Kategori : ENERJİ GÜNDEMİ, GÜNEŞ ENERJİSİ, NÜKLEER ENERJİ, RÜZGAR ENERJİSİ & RES - Tarih : 05 Şubat 2014
Enerji kaynakları, dünya siyasetine yön veren, savaşların kaderini belirleyen, hatta sınırların yeniden çizilmesini sağlayan en temel unsur. Bir ülkenin uluslararası politikada ne kadar söz sahibi olacağında, enerji kaynaklarına hâkimiyet gücü belirleyici. Ülkelerin gelişmişlik seviyeleri, enerji üretim ve tüketim miktarlarıyla belirleniyor. Yeni yüzyılda, enerjiye olan ihtiyaç her geçen gün daha da artıyor. Bugün dünyada üretilen enerjinin yüzde 85′i petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardan elde ediliyor. Bilinen üretilebilir fosil yakıt rezervleri, petrolde 40 yıl, doğalgazda 62 yıl, kömürde ise 216 yıl yetecek seviyede.
Enerji tüketimi konusunda lider olan ülke ise Amerika Birleşik Devletleri. Amerika üretilen enerjinin yüzde 23′ünü tek başına tüketiyor. ABD Enerji Bakanlığı tahminlerine göre, ABD’nin enerji tüketiminde ithalat oranı 2025 yılında yüzde 38’e yükselecek. Tablo böyleyken Washington’un dünyadaki enerji oyununun baş aktörü olduğunu söylemek zor değil.
Yeni kaynak arayışları
Hızla artan talep; ABD, Çin ve Rusya gibi ülkeleri yeni kaynak yaratma yoluna itiyor. Bu da uluslararası rekabeti doğuruyor. Gelecek enerji savaşlarıyla şekilleniyor. 1990′lara kadar üretilen enerjinin yüzde 57′sini OECD ülkeleri tüketiyordu. Bu dönemde gelişmekte olan ülkelerin payı yüzde 29′da kalmıştı. Ancak bu oran yeni dönemde değişti. 2010′da gelişmekte olan ülkelerin enerji kullanım payları yüzde 40′a çıktı. Tahminler bu rakamın 2030′da yüzde 47 olacağı yönünde. Çin bu sürecin en etkili ülkesi. Dünyanın en kalabalık ülkesi tek başına dünya enerjisinin yüzde 17′sini tüketiyor. 2025′e gelindiğinde bu oran yüzde 20 olacak. Brezilya, Malezya ve Türkiye gibi ülkelerin de pastadaki payları artacak.
Dünya temiz enerjiye yöneliyor
Dünyada temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının daha verimli kullanılabilmesi için yeni teknolojilerin üretim süreci giderek hız kazanıyor. Bunun için öncelikli hedef bu alanlara yapılan yatırımların arttırılması. Rakamlar sadece 2013′ün üçüncü çeyreğinde temiz enerji teknolojileri alanında 53.1 milyar dolarlık yatırım gerçekleştiği gösteriyor. Bu bir önceki döneme göre yüzde 22′lik gerileme anlamına geliyor. 2012’nin aynı döneminde gerçekleşen yatırım rakamının ise 63.1 milyar dolardı. Bu gerilemenin nedeni olarak küresel boyutta yaşanan finans krizi gösteriliyor. Bu krize rağmen yatırımlarını azaltmayan ülkeler de var. Çin bu ülkelerin başında geliyor.
Çin yatırımlarını yüzde 63 artırdı
Pekin yönetimi, 2012′ye göre 2013′te yatırımlarını yüzde 63 oranında artarak 13.8 milyar dolar düzeyinde gerçekleştirdi. Aynı dönemde ABD’deki yatırımlar yüzde 155 oranında artış göstererek 9.5 milyar dolara ulaşırken, Avrupa’daki yatırımlar ise yüzde 44 oranında gerileyerek yine aynı şekilde 9.5 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Güney Afrika’daki yatırımlar ise bir önceki çeyreğe göre neredeyse yüzde 100 artış göstererek 2.8 milyar dolar düzeyine geldi. Bir önceki çeyrekte temiz enerji teknolojileri alanında 6.3 milyar dolarlık yatırımın gerçekleştiği Almanya’da yatırımlar bu çeyrekte 1.9 milyar dolara gerilese de ülke Avrupa bölgesindeki liderliğini sürdürdü. Bu dönemde büyük ölçekli rüzgar ve güneş enerjisi santrallerine yapılan yatırımlar ise yüzde 39 oranında artış ile 31.9 milyar dolara yükseldi.
