Kategori : ENERGY AGENDA NEWS, ENERGY EFFICIENCY NEWS - Tarih : 08 August 2015
Toplu taşıma imkanlarının olması, yürüme ve bisiklet yolları için tasarlanmış alanların olması, karbon nötr bir yaşam, yeşil bina sayısının artması, atık yönetimi, enerji ve su kullanımında tasarruf sağlanmış kentler için bütünde ‘yeşildir’ diyebiliriz…
Panelimizin konusu olan “Yeşil Olmayan Bir Kentte Binalar Yeşil Olabilir Mi? Yeşil Kalabilir mi?” sorusu tüm konuklarımıza ve konuşmacılara ilk başta sorduğumuz bir soru. Tabi bu soru aslında tartışmayı başlatmak için var olan bir başlık, burada asıl konumuz yeşil kentler ve yeşil binalarla ilgili herşey…
Yapılan bir araştırmaya göre 2050 yılına kadar dünya nüfusunun %75’i şehirlerde yaşıyor olacak ve biliyoruz ki; bu durum hava kirliliği ve karbondioksit gibi ciddi sonuçlar doğuracak. Ama bir yandan da bu yeni kentleşmeleri sürdürülebilir bir şekilde kurmak için bir fırsat olabilir bu. Peki, yeşil kent deyince aklımıza ne geliyor? Elbette bir çoğunuzun yeşil alanlar ve parklar ilk aklına gelenler.
Toplu taşıma imkanlarının olması, yürüme ve bisiklet yolları için tasarlanmış alanların olması, karbon nötr bir yaşam, yeşil bina sayısının artması, atık yönetimi, enerji ve su kullanımında tasarruf sağlanmış kentler için bütünde ‘yeşildir’ diyebiliriz. Yeşil binalar ise enerji ve su tasarruflu, çevreye duyarlı olarak tasarlanmış binalardır. Ayrıca bina kullanıcıları için sağlıklı ve ekonomiktir. Fakat dünyada yeterince yeşil bina ne yazık ki yok. Dünyada 80.000 LEED sertifikalı bina var ve diğer sertifikaları da sayarsak toplamda 400.000 yeşil bina var. İnanıyorum ki bu sayının artmasıyla hem yaşam kalitemiz artacak, hem de gezegene verdiğimiz zarar azaltılmış olacak.
Binalar bulundukları bölgeye göre çeşitlilik göstererek sürdürülebilir olabilirler, bir çölde bile yeşil bir bina tüm sürdürülebilir fonksiyonlarıyla var olabilir.
Cemil Yaman: Başlangıç sorumuzu ilk olarak Bahadır Kul Bey’e sormak istiyorum. Yeşil binalar yeşil kentler için bir çözüm olabilir mi?
Bahadır Kul: Öncelikle söylemek istiyorum ki; Dünya Çevre Günü’nde böyle bir organizasyon yapılması gerçekten harika ama, bu tip konuların tartışılması sadece 5 Haziran’da ve bu tip etkinliklerle sınırlı kalmamalı…
Biz BK ailesi olarak kamusal yapılar yapıyoruz. Çevreye duyarlı, kamusal ve kent ölçeğinden başlayan, sürdürülebilirliği olan projeler içinde olmaya çok özen gösteriyoruz. Sürdürülebilirlik çok yeni bir kavram ve ilk ortaya çıktığında 4 ana başlık altında toplanmıştı; çevre kalitesini artırmak, yaşam kalitesini artırmak, doğal kaynakların verimliliğini doğru şekilde kullanabilmek ve insan sağlığını önemsemek.
Biraz araştırma yapınca gördük ki internette bir çok sitede sürdürülebilirlik konuşuluyor, arama motorlarında oldukça aranan bir konu ve aslında oldukça gündemde olan, konuşulan bir konu olmasına rağmen yeterince yeşil bina yok.
