Kategori : ENERGY AGENDA NEWS, ENERGY EFFICIENCY NEWS - Tarih : 22 October 2021
Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım Raporu’nun 2021’de yayınlanan son sayısı, sağlığı ve iklimi tehdit eden ve giderek artan riskleri özetliyor. Bu riskler, özellikle gıda ve su güvensizliğine, sıcak hava dalgalarına ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasına maruz kalan topluluklarda, birçok kişinin halihazırda karşı karşıya olduğu sağlık tehditlerini daha da kötüleştirmektedir.
Yazarlar, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve herkes için daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek üzere küresel çapta koordine edilen bir acil eylem çağrısında bulunuyor.
– Mevcut COVID-19 sonrası toparlanma planları Paris Anlaşması ile uyumlu değildir ve bu nedenle sağlık üzerinde uzun vadeli etkileri olacaktır.
– Fosil yakıtların iklim üzerindeki yıkıcı etkilerine rağmen, devletler fosil yakıtları desteklemeye devam ediyor. 2018’de, Lancet Geri Sayım araştırmacıları tarafından analiz edilen 84 ülkeden 65‘inde genel olarak sübvanse edilen fosil yakıtlara eşdeğer net negatif karbon fiyatları bulunuyordu. Ortalama sübvansiyon değeri 1 milyar ABD dolarıyken bazı ülkelerde fosil yakıtlara sağlanan net desteğin miktarı her yıl on milyarlarca doları bulabiliyordu. Ankete katılan 84 ülke, küresel CO2 emisyonlarının yaklaşık %92’sinden sorumlu.
– 2020’de, 65 yaşın üzerindeki yetişkinler 3,1 milyar gün daha fazla sıcak hava dalgasına maruz kalırken, bu rakam önceki on yıllık dönemde yılda ortalama 2,9 milyar gündü. Sıcak hava dalgalarından en çok Çin, Hindistan, Amerika, Japonya ve Endonezya’daki yaşlı vatandaşlar etkilendi.
– İklim değişikliği ve arkasındaki etkenler, bulaşıcı hastalıklar için ideal koşullar yaratarak dang humması, chikungunya, Zika, sıtma ve kolera gibi hastalıkları kontrol etmek için onlarca yıldır gösterilen çabaları boşa çıkarma riski taşıyor.
– Sağlık sistemleri, mevcut ve gelecekte ortaya çıkabilecek iklim kaynaklı sağlık krizlerine karşı yeterince hazır değil. 2021 yılında 91 ülkenin sadece 45’i (%49) iklim değişikliği ve sağlık alanında bir boşluk analizi ve uyum değerlendirmesi yaptığını bildirdi.
COVID-19 salgını, küresel krizler karşısında uluslararası iş birliğinin artırılması gereğini ortaya koymuştur. 31 Ekim 2021 Pazar günü İskoçya’nın Glasgow kentinde başlayacak olan BM İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP26) siyasiler söylemin ötesine geçerek liderlik göstermeli ve harekete geçmelidir. Sağlık koşullarını iyileştirmek ve daha adil ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek için karbon emisyonları hızla azaltılmalıdır.
Ülkeler COVID-19 salgınının ortasında ekonomilerini yeniden canlandırmak için trilyonlarca dolar harcama yapmayı taahhüt ederken, rapor, siyasi liderleri ve politika yapıcılarını söz konusu kamu harcamalarını eşitsizlikleri azaltmak için kullanmaya çağırıyor. Yeni ve yeşil iş olanaklarının yaratılması ve sağlığın korunmasıyla birlikte hayata geçirilecek bir yeşil toparlanma süreci, şimdi ve gelecekte daha sağlıklı toplumların oluşturulmasını sağlayacaktır.
Petrol, gaz ve kömür için büyük sübvansiyonlar ve temiz enerji için sınırlı finansal destek içeren fosil yakıt odaklı bir toparlanma, kısa vadeli ve dar perspektifli ekonomik hedefleri karşılama potansiyeline sahip olsa da dünyayı uzun vadede geri dönülmez bir şekilde raydan çıkarma ve Paris Anlaşması’nda belirtilen en fazla 1,5 derecelik sıcaklık artışı hedefini tutturmayı imkânsız hale getirme riskini de taşımaktadır. Bunun bedelini insan sağlığı ödeyecektir, iklim değişikliğine katkısı nispeten en az olan düşük gelirli ülkelerin toplumları da en sert darbeyi alacaktır. Hükümetler acil harcamalardan salgın sonrası uzun vadeli toparlanmaya geçerken, bu fonların daha fazlasının, yatırımların ortalama yüzey sıcaklığı artışını 1,5 dereceyle sınırlamak için yapılması gereken yatırım seviyesinin gerisinde kaldığı sıfır karbonlu enerji sektöründe istihdamı teşvik etmek gibi iklim değişikliğini azaltacak şekilde harcanması hayati önem taşıyor.