Tatlı su kaynakları azalıyor
Teknolojinin ve buna bağlı olarak da sanayileşmenin hızla geliştiği günümüzde, doğal kaynakların verimli kullanımı konusundaki, tartışmalar her geçen gün daha yüksek sesle yapılıyor. Bu kaynakların başın şüphesiz su geliyor. Dünyadaki içilebilir su kaynakları eşit şekilde dağılmış durumda değil. Güvenli içme suyu temin edilen alanların kirlilik gibi dış etkenlerden çabuk etkileniyor olması, su kaynaklarının korunması konusunu özellikle suyun kıt olduğu bölgelerde hayati bir konu haline getiriyor.
Yeryüzünün büyük bir bölümü sularla kaplı olmasına rağmen, sadece binde 3′ü kullanılabilir tatlı su. Bu suların da üçte ikisi buzul ya da daimi kar örtüsü halinde. Göller, nehirler ve barajlarda tutulan tatlı su miktarı 8.000 kilometre küp civarında. Dünyada bir yılda kullanılan tatlı suların toplamı ise 3.800 kilometre küp düzeyinde. Bu suların yaklaşık yüzde 70′i tarımsal, yüzde 20′si endüstriyel ve yüzde 10′u ise evsel olarak kullanılıyor.
Körfezde dünya su zirvesi
Suyun tarım ve enerjide verimli kullanımının önemi, kaynakların hızla yok olması nedeniyle daha iyi anlaşılıyor. Uluslararası toplum da, bu verimliği artırmanın yollarını arıyor. Birleşik Arap Emirliklerinin başkenti Abu Dabi’de geçtiğimiz ay yapılan ve iki gün süren Dünya Su Zirvesi’nin ana gündem maddesi de buydu. Körfez İşbirliği Konseyi’nin öncülüğünde toplanan zirvede artan su ihtiyacını sürdürülebilir şekilde karşılamayı hedefleyen çalışmalar masaya yatırıldı. Zirvede; su yönetimi ve politikaları, tuzlu suyun arındırılması, su israfına karşı alınacak önlemler, su ve enerji bağlantıları, suların yeniden dönüşümünün sağlanması, su stratejileri ve teknolojilerinin tarımda kullanımı, endüstriyel su kullanımı, iş yerlerinde etkili su tüketme yöntemleri tartışıldı.
Körfez içme suyunu denizden sağlıyor
Dünyada içme suyuna olan ihtiyaç giderek artıyor. Bu konuda en büyük sorunu yaşayan ülkelerin başında Ortadoğu ve Körfez ülkeleri geliyor. Bugün Ortadoğu’da çeşitli boyutlarda farklı metotlarla işleyen 7500′den fazla deniz suyu iyileştirme tesisi bulunuyor. Bu ülkeler yılda 4-8 milyar metreküp deniz suyu tatlılaştırarak, kullanılabilir hale getiriyor. Bu tatlılaştırmanın yüzde 60′ı Körfez ülkelerinde; yüzde 30′u Suudi Arabistan’da yapılıyor. Deniz suyu tatlılaştırılması, su temini çalışmalarında en pahalı yöntem olarak biliniyor.
Tahminler Ortadoğu ülkeleri olmak üzere su sıkıntısı çeken ülkeler, atık sulardan ve deniz suyundan içme suyu ve tarımsal su elde etmek için 2015 yılına kadar 12 milyar dolarlık yeni yatırımlar yapmaya hazırlandığını gösteriyor. Çin, Suudi Arabistan, Amerika ve Avrupa devletlerinin başını çekeceği yatırımlarla atık su sektörünün pazar büyüklüğü şu anki 11 milyar dolar seviyesinden 23 milyar dolara çıkması bekleniyor. Ancak bu sadece işin küçük bir parçası. 21. yüzyılın petrolü olarak adlandırılan suyun yarattığı sektör dünyada toplam 1 trilyon dolarlık hacme ulaşmış durumda. Dünyada 600 milyona yakın kişiye özel sektör tarafından su hizmeti veriliyor.