Kamusal alanda bir proje ürettiğimizde, kentsel ölçekten materyallere kadar her alanında yeşil olması en büyük kaygımız oluyor. İstanbul gibi bir metropolde, Gaziosmanpaşa’da yer alan bir örnekle devam etmek istiyorum. Çok fazla göç alan ve çok hızlı şekilde kentleşmiş bir ilçe burası. Neredeyse İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden biri haline gelmiş durumda. Biz de böyle bir bölgede yeşil çatılı bir bina projesi yaparken, orada yaşayan halkın ve çevredeki yeşil alanların dokusunu bozmadan herkesin kullanabileceği bir yapı tasarladık.
Bu sorunun cevabını bir örnekle cevaplamak istedim. Sonuç olarak binalar bulundukları bölgeye göre çeşitlilik göstererek sürdürülebilir olabilirler, bir çölde bile yeşil bir bina tüm sürdürülebilir fonksiyonlarıyla var olabilir.
C.Y.: Yama Karim Bey, sizin bu konuyla ilgili eklemek istediğiniz bir şey var mı? Sizce yeşil bir bina yeşil bir şehir kurmak için bir başlangıç, bir çözüm olabilir mi?
Yama Karim: Bence en önemlisi, yeni teknolojilere, gelişmelere ve yeni materyallere odaklanmak. Bu, bir takım teknolojilerin yol açtığı, bizim keşfettiğimiz ve bizi rahatsız eden yeni bir konsept. Çözümü de gene teknoloji sayesinde keşfedilen yeni materyallerle sağlanıyor. Sürdürülebilir anlamda evrensel bir çözüm bulmak ve mimarinin anonim olmadığı, her kültürün, her şehrin ve ülkenin çok farklı özelliklere sahip, çok farklı yapılara ihtiyacı olduğunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu bağlamda her zaman mimarinin temel özelliklerine, ilkelerine ve gereksinimlerine değinmek doğru bir yol olabilir. Teknolojideki son gelişmeler kullanılarak tasarlanan yapılanmalar hem kullanım, hem de sürdürülebilirlik anlamında daha uzun ömürlü sonuçlar getirecektir.
Bence bu durmadan ilerleyen yapıyı, yani teknolojiyi mimari uygulamalarda kullanırken daha esnek olmakta fayda var. Yeni keşfettiğimiz olanakları farklı şekillerde kullanarak mimariyi geliştirebiliriz. Olanakları zorlamak mimaride oldukça önemli çünkü, bugünün çözümlemeleri 10 yıl sonra anlamsız kalıyor olabilir ama mimari çok daha uzun ömürlü olmalıdır.
Cemil Yaman: Teşekkürler Yama. İsterseniz sizinle devam edebiliriz Bünyamin Bey.
Bünyamin Derman: Bu konuda ekleyeceğim şey; bugün konuşmacılardan birkaçı nüfus konusuna değindi. 2002 yılında nüfus 6 milyardı. Giderek artan nüfus gerçeğine bakarsanız, yapılanma ve şehirleşme konusunda ciddi bir problem oluşturuyor. Bu konuyla ilgili araştırma yapan uzmanlara göre dünya nüfusu bu hızla artış göstermeye devam ettiği takdirde, 2050 yılında iki gezegene ihtiyacımız olacak. Tüm dünyayı ilgilendiren çok ciddi bir konu olan nüfus artışı tüm ülkeleri ilgilendiren ve dünyanın her yerinde çeşitli toplantılarda konuşulan bir konu.
Nüfus problemi başta karbon sorununu doğuruyor ve bu sorunla başa çıkabilmemiz için de tüm alışkanlıklarımızı top yekün değiştirmemiz gerekiyor. Bugün buradaki konuşmacıların hepsi gün boyu sürdürülebilir mimari ve sürdürülebilir şehirlerden bahsetti. Tahmin ediyorum ki buradaki herkes bu konuda dikkatli ve farkındalığa sahip insanlar. Ama olay bizde bitmiyor; belediyelerin de bir noktada duruma el atması şart. Yoksa büyük bir değişim söz konusu olamayacaktır.