Lancet Geri Sayım raporu, birçok ülkenin iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerine ne kadar az hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2021 yılında sağlık ve iklim değişikliğiyle ilgili yaptığı bir ankette, ankete katılan 91 ülkeden sadece 45’i (%49) sağlık ve iklim değişikliği konusunda ulusal bir plana veya stratejiye sahip olduğunu söylüyor. Analizde bu 45 ülkeden sadece 8’i, iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerine ilişkin değerlendirme sonuçlarından yararlanarak insan kaynakları ve mali kaynak ayarlamaları yaptıklarını belirtiyor. Araştırmaya göre, bu analizde incelenen ülkelerin %69’u yetersiz finansman nedeniyle bu planları uygulayamadığını bildirildi.
Lancet Countdown İcra Direktörü Profesör Anthony Costello, “İklim değişikliği yaşanıyor ve şimdiden dünya çapında insan sağlığına zarar verdiğini görüyoruz” diyor.
“Her ülke bir taraftan COVID-19 kriziyle, diğer bir taraftan da iklim krizinin çeşitli yönleriyle mücadele ediyor. 2021 raporu, 134 ülkede orman yangınlarında bir artış yaşadığını gösteriyor. Milyonlarca çiftçi ve inşaat işçisi, çalışamayacak kadar sıcak geçen günler nedeniyle gelir kaybına uğruyor. Kuraklık her zamankinden daha yaygın. Lancet Geri Sayım raporunda 40’ın üzerinde gösterge var ve bunların çoğu kırmızı alarm veriyor.”
“Ancak iyi haber şu ki, ülkelerin salgından sonra ekonomilerini yeniden canlandırmak için gösterdikleri büyük çabalar, iklim değişikliği ve COVID salgınıyla aynı anda mücadele etmeye yönlendirilebilir. Önümüzde bir seçenek var. COVID-19’dan sonra toparlanma, bizi insan sağlığını iyileştirme ve eşitsizlikleri azaltma yoluna sokan yeşil bir toparlanma olabileceği gibi, mevcut durumun devam ettirildiği ve hepimizi riske atan bir süreç de olabilir.” [1]
Lancet Geri Sayım Raporu, 38 akademik kurum ve Birleşmiş Milletler kuruluşlarında görev yapan araştırmacıların fikir birliğini temsil ediyor. 2021 raporunda takip edilen 44 gösterge, iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerinin hiç durmadan arttığını ortaya koyuyor:
– Dang humması, chikungunya ve Zika salgınlarının patlak verme olasılığı, Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere, insani gelişme endeksi yüksek ülkelerde en hızlı şekilde artıyor. İnsani gelişme endeksi düşük olan ülkelerin yüksekte kalan ve diğer alanlara kıyasla daha serin bölgelerinde sıtmaya elverişli ortamlar çoğalıyor. Kuzey Avrupa ve ABD’nin kıyı bölgeleri, gastroenterit, ağır yara enfeksiyonları ve sepsis üreten bakterilerin gelişmesine daha elverişli hale geliyor. Aynı dinamikler, sınırlı kaynaklara sahip ülkelerde bu hastalıkları kontrol etme veya ortadan kaldırma yolunda yıllarca gösterilen çabalar sonucu kat edilen mesafeyi riske atıyor.
– Mevcut deniz seviyelerinden beş metre ve altı yüksekliklerde yaşayan 569,6 milyon insan var ve bu insanlar sel, şiddetli fırtına ve toprak ve su tuzlanması riskleriyle karşı karşıya kalabilir. Bu insanların çoğu bu bölgeleri kalıcı olarak terk etmek ve daha iç bölgelere göç etmek zorunda kalabilir.
Lancet Geri Sayım raporunun baş yazarı Maria Romanello şöyle diyor:
“Sağlık ve iklim değişikliği konusundaki ilerlemeyi beş yıldır takip ediyoruz ve ihtiyacımız olan hızlandırılmış değişimi ne yazık ki hâlâ göremedik. Emisyonlar, yenilenebilir enerji ve kirlilikle mücadele alanlarındaki eğilimler olumlu yönde çok az ilerleme gösterdi. Bu yıl yoğun sıcak hava dalgaları, ölümcül seller ve orman yangınları birçok insanı mağdur etti. Bütün bunlar, iklim değişikliğine karşı mücadele etmediğimiz her gün, durumun daha da kritik hale geldiğini gösteren dehşet verici uyarılardır.
“Hükümetler COVID salgınından sonraki toparlanma sürecine trilyonlarca dolar harcıyor. Bu yatırımlar rotamızı daha güvenli, daha sağlıklı ve düşük karbonlu bir yola çevirme fırsatı veriyor, ancak henüz bunu yapmadık. COVID sonrası toparlanma için harcanan her beş doların yalnızca bir dolarının sera gazı emisyonlarını azaltması bekleniyor ve genel olarak olumsuz bir etkinin ortaya çıkması muhtemel. Sağlık krizinden kurtuluyoruz ama sağlığımız pahasına.
“Kimsenin iklim değişikliğinin etkilerinden muaf olmadığını anlamanın zamanı geldi. COVID’den kurtulma sürecinde, farklı bir yola sapmak ve hepimiz için daha sağlıklı bir gelecek yaratmak için hala zamanımız var.”
Raporun öne çıkan bulguları
Dünyanın COVID aşısı tedarikini adil bir şekilde sağlayamadığı şu günlerde yayınlanan rapordaki veriler, iklim değişikliğine karşı yürütülen küresel mücadelede de benzer eşitsizlikler görüldüğünü ortaya koyuyor. Genel olarak, insani gelişme endeksi sıralamasında en alt sıralarda yer alan ülkelerin, artan sera gazı emisyonlarında en az payı olan ve iklim değişikliğine uyum ve azaltma çabalarında ve hızlandırılmış karbonsuzlaşmanın sağlık üzerindeki etkilerinden yararlanmada en geride kalan ülkeler olduğu görülüyor.
– 2020’de, dünya genelindeki karaların %19’u, yıl boyunca aşırı kuraklıklardan etkilendi; bu oran 1950 ve 1999 yılları arasında %13’ü aşmamıştı.
– İklim değişikliği, kuraklık olaylarının sıklığında, yoğunluğunda ve süresinde bir artışa yol açıyor, su güvenliğini, sanitasyon hizmetlerini ve gıda verimliliğini tehdit ediyor ve orman yangınları ve kirleticilere maruz kalma riskini artırıyor. Aşırı kuraklığın en yoğun yaşandığı beş yılın tümü 2015’ten sonraki yıllardı. Tekrarlayan aşırı kuraklık ve gıda güvensizliğinden 2020’de en çok etkilenen bölgelerden biri Afrika Boynuzu’ydu.
– İklim değişikliği, 2019’da 2 milyar insanı etkileyen gıda güvensizliğini daha da arttırma riski taşıyor. Artan sıcaklıklar bitkilerin olgunlaşma süresini kısaltıyor, azalan verim nedeniyle gıda sistemlerimiz üzerindeki yük artıyor. 1981 – 2010 seviyelerine kıyasla, mısır bitkisinde mahsul verim potansiyeli %6, buğdayda %3 ve pirinçte %1,8 düşüş yaşadı.
– İncelenen kıyı ülkelerinin %70’inin (136 ülkeden 95’i) karasularında ortalama deniz yüzeyi sıcaklığı 2003-2005 dönemine kıyasla yükseldi. Bu, söz konusu ülkelerin deniz kaynaklı gıda güvenliğine yönelik tehdidin giderek arttığını gösteriyor. Dünya çapında 3,3 milyar insan gıdasını denizlerden elde etmektedir.
– 2021’de Dünya Sağlık Örgütü, Sağlık ve İklim Değişikliği Küresel Anketi‘ne cevap veren ülkelerin yarısından biraz fazlasının (70 ülkeden 37’si) ulusal sağlık ve iklim değişikliği stratejisine sahip olduğunu tespit etti, bu oran 2018’dekine benziyordu. Ankete katılan ülkelerin yaklaşık dörtte üçü, böyle bir strateji geliştirmenin önündeki en büyük engelin maddi kaynakların yetersizliği olduğunu ifade ederken, diğerleri nitelikli insan kaynakları eksikliği, COVID nedeniyle yaşanan kısıtlamalar ve yetersiz araştırma ve kanıtlar gibi sebepleri öne sürdü.
Tüm dünyada, iklim değişikliğine uyum paketlerinde sağlık alanına ayrılan fonlar, toplam iklim değişikliği uyum fonunun sadece %0,3’üne karşılık geliyor.