Kaynakların binde 3′ü içilebilir
Su canlıların yaşaması için hayati öneme sahip en önemli kaynaklardan birisi. Dünyanın yüzde 70′i sularla kaplı olmasına rağmen, yeryüzündeki su kaynaklarının yaklaşık binde 3′ü kullanılabilir ve içilebilir özellik taşıyor. Dünya nüfusunun yüzde 40′ını barındıran 80 ülke ciddi miktarda su sıkıntısı çekiyor. Nüfusun hızla artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle su ihtiyacı her geçen gün artıyor. Dünyadaki mevcut suyun hacmi 141 milyar metreküp olduğu tahmin ediliyor. Bu suyun yüzde 98’i okyanuslarda ve iç denizlerde bulunuyor. Fakat tuzlu olduğu için, içme suyu olarak kullanıma, sulamaya ve endüstriyel kullanıma uygun değil. Dünyadaki suların ancak %2,5’i tatlı su özelliği taşıyor.
Bunun da %87′si buzullarda, toprakta, atmosferde, yeraltı sularında bulunuyor ve pratikte kullanılabilir durumda değil. Bugün kullanılan su ihtiyacını yüzeysel sular ve yeraltı su kaynaklarından sağlanıyor. Bugün dünyada toplam su tüketiminin sulamada kullanılan kısmı yüzde 73 düzeyinde. Bu kullanılabilir suyun yüzde 27.5 ‘i endüstri ve evsel ihtiyaçlarda tüketiliyor. Aşırı nüfus artışı suyun kullanım alanlarında büyük dengesizliklere neden oluyor. Son 20 yılda tarımda kullanılan su miktarındaki azalma nedeniyle tarımda kullanımı yüzde 70′den yüzde 63′e düşmüş evsel ihtiyaçlardaki su kullanım artışı yüzde 27.5 ‘ten yüzde 32′ye yükselmiş durumda. Uzmanlar, 21. yüzyılın en büyük sorununun çölleşme, susuzluk ve açlık olduğu konusunda hem fikirdirler. Su sorununun 21 yüzyılın ilk 25 yılında daha da tırmanacağına dikkat çekiliyor.
Su sorunu yaşayacak bölgelerin başında Afrika, Ortadoğu, Hindistan, Çin’in bir kısmı, Peru, İngiltere ve Polonya’nın geleceğini tahmin ediliyor. Birleşmiş milletlerine bağlı su komisyonu yetkilileri, su eksikliği ve kirliliği ile ilgili hastalıkların dünyada yılda 5 ila 7 milyon insanın ölümüne yol açtığını bildiriyor. Komisyonun raporunda halen 29 ülkede 450 milyon insanın su sıkıntısı çektiği, bu sıkıntısını 2025 yılına kadar, 50 ülkede 2.3 milyar insanı etkileyeceği ileri sürülüyor. Raporda dünya nüfusunun 3′te 2 ‘sinin yaşadığı bölgelere, tüm dünyaya yağan yağmurların 4′te 1′inin düştüğü de belirtiliyor. Bu da iklim değişikliklerinin en somut sonuçlarından birisi olarak gösteriliyor.
Nükleer rönesans beklentisi
Uluslararası alanda enerji talebinin artması ülkeleri nükleer enerji projelerine hız verme teşvik ediyor. 2013 yılı boyunca fosil yakıt fiyatlarında yaşanan artış 2014 enerji politikalarında nükleer enerjiye ağırlık verileceğine işaret ediyor. Uzmanlar, bugün nükleere sahip olmayan 45 ülkenin gelecek dönemde bu enerji kaynağını kullanmaya başlayacağını öngörüyor. Globaldata araştırma kuruluşunun son raporu, tartışmalı enerji kaynağı nükleerle ilgili çarpıcı öngörülere yer veriyor. Küresel olarak 2000-2011 yılları arasında mütevazı bir büyüme gösteren nükleer, 2011’den 2012’ye geçerken ani bir düşüş yaşadı. Ancak Globaldata’nın raporunda dünyada yeni bir “Nükleer Rönesans” yaşanacağının sinyalleri veriliyor.