Türkiye’ye baktığımızda durumun diğer ülkelerden daha büyük boyutlarda olduğunu görüyoruz. Planlanmamış kentler, hava kirliliği ve atık problemi oldukça yaygın bir durumda. İstanbul’u inceleyecek olursak eğer; konumlandırmadan, kentin gelişmesine kadar her konuda problemler günlük yaşantımızda karşılaştığımız olağan durumlar. İstanbul’da ve dünyanın diğer şehirlerinde, çok eski olmalarına rağmen, günümüz şartlarında bile hala ekolojik olan bir çok yapı var. Örneğin; Freiburg’a bakacak olursanız, tamamen kendine yeten bir şehir. Her anlamda sürdürülebilir olarak tasarlanmış şehirler tasarlamak veya var olan şehirleri bu hale getirmek siyasetçilerimizin de yardımıyla çok da zor değil…
Cemil Yaman: Stefan Behnisch, sizin de bu konuyla iligili fikirlerinizi alabiliriz.
İstanbul’u ele alacak olursak, burası asla sıcak su elde etmek için fosil enerjiye ihtiyaç duyulmaması gereken bir şehir. Ayrıca, Boğaz var; İstanbul Boğaz’ı soğuk ve hızlı bir akıntıya sahip, oldukça derin olmasının yanı sıra su yeterince soğuk. Şehrin belki üçte biri için klima ihtiyacı enerji yakılmadan burdan sağlanabilir.
Stefan Behnisch: Asıl başlıktan biraz uzaklaşıyor olduğumuzu düşünerek, “Yeşil olmayan şehirlerde, binalar yeşil olabilir mi?” sorusuna dönmek istiyorum. Bu biraz da şehir derken neden bahsettiğimize bağlı. Biliyorsunuz şehirler öncelikle sosyal uyumun bir yansıması, bu da önemli bir mesele. Tabi bir de altyapı sorunsalı var. Rahatlıkla yeşil olmayan bir şehirde, sürdürülebilir bir bina inşa edilebilir ve gene de sürdürülebilir olmayan bir binadan kesinlikle daha iyi olacaktır ama tabiki yeşil bir altyapı üzerine kurulmuş yeşil bina kadar verimli olmayacaktır.
Şuan dünyada 2 saniyede yakılan fosil enerji, 24 saatte yenilenemeyecek miktarda. Bu da kesinlikle doğa dostu bir davranış değil. Enerjiyle ilgili tek problem tasarruflu kullanılmaması değil, enerjinin elde edilmesi ve yönetimi. Enerjinin yönetimine uygun olarak düzenlenmiş bir altyapı kurma gibi konularda da büyük sorunlarımız var. Doğru düzenlenmiş, mikro-yönetim uygulanmış bir enerji kullanımında %16-17 tasarruf sağlayabiliriz. Az önce verilen Freiburg örneği gibi, bunu düzgün şekilde yapan bir çok şehir mevcut.
İstanbul’u ele alacak olursak, burası asla sıcak su elde etmek için fosil enerjiye ihtiyaç duyulmaması gereken bir şehir. Ayrıca, Boğaz var; İstanbul Boğaz’ı soğuk ve hızlı bir akıntıya sahip, oldukça derin olmasının yanı sıra su yeterince soğuk. Şehrin belki üçte biri için klima ihtiyacı enerji yakılmadan burdan sağlanabilir. Cenevre bu uygulamayı göl sularıyla yapıyor. Bu gibi uygulamalarda şehrin altyapısı %80 oranında daha sürdürülebilir hale getirilebilir. Böylelikle de inşa edilen yeşil binalar daha etkili kullanılabilecektir. Yeşil bir binanın etrafındaki binaları ona uygun şekilde sürdürülebilir hale getirmek de, yeşil bir altyapıyla o kadar da zor değil. Biraz üzerine kafa yormayı gerektirir ama zor olmayacaktır. Eski binaları sürdürülebilir hale getirmek zor ve pahalı da olsa, %16’lık bir değişim uygulandığında bu şehir genelinde büyük bir değişim sağlar.
