Kategori : ENERJİ GÜNDEMİ - Tarih : 21 Haziran 2016
Proje ya da iş bazlı kurulmamışsa bir işletmenin doğal hedeflerinden biri de işletmenin faaliyet halinde olmasını sağlamaktır; işletmeler açısından bu sürdürülebilirlik kavramı ile açıklanabilir. İşletmeler açısından sürdürülebilirlik özellikle serbest piyasa ekonomisi bakımından değerlendirildiğinde işletme içi ve dışı faktörlere de bağlıdır.
Ülkenin ekonomik istikrarı özellikle belirli bir sermaye yapısının altında olan işletmeler için kırılganlıkları arttıran faktörlerdendir. Peki ya işletmelerin sürdürülebilir faaliyetleri açısından tek faktör finansal yapı ve durum ile ilgili midir? Bu sorunun cevabı tabi olarak finansal unsurlar dışında işletmenin pazar payı, ürün gamı, ürün kalitesi gibi daha birçok faktörle ilişkilendirilebilir.
Enerji piyasası da bu piyasada faaliyet gösteren ve bu piyasadan etkilenen işletmeler bakımından oldukça farklı risklere sahiptir. Ülkeler arasındaki siyasi, iktisadi ve silahlı mücadelelerden yeni yüzyıldaki yeni konsepti ile terörizmden tutun da doğal ya da teknolojik afetler dahi birçok olay enerji piyasasını etkileyebilir. Örneğin 24 saat çalışma esası olan rafinerilerde ya da enerji üretim tesislerinde meydana gelebilecek bir yangın sürdürülebilir üretime sekte vurmakta özellikle piyasaların kırılgan olduğu dar boğazlardan geçilen dönemlerde böyle bir yangın ile oluşan üretim kaybı piyasaları büyük ölçüde etkileyebilecektir. Ortaya çıkan zararlar sadece makine, ekipman, üretim kaybı ile işletmede ve piyasalarda gerçekleşen zararlarla sınırlı kalmayacak yangın ile işletmede yaşanabilecek can kayıpları, işletme çevresine olan yangın etkisi ile çevre halk ve çevre sağlığı açısından da telafisi mümkün olmayan sonuçlar da ortaya çıkabilecektir. İşte tam bu noktada bu yazının konusu olan SEVESO direktifi ile ülkemizdeki uyumlaştırılmış ilgili mevzuatından bahsetmek doğru olacaktır.
1976 yılında İtalya’ nın Milan kenti yakınlarında bulunan Seveso kasabasında bir kimyasal tesiste 9 haziran günü meydana gelen proses sapması ile ortaya çıkan toksik kimyasal çevreye yayılır ve etkileri uzun yıllar süren sonuçlara neden olur. Avrupa Konseyi bunun üzerine ilk kez 1982 yılında konusu özellikle tehlikeli kimyasal bulunduran tesislerde meydana gelebilecek büyük endüstriyel kazalara karşın alınacak güvenlik önlemlerine dair bir direktif ilk Seveso direktifini yayımlar. Avrupa Birliği Seveso III olarak bilinen haliyle en son 2012 yılında direktifte değişiklikler yapar. Ülkemizde ise uyum süreci çerçevesinde sırasıyla Seveso Direktifine paralel olarak 2010 ve 2013 yıllarında iki kez yönetmelik yayımlanmıştır. Avrupa Birliğinde uygulanan SEVESO III – 2012/18/EU Direktifi ile ülkemizdeki uyumlaştırması olan Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik arasında ise nitelik ve kapsam bakımından belirgin farklar bulunmaktadır.
Esasen orijinal Seveso direktifi adını aldığı faciadan elde edilen sonuçların değerlendirilerek Arazi Kullanımı/Planlanması (Land Use Planing) üzerinden bir kurguya giderken ülkemiz mevzuatları açısından başta imar mevzuatı olmak üzere afet, çevre ve belediyecilik ile ilgili birçok mevzuatın kanun seviyesinde ve farklı kurumlar tarafından yürütülmekte olmasından dolayı olması gereken bu kurgu gerçekleştirilememiştir. Bu kurgusal sorun ülke için arazilerin yeniden imar planlamasının yapılması gibi fırsatları da ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla büyük kazaların yaşanabileceği tehlikeli kimyasalları barındıran rafinerler dahil birçok tesisin çevresinde yaşayan halk ile diğer çevresel unsurlar halen yeterince güvenceye alınmamıştır.