Bu kez nükleere yönelenler, gelişmekte olan ülkeler olacak. Rapora göre, 2020 yılına kadar 198 yeni reaktör ticari faaliyete başlayacak. 2020 yılına kadar nükleer santrallerden elektrik üretimi bugünkü 2,4 milyon gigavat saat seviyesinden, 3,1 milyon gigavat saate çıkacak. Dünya çapında nükleer enerji üretimi yüzde 30 oranında artacak. Raporda, 2011 yılı mart ayında yaşanan Fukuşima Nükleer felaketinin ardından Almanya ve İsviçre gibi bazı ülkelerin nükleerden çekileceğini açıklamasına karşın, birçok ülke için nükleer enerjinin hala çok önemli olduğu vurgulanıyor.
Dünyada 438 nükleer santral var
Japonya’da meydana gelen felaket, birçok ülkenin nükleer enerji kullanımına ışık tutmasına neden olmuş, özellikle Avrupa’da nükleerden çekilme dalgası doğurmuştu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı verilerine göre ise, küresel düzeyde kurulu gücü 371 bin 562 gigawat olan 438 nükleer santral bulunuyor. Başlıca 30 ülke toplam enerji üretiminin yüzde 17,71′ini nükleerden sağlıyor. Dünyada kurulu 438 nükleer santralin 272′si sanayileşmiş 7 ülkenin oluşturduğu G-7 ülkelerinde yer alıyor. Nükleer enerjinin en yoğun olarak kullanıldığı coğrafyaların başında ise Avrupa geliyor. Avrupa’da Fransa 59 nükleer santral ile lider konumundayken, onu 23 nükleer santal ile İngiltere izliyor. Amerika Birleşik Devletleri ise 104 nükleer santrali ile bu alanda lider konumda bulunuyor. Asya Kıtası’nda da Japonya’nın 56, Güney Kore’nin ise 20 tesisi var. Nükleer enerjiye verilen önem ülkelerin bu alandaki projelerinde de kendini gösteriyor. Halen küresel düzeyde 36 bin 988 megawaat gücünde 45 nükleer santralin inşaasına devam ediliyor.
Rüzgarlar yenilenebilir enerji için esiyor
Dünyada doğal olarak bulunabilen birçok kaynak aslında yenilenebilir enerji kaynağı. Bunların başında rüzgâr, güneş, jeotermal, hidrolik ve biyokütle geliyor. Doğal, yenilenebilir, temiz ve sonsuz bir güç olan rüzgâr enerjisi ile ilgili en önemli sorun yatırım maliyetinin yüksek oluşu. Ancak rüzgâr enerjisi, atmosferde bol ve serbest olarak bulunması, yenilenebilir ve temiz bir enerji kaynağı olması, tükenme ve fiyatının artma riskinin olmaması, dışa bağımlılık yaratmamasıyla tercih edilen yenilenebilir enerji kaynaklarından biri. Türkiye de rüzgâr enerjisi potansiyeli yüksek olan bir ülke. Türkiye’de rüzgâr enerjisi santrallerinin toplam kapasitesi 2013,20 megawat olarak biliniyor. Dünya rüzgâr enerjileri birliği göre Çin dünyadaki en büyük rüzgâr enerjisi pazarına sahip ülke. Çin’i, Amerika Birleşik Devletleri takip ediyor. Almanya, İspanya ve Hindistan ise rüzgar yoluyla enerji elde eden ülkelerin başında geliyor.