Bu noktada konu paraya, yetkililere ve vergi teşvikine geliyor. Ama şuan eski binaları ve kentleşmeleri yenilemek eskisi kadar pahalı değil…
Cemil Yaman: Teşekkürler, Stefan. Bu nokta da ben de size katılıyorum. Yeşil binaların çok pahalı olduğu söyleniyor. Seyircilerimize soracak olursak… Sizce yeşil bir bina ile sıradan bir bina arasındaki maliyet farkı nedir? Kaç oranındadır?
Katılımcı: Hatırladığım kadarıyla %10 olduğu söyleniyor. Sonrasında da bu sürdürülebilirlik sağlandığı takdirde, çok kısa sürede geri dönüşüm sağlayacaktır.
Cemil Yaman: Aslına bakarsanız fark o kadar da büyük değil. Öyle olmuş olsaydı İstanbul’da bir adet bile yeşil bina bulamazdınız. Ortalama bir sürdürülebilir binanın, yani doğa dostu, sağlıklı ve %30 enerji tasarruflu bir bina yapmanın maliyeti konvensiyonel bir bina inşa etmekle aynı sayılır. Biz danışmanlar olarak, müşterilerimize bunları anlatmaya ve daha çok kişiye ulaşmaya çalışıyoruz ama bu bilgi kirliliğini ortadan tam olarak kaldıramıyoruz. Eskisine göre insanlar bilinçlenmiş de olsa, bu maliyet konusu bir çok şeyi yavaşlatıyor. Biz gene de insanları maddi olarak büyük farklar olmadığıyla ilgili bilgilendirmeye çalışıyoruz. Sanırım yavaş da olsa, kentsel dönüşümde insanlar yeni binanın yeşil olması ile ilgili isteklerde bulunmaya başladılar. Bu da iyi yönde ilerlediğimizi gösteriyor.
Cemil Yaman: Bu noktada Gary Grant’a söz vermek istiyorum. Sizin de eminim söyleyeceğiniz önemli detaylar vardır.
Gary Grant: Ben panelin başlığı olan sorunun temeline inmek istiyorum. Eğer altyapınız yeşil değilse, bir kaç yeşil bina durumu o kadar da değiştirmeyecektir. Belki bu konuda haklı olabilirsiniz. Ama su tasarrufu yapılamıyorsa veya uzakta toplanan su şehre aktarılamıyorsa, o şehir muhtemelen başarısızlığa uğrar. Bu noktada gerçekten altyapıyı düzeltmek en önemli konu olabilir.
Gene de bu yeşil binalar yapmak anlamsızdır demek olmuyor. Yeşil bir bina kendi başına yeten, tasarruf yapan bir yapıdır. Şehir ise bu yapıların bütününden oluşmaktadır. Alt yapı önemli olsa da, yeşil bina uygulamarı her şehirde uygulanmaya derhal başlanması gereken önemli yapılanmalardır.
Araştırmalar sonucu görülmüştür ki, önümüzdeki 50 yıl içinde bazı şehirler terk edilmiş, sular altında kalmış ya da tamamı ile susuz kalmış olacak. Ama bu durumu değiştirmek için hala elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışabiliriz. Belki de bunun yaşanmasını engellemek ya da en azından ertelemek için bir ihtimal vardır.
Bu noktada her şeyi devletten beklememek gerekiyor. Evet, onların da birşeyler yapmasını istiyoruz. Hatta onların yapmak zorunda oldukları şeyler de var ama bu noktada mahalleler, bireyler ve mimarlar, kısaca herkes devreye giriyor. Hepbirlikte çalışmak gerekiyor, birbirimizi ve yetkilileri bu konuda cesaretlendirmemiz ve bu konuda daha çok çalışmamız gerekiyor.
Cemil Yaman: Mustafa Bey bu konuda sizin de görüşünüzü alabilirmiyiz…
Mustafa Kemal Kayış: Gökhan Avcıoğlu ve GAD olarak sürdürülebilir binalar tabi bizim de çok odaklandığımız bir konu. Sürdürülebilir bina, sürdürülebilir kent, yeşil bina, yeşil kent dediğimizde çözüme ulaşabilmek için buna bir matematik problemi gibi bakmak lazım. Tümden gelim, tüme varım yani, detayda tümü üretmek ve tümden detaya bağlanmak çok önemli. Mümkün olduğunca tasarladığımız mobilyaları, objeleri, kısaca herşeyi yeşil tasarlamak ve inşa ettiğimiz binaları da olabildiğince sürdürülebilir kılacak kararlar vermek elimizden gelenin en iyisi. Ama biz bunun politikasını yapabilir miyiz? Önce bu bilince ulaşmamız gerekir diye düşünüyorum.
İstanbul’u bu anlamda irdelediğimde ise görüyorum ki Gezi Parkı olayları sonrasında biraz ilerleme olduğunu farkediyorum. Bu belki biraz romantik bir yaklaşım olabilir ama diğer yandan da kitleleşme bu anlamda en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri olabilir. Tabi bir yandan da durumun farkına varan insanlarda, torunlarının çocuklarının geleceğini düşünme etkisi yaratmak lazım. Herşeyi bir yana bırakıp sadece onları düşündüğünüzde bile bunun ne kadar önemli bir konu olduğunu göreceksiniz. Teknik detaylardan ziyade biraz daha yaşama dair konuşmak istedim. Teşekkür ederim.
C.Y.: Biz de teşekkür ederiz, Mustafa Bey. Aslında yeşil binaları hızlandırmada diğer bir etken de teşvik. Şuan elimizde 400 yeşil bina var ve bunlar son 4 yılda inşa edildi. Devlet teşviğiyle de bu durumda çok büyük artış olacaktır. Şimdi Tim Cole’e bu konuyla ilgili söz verdikten sonra kentsel dönüşümden bahsedelim…
Tim Cole:Herkes sürdürülebilirlik konseptinin yeni oluşundan bahsediyor. Ama, aslına bakarsanız bu terim yeni ve insanlar bu terimin altında yatan çevre, insan ve ekonomi unsurlarından bahsediyor. Bu konuyla ilgili yapılan panellerde seyircilerin her zaman çevre ve ekolojiye duyarlı ve bu konuda hırslı olduğunu görüyorum. Bu yüzden ben her zaman iyimser olmaya çalışıyorum.
Benim gibi devamlı yeni şeyler öğrenmek gibi bir derdi olan biri için seyirciler arasından oturmak ve bu değerli konuşmacıları dinlemek çok keyifliydi ve büyük bir onurdu. Ayrıca, Forbo Flooring olarak böyle bir organizasyona sponsor olduğumuz için çok mutluyuz. Bizim için sürdürülebilirlik çok önemli. Mimari de kullanılmak üzere ürünler tasarlayan bir firma olarak gerek fabrikalarımız, gerekse ürünlerimizin çevre duyarlı olması, yeşil bina mimarları tarafından tercih ediliyor olmak ilk ilkemiz.
Bu yüzden de Forbo, ürünlerinin yanı sıra fabrikalarını da doğada olabildiğince az iz bırakan, sürdürülebilir binalar olarak tasarlıyor. Amerika’da ve Amsterdam’daki fabrikalarımızda görev aldım, burada gün boyunca şehirlerden bahsedildi, örneğin, Amsterdam’da aile başına 4.2 bisiklet düşüyor ve çoğunluğunun arabası yok…
Dünya popülasyonunun yarısından fazlası şehirlerde yaşamakta ve bu dünyanın sadece %2 sini kapsıyor. Ama gene de bu rakamlar gezenegenimiz için büyük rakamlar. Mesela dün İstanbul’da trafiğin yoğun olduğu iş çıkış saatine denk geldim ve itiraf etmeliyim ki ekstrem bir deneyimdi benim için. Gerçekten enerji tasarrufu, toplu taşıma kullanımı gibi konulara çok dikkat etmek zorundayız. Ama diğer yandan da kaynakların %8 ini kullanıyoruz. Endüstriyel devrimden beri giderek artmakta olan tüketim, insanoğlunun bencilliği yüzünden bu noktalara geliyor. Bir yandan da üretimde bulunuyoruz yani tüm bu olay büyük bir zincir. Bu olaylar zincirinin bütününü sürdürülebilir hale getirdiğimizde asıl zararı en aza indirgeriz.
