Kategori : ENERGY AGENDA NEWS, NUCLEAR ENERGY NEWS - Tarih : 31 October 2013
ABD Idaho Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Akdoğan, “Nükleer konudaki çalışmalara Türkiye’den birkaç sene sonra başlayan G.Kore’nin 23 nükleer güç santrali var. Türkiye’nin nükleer konusuna geç başlangıcının en büyük faturasından biri milyarlarca dolarlık iş hacmi olan nükleer santrallere sahip olamamasıdır” diye konuştu.
ABD Idaho Üniversitesi Makina ve Nükleer Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Fatih Akdoğan, Güney Kore’nin nükleer santral çalışmalarına Türkiye’den birkaç sene geç başlayarak bugün çalışan 23 nükleere sahip olduğunu ve ülkenin elektrik ihtiyacının 3′te 1′ini karşıladığını kaydetti.
Konuyla ilgili açıklama yapan Akdoğan, Türkiye’nin nükleer teknolojideki geleceği fark edip, bu konuda adımlar atmasının 1955 yılına dayandığını, 1995′te ABD ile nükleer enerjinin sivil amaçlarla kullanılacağına dair anlaşma imzalanmasının ardından 1962′de TR-1 araştırma reaktörünün resmen açıldığını, TR-2 reaktörünün de 1984′te izotop üretmek için devreye sokulduğunu hatırlattı.
50-60′lı yıllarda nükleer konusunda attığı hızlı ve kararlı adımlara bakılınca, 2014′e girilen bugünlerde Türkiye’nin nükleer teknolojiyi üreten ve bilen bir ülke olması gerektiğini dile getiren Akdoğan, geçmiş hükümetler zamanında bu teknolojinin lehinde kararlı adımlar atılmaması sebebiyle Türkiye’nin nükleer güç santralleriyle ancak şu anki hükümetin kararları sonrası tanışabileceğini kaydetti.
Türkiye’de gerçekleştirilen nükleer santral ihalelerinin şu ana kadar dünyada uygulanmamış şekliyle başarıyla sonuçlandırıldığını, bu uygulamanın farklılığının, ihaleye katılan dünya devi nükleer firmaları ilk önce şaşırttığını, sonrasında ise ihale şartlarını yerine getirmek için zorladığını belirten Akdoğan, ihale sistemindeki sürprizin yanında dev nükleer firmalarını birleşmeye zorlayan birkaç önemli faktör daha olduğunu söyledi.
Dev nükleer firmaların içinde bulunduğu sorunların Türkiye devleti ve özel sektörü açısından sevindirici tarafının da büyük iş fırsatının Türkiye’nin kapısında beklemesi olarak değerlendiren Akdoğan, “Türkiye nükleer sektörün içinde bulunduğu finansal zorluğu görüp karlı anlaşmalar imzalayabilirse nükleerde kaybettiği finans ve zaman kaybını telafi etmek için fırsat yakalayabilir” dedi.
Güney Kore örneği
Türkiye’nin nükleer teknolojide ne kaybettiğini anlamak için Güney Kore ve Fransa’yı karşılaştırmalı incelemekte fayda olduğunu anlatan Fatih Akdoğan, Güney Kore’nin nükleer konudaki çalışmalara Türkiye’den birkaç sene geç başlayarak 1962 yılında ilk araştırma reaktörünü, 1978 yılında ise ilk nükleer santralini devreye soktuğunu söyledi.
Bugün itibariyle çalışan 23 nükleer güç santralinin Güney Kore’nin elektrik ihtiyacının yaklaşık 3′te 1′ini karşılamakta olduğunu belirten Akdoğan, şöyle devam etti:
“Güney Kore artık dünyadaki ana nükleer satıcılar arasına girmiştir. Bunun ispatı, Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapılacak nükleer santral ihalesini kazanması ve kendi geliştirdigi nükleer güç santralleriyle pazarda yer almasıdır. Fransa da Güney Kore gibi nükleer enerjinin nimetlerinden fazlasıyla faydalanan ülkelerden biri… Bugun itibariyle Fransa, elektrik üretiminin yüzde 78′lik kısmını nükleer enerjiden sağlamaktadır. Fransa hem ürettiği ucuz elektriği ihraç ederek dünyanın en büyük enerji ihraç eden ülkesi olarak her sene 3 milyar avroluk gelir etmekte, hem de nükleer santrallerini dünyaya satmaktadır.”
Türkiye’nin bu alandaki geç başlangıcının en büyük faturasının Türkiye’ye farklı açılardan çıktığınının açıkça görüldüğünü belirten Akdoğan, geç başlangıcın faturasını şöyle sıraladı:
“Milyarlarca dolarlık iş hacmi olan nükleer santrallere sahip olamayıp, ucuz ve temiz enerjiyi kullanamamıştır, Herbiri yaklaşık 1 milyon dolar olan ve 1-2 senede yenilenen yakıtlarla milyonlarca dolarlık nükleer yakıt pazarina girememiştir, Nükleer güvenlik, dizayn ve analiz konularında nükleer santralleri olmadığı için aktif katılımlı “hands-on” uygulamalardan uzak kalmıştır. Nükleer santrallerin nimetlerinden faydalanamadığı gibi nükleerin zararlarından olabildiğince payına düşeni almıştır. Bu zararlara örnek olarak, Çernobil nükleer kazasında radyosyonlu bulutların Türkiye’ye gelmesi ve Türkiye’yi çevreleyen denizlere atılan nükleer atıklar gösterilebilir.”
Kaynak: Enerji Enstitüsü