Güneş enerjisi Türkiye için önemli bir seçenek
Güneş enerjisi, çevresel olarak temiz bir enerji kaynağı olarak biliniyor. Türkiye’nin güneyi, güneş enerjisinin en verimli elde edilebileceği bölge. Bu çerçeve, Karaman, Van ve Antalya en çok güneş enerjisinin elde edilebileceği şehirlerarasında yer alıyor. Dünyada en çok güneş enerjisi kullanan ülkeler ise İspanya ve Almanya olarak biliniyor. Bir diğer yenilenebilir enerji kaynağı ise jeotermal. Jeotermal enerjinin en çok bulunduğu bölge Pasifik Okyanusu çevresi. Bu bağlamda, Amerika kıtasının batı sahilleri ile, Uzak Doğu ve Avustralya arasında kalan bölge, volkanik aktivitelerin çok olması nedeniyle, jeotermal enerjinin en çok üretildiği yer olarak biliniyor. Türkiye’nin jeotermal enerji potansiyeli 31 bin 500 megawatt. Direk ısı enerjisi olarak kullanım potansiyeli 2 bin 84 megawattken, elektrik üretimine uygun potansiyel ise bin 500 megawatt. Enerjinin çevresel kirliliğe yol açmadan sürdürülebilir olarak sağlanabilmesi için kullanılacak kaynakların başında biyokütle enerjisi geliyor. Tükenmez bir kaynak olan biyokütle enerjisi aynı zamanda her yerden de elde edilebiliyor. Biyokütle enerjisi bu bağlamda kırsal kesimler başta olmak üzere sosyoekonomik gelişmelere de yardımcı oluyor. Biyokütle bitkiler, otlar, yosunlar, evlerden atılan tüm organik çöplerden oluşuyor.
Yenilenebilir enerji çevre dostu
Enerji ihtiyacının arttığı günümüzde yenilenebilir enerji kaynakları fosil yakıtlara önemli bir alternatif olarak değerlendiriliyor. Güneş, rüzgâr ve jeotermal enerji gibi çevreye daha az zarar veren yenilenebilir enerji kaynakları ithal yakıtlara olan bağımlılığı da ortadan kaldırıyor. Diğer yandan fosil yakıtların çıkartılması için gerekli olan sondaj çalışmalarının yarattığı çevre kirliliğinin de önüne geçilmesine olanak tanıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları aynı zamanda önemli bir yatırım aracı olarak da değerlendiriliyor. Uzmanlar bu alana yapılacak yatırımların ekonomik krizden çıkmak için önemli bir rol üstleneceği görüşünde. Avrupa Birliği, 2020 yılında enerji üretiminin yüzde 20′sini, yenilenebilir enerji kaynaklarından elde etmeyi öngörüyor. Yenilenebilir enerji yatırımlarına öncelik veren bir başka ülke ise Amerika Birleşik Devletleri.
Washington yönetimi henüz KYTO Protokolü’nü imzalamamış olsa da yerel yönetimler bu alandaki çalışmalara ağırlık veriyor. Kaliforniya’da enerji üretiminin yüzde 10′u yenilenebilir kaynaklardan sağlandı. Bu rakamın 2017 yılında yüzde 20′ye çıkarılması planlanıyor. Yalnızca yerel yönetimler değil iş dünyası da bu alandaki çalışmalarına hız verdi. Türkiye ise yenilenebilir enerjinin üretimdeki payını arttırmak için çalışmalarını sürdürüyor. Geçtiğimiz yıl yenilenebilir enerjinin birincil enerji üretimdeki payı yüzde 6.5 oldu. Elektrik üretimindeki payı ise yüzde 24. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın hedefi bu rakamın 2023 yılında yüzde 30′a çıkarmak. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapan bir başka ülke ise Birleşik Arap Emirlikleri. Dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birine sahip olan Abu Dabi yönetimi ticari uçuşlarda biyoyakıtların kullanılması için çalışmalara başladı. Projenin 5 yıl içinde hayata geçirilmesi bekleniyor. Ancak yatırımlar hala beklenen düzeyde değil. Zira günümüzde küresel enerjinin yüzde 80’i fosil yakıtlardan elde ediliyor.
Haberin Devamı için TIKLAYINIZ>>
Kaynak: Dünya Bülteni