Farklı ülkelerdeki farklı sürdürülebilirlik derecelendirme kuruluşları belki de birleşmeli ve hep birlikte çalışmalı; farklı konulardaki yeni bilgileri paylaşarak dünyanın heryerinde daha yeşil yapılar ve kentleşmeler için çalışmalılar. Biz Forbo olarak, elimizden geldiğince doğal malzemeler üretiyoruz ve sadece üretim süreci ve malzemenin doğallığı değil, geleceğini de düşünüyoruz. Ürünlerimizin tercih edilmesi için ekonomik olmasına özen gösteriyoruz ve kullanım sonrasında doğada nasıl bir etki bıraktığını araştırıyoruz, doğada iz bırakmayacak şekilde de tasarlamaya çalışıyoruz. Doğal malzeme kullanımına da bu yüzden önem veriyoruz çünkü, doğadan gelen doğaya gider. Markete gidip ailemiz veya kendimize yiyecek alırken paketin üzerindeki içerik detaylarını okuyoruz. Çünkü vücudumuz ve evimize ne aldığımıza özen gösteriyoruz. Aynı şeyi kullandığımız malzemelere de yapmamız gerek…
Cemil YAman: Şimdi buradaki mimar konuklarımıza, mimarlarımıza ve özellikle Stefan Behnisch’e bir soru sormak istiyorum. Belki dünya ölçeğinden kent ölçeğine gitmek zor olabilir ama, İstanbul’da başlayan kentsel dönüşüm sırasında mahalle ölçeğinden kent ölçeğine gidebilir miyiz? Bu kentsel dönüşümü bir fırsat olarak kullanabilir miyiz? Bünyamin Bey’le başlayabiliriz.
Bünyamin Derman: Çok güzel bir soru ve gündemde olan bir konu. Biz aslında bir yarışma firmasıyız. Bizi insanlar ismen tanımaz ama yarışmalardan uygulamalarımızı tanırlar ki biz de şirketçe Liebeskind Studio’nun uygulamalarını yakından takip ediyoruz.
Berlin, 90’larda kentsel dönüşüme geçtiği zaman nasıl çalıştıklarını biliyoruz; 10 yıl boyunca nasıl yapmaları gerektiğini planladılar. Yarışmalar düzenlediler ve en iyi şekilde kenti yeniden nasıl kurabilecekleri hakkında farklı fikirleri görmüş oldular. Sonunda şehrin tarihi yapısını koruyarak ve yeni yapılara da yansıtarak şehri planlamaya başladılar. Planlama süresi on yıl, uygulama süresi daha uzun sürdü ve hatta halen devam etmekte…
İstanbul’da şuan durum böyle ilerlemiyor. Birbirinden kopuk tasarlanan yapılanmalar ve park, kamusal alan, yeşil alanlara yer verilmemesi yüzünden yeni yerleşim bölgeleri de doğru planlanmış, sürdürülebilir alanlar değil. Altyapıları oluşturmak belediyelere düşüyor fakat, böyle bir projelendirmeye para asla ayrılmıyor. Sonuç olarak biz bu fırsatı da elimizden kaçırıyoruz.
Cemil Yaman: Ben de canı gönülden katılıyorum size. Fikirtepe’de geçmişte 1000 kişi yaşarken, kentsel dönüşümle bundan sonra belki de 10.000 kişi yaşayacak ve aynı şekilde arabalar da artacak. Amacımız yeşil bir yapılanmayken, bu bölgede de tam tersi doğrultuda bir ilerleme görüyoruz. Şimdi bu konuyla ilgili Stefan’ın fikirlerini de alalım. Sizce İstanbul’daki kentsel dönüşüm, İstanbul için bir fırsat olacak mı?