Örneğin ülkemizdeki yönetmelik kapsamında olan kuruluşların çevrelerinde yaşayan halk ve diğer çevresel unsurlar için yönetmeliğimizde orijinal Avrupa Direktifinde olan sosyal ve bireysel risklerin değerlendirilmesi hususu olmadığından çevre halka meydana gelebilecek zarar potansiyeli halen mevcudiyetini korumaktadır. Kimi Avrupa Birliği ülkeleri bu tür tesislerde meydana gelebilecek büyük kazaların engellenmesi için şiddet eşik değerleri üzerinden, kazaların gerçekleşme sıklığının yer yer tesis çevresindeki insan yaşamı ve varlığının tipi gibi faktörler üzerinden hesaplamalara dayalı bir önlem sistemi kurarken ülkemizde bu durum sadece kazanın gerçekleşme sıklığının belirli bir seviyeye (tüm AB ülkelerinin en alt sınırı) indirilmesi olarak geçmiştir. Tüm bu nedenlerin dışında orjinal direktifin İngiltere gibi ülkelerdeki versiyonlarındaki katı kurallar ile karşılaştırıldığında ülkemizdeki mevzuatın oldukça yetersiz olduğu ancak yine de bu tip kazaların önlenmesi ve etkilerinin azaltılması için ilke kez yeni düzenlemeler getirdiği söylenebilir. Gelecekte ise yönetmelikte ya da başka bir yasal düzenleme ile arazi planlaması ve eşik değerler ile kaza frenkansları gibi hususlarda Avrupa Birliğindekine benzer değişikliklerin yapılması kaçınılmaz olacaktır.
Bahsi geçen ülkemiz mevzuatı, kapsam dahilinde olan işletmeleri kuruluş olarak tanımlamakta ve genel olarak barındırdığı ve barındırma potansiyeli olduğu tehlikeli kimyasalların tipine ve miktarında göre de kapsamında olan kuruluşları da üst seviyeli ve alt seviyeli kuruluşlar olarak iki kategoriye ayırmaktadır. Üst seviyeli kuruluşlar için temel yükümlülük güvenlik raporu hazırlamak ve incelenmek üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına göndermek iken alt seviyeli kuruluşlar için Büyük Kaza Önleme Politika Belgesi hazırlamayı ve ÇŞB’ nin ilgili sitesine yüklemeyi yeterlidir. Kuruluşların güvenlik raporlarını ve politika belgelerini hazırlamaları ise geniş manada bir taahhüt olarak düşünülebilir. Mevzubahis yönetmelik kuruluşlar için alınacak önlemlerin belirlenmesini güvenlik raporunda izah etmelerini isterken önlemlerin alınmasındaki son tarihleri ileriki dönemlere bırakmıştır.
Bu durumda kuruluşların hazırlanan güvenlik raporlarında kendi kuruluşları için taahhüt ettikleri güvenlik yönetim sistemi unsurlarının tümünün doğru olduğunu, uygun bir şekilde hesaplandığını ve değerlendirildiğini ispat etmeleri gereken yer ve zaman saha denetimleri aşamasıdır. Güvenlik raporunun sadece bir başlangıç olması ve taahhüt olarak değerlendirilmesinin nedeni de saha denetimleri ve bu denetimlerde güvenlik raporlarındaki unsurların ispatlanması ve uygulamasının gösterilmesi aşamalarıdır. Bu halde saha denetimleri benzerleri Avrupa’da olduğu gibi oldukça önemli, uzun süreçler isteyen denetimler olacak ve cezai yaptırımların yüksek olması sonucu ortaya çıkacaktır. Bir başka ifadeyle, mevzubahis yönetmelik, büyük endüstriyel kazanın olmasının önlenmesi ve etkilerinin azaltılması kapsamında bir dizi hesaplama ile yapılan risk değerlendirmelerinin sonucunda işletmenin kuracağı güvenlik yönetim sisteminin bir belgesi olan güvenlik raporunu geleceğe yönelik bir taahhüt olarak ele alırken, bu taahhüdün gerçekleşmesi anlamına gelen güvenlik raporlarını, içerik ve format açısından incelenmesi üzere ilgili Bakanlıklara göndermeyen kuruluşlara nasıl durdurma idari yaptırımı öngörüyorsa özellikle ileriki dönemlerde güvenlik raporlarında belirtilen taahhütlerin saha denetimleri ile kuruluşlarