü görüşündeyken, Almanya Enerji İzleme Grubu’nun 2007’de yayımladığı bir raporsa bu noktanın 2006’da geçildiğini savunuyordu. Fransız petrol şirketi Total’in CEO’su Thierry Desmarest ise dünya petrol üretiminin günlük 100 milyon varil çizgisini aşmayacağı tahmininde bulunarak, bu büyüme eğrisinde kalırsak dünyanın petrol tepe noktasını görmeyi 2020’lere kadar erteleyebileceği tahmininde bulunuyor.
Petrol tepe noktasının gerçekleşme zamanı hakkında, Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye Direktörü Kerem Okumuş şunları söylüyor: “Üretim oranında yaşanacak gelişmeler hakkında büyük fikir ayrılıkları var. Birçok yatırımcı ve enerji kuruluşu görülen yüksek petrol fiyatları çerçevesinde Peak Oil’in 2005 ile 2007 yılları arasında gerçekleştiğini düşünüyor. Yeni açılan birçok petrol rezervinin boş olması, yüksek oranda petrol çıkarımı için verimsiz jeolojik yapıya sahip olması, bulunan petrolün karbon yoğunluğundaki yükseklik nedeniyle işleme maliyetlerinin yüksek, verimliliğinin ve dolayısıyla rekabet gücünün düşük olması ve petrol çıkarımı için derin deniz veya Arktik Bölgesi gibi yüksek risk faktörü barındıran bölgelerde sondaj çalışmaları yapılmaya başlanması bunu doğrular nitelikte”. Okumuş, bugün kuzey kutbunda eriyen buzullarla açılan yeni sahalarda bulunan rezervlerin işletilmesi için Rusya, Norveç, Danimarka, ABD ve Kanada arasındaki yeni petrol mücadelesine de değiniyor: “Bu çerçevede, Peak Oil’in gerçekleşme zamanı belirsiz. Teknolojinin gelişmesiyle daha önce ulaşılamayan, rezervlerde sıkışmış petrol kaynaklarına ulaşılıyor, rezervlerden çıkarılabilir petrol oranı artıyor, rekabet gücü düşük olan rezervler değer kazanıyor.”
Petrol üretim ve tüketimine dair güncel raporlar ve 2030’lara giden projeksiyonlar petrol bağımlılığımızı ortaya koyuyor. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC’in rakamlarına göre, 2010 yılında dünya ham petrol talebi günlük ortalama 86,7 milyon varil olarak gerçekleşerek 2009 yılına göre yüzde 2,8 oranında arttı. OECD ülkelerinin toplam talepteki payı yüzde 53 olurken, ABD tek başına dünya tüketiminin yüzde 22’sini gerçekleştirerek, en yakın takipçisi olan Çin’in tüketiminin iki katına ulaştı. Bununla birlikte ABD, Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerin petrol tüketimleri düşme eğilimindeyken, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde ise tüketim miktarındaki artış süreklilik kazanmış durumda. Ham petrol tüketiminde 2010 yılında gerçekleşen günlük ortalama 2,39 milyon varillik tüketim artışının yüzde 78’inin OECD dışı ülkelerden kaynaklanması bunun en ciddi göstergesi.
Dünya petrol devlerinden BP’nin “Enerji Görünümü 2030” adlı raporu ise gelecekteki enerji kullanımına dair ilginç veriler sunuyor. Rapora göre küresel enerji talebi, yıllık artış oranı yavaşlamakla birlikte, OECD dışındaki ülkelerdeki ekonomik büyüme ve nüfus artışının etkisiyle önümüzdeki 20 yılda artmaya devam edecek. 1990’da 8,1 milyar ton olan ve 2010’da 12 milyar tona yükselen enerji talebinin 2030 yılında 16,6 milyar tona çıkacağı tahmin ediliyor. OECD dışındaki ülkelerin hemen hemen hepsinde küresel enerji talebinin 2030 yılı itibariyle yüzde 39 oranında artması, yani yıllık yüzde 1,6 oranında büyümesi muhtemel görünürken, OECD ülkelerindeki tüketimin ise aynı dönemde toplam yüzde 4 oranında yükselmesi bekleniyor.
BP’nin raporunda umut veren tahminse enerji verimliliğinde artış ve yenilenebilir enerjide güçlü bir büyüme öngörülüyor olması. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik talebin yılda yüzde 8’in üzerinde artışla fosil yakıtlara olan talepten çok daha hızlı büyüyecek olması da iyi bir teselli. Ancak bu olumlu sayılabilecek gelişme 2030’lu yıllarda da fosil yakıtların enerji talebinde yine başrolü oynamaya devam edeceği gerçeğini değiştirmiyor: 2030 yılında fosil yakıtlara olan talep bugüne göre yüzde 6 düşecek olsa da küresel enerji talebinin yüzde 81’ini oluşturacak. Günlük petrol talebi ise 2030 yılında, 2010’a göre yüzde 18 artışla 103 milyon varile ulaşacak.
Uluslararası Enerji Ajansı ise 2035’te petrol fiyatının varil başına 120 dolara (2010 kuruna göre) çıkacağını tahmin ediyor. Ancak kurumun başekonomisti Fatih Birol petrol fiyatının orta vadede 150 dolar seviyelerine gelebileceğinden de söz ediyor. Okumuş, petrol üretimindeki düşüş ve bunun etkisiyle petrol fiyatlarındaki artıştan enerji sektörü başta olmak üzere tüm sektörlerin doğrudan etkileneceğine dikkat çekiyor: “Üretimin her aşamasında ulaştırma araçları ve dolayısıyla akaryakıt ve gazolin kullanılması gibi sektörler arası etkileşimler nedeniyle petrol ve petrol ürünleri bazlı üretimin devam etmesi halinde petrol üretimindeki düşüşün ekonominin her sektöründe çarpan etkisi yüksek olacak. Petrol, pamuk ve mısır gibi emtialarda piyasa riskinin artmasına da neden olacak.” Denklem açık: Enerji kullanımı artacak, fosil kaynaklar uzun yıllar temel enerji unsuru olarak kalacak ama artan petrol fiyatları sürdürülebilir bir ekonomiyi fazlasıyla zorlayacak.
Kaynak: ekoIQ