Stefan Behnisch: Bu şehri oldukça iyi tanıyorum çünkü, bir zamanlar burada yaşamışlığım var. Ben İstanbul’un dönüşümünü seyrettim bile diyebilirim… Siz, burda yaşayan insanlar olarak olaya çok daha negatif bakıyorsunuz ama dışardan biri olarak baktığınızda görüyorsunuz ki 2, 3, hatta 5 yıllık aralıklarla şehre bakıldığında büyük gelişmeler dikkat çekiyor. Ben de bu gelişimde büyük bir değişimle karşılaştım. Tabi daha gidilecek çok yolunuz var ama, gidişat iyi yönde, en azından zihniyet değişmiş…
Belki siz farketmiyorsunuz ama, benim zamanımda insanlar içeceklerinin kutularını yol kenarına fırlatıyordu, çiğnedikleri sakızları sokağa tüküyorlardı, sigara izmaritleri, çikolata paketleri, her türlü çöp sokaktaydı. Benim gözlemlerime göre genç nesil bunu artık yapmıyor. Zihniyet değişti. İnsanlar arabalarının yağını toprak üzerinde değiştirmiyor artık. Belki bunlar küçük adımlar gibi görünüyor olabilir ama en önemlisi bu anlamda fikirlerin gelişmiş olması.
Ben burda yaşarken bir politikacı vardı ve kanalizasyon sistemini yenilemeye karar verdiğinde diğer politikacılar ona; ‘kimse kanalizasyonu görmeyecek, bununla oy kazanamazsın’ dediler. O da bu kocaman kanalizasyon borularının şehrin çeşitli yerlerinde sergileyip, halka bakın yakında aşağıda neler olacak mesajı verdi. Komik duyuluyor ama bence politik olarak oldukça zekice bir hareketti. Belki bu kanalizasyon sistemi için 100 yıl kadar geç kalınmıştı ama gene de büyük bir adımdı.
İstanbul yavaş adımlarla ilerliyor fakat ilerleme olması yeterli. Artık bir metro sisteminiz dahi var… belki bir metro sisteminin başlangıcı da diyebiliriz ama toplu taşıma oldukça yolunda ilerliyor bana sorarsanız. Tarihi yarımadada altyapı şehrin geri kalanından daha iyi. Bütün o camilerin ve sarayların ve hatta boğazın altına metro inşa etmek kolay ve ucuz bir iş değil.
Öte yandan şehir dışına, gözden uzak yerlere kurulmuş bütün o konut projeleri ve devasa alış veriş merkezleri, şehir merkezine nazaran çok daha başarısız kalıyor. Yani ben kentsel dönüşümle ilgili çok da depresif olmamanızı öneririm. Ben şehirdeki değişimi ve potansiyeli görüyorum. Diğer büyük şehirlerin altyapılarını düşünecek olursak, örneğin New York, 400 yıllık bir sistemden bahsediyoruz. Rutubetli ve kasvetli bir metro sisteminden bahsediyoruz ve yenilenmesi şart. Sizin ise yepyeni ve modern bir metro sisteminiz var. Şimdi ise bunun daha ötesinde düşünüp, yenilikçi projeler geliştirme zamanı… Doğal kaynaklarınızı keşfedip kullanma iyi bir fikir olabilir. Bisiklet ya da elektrikli bisiklet için çok uygun bir şehir aslında İstanbul çünkü en başta şehir merkezi araba trafiği için tasarlanmamış zaten.
Yama Karim: Ben de Stefan’ın söylediklerine kesinlikle katılıyorum. Çok önemli bir yere parmak bastı. Bu noktada sizin yapmanız gereken öncelikle, bardağın yarısının dolu olduğunun farkına varmak…
Kaynak: Eko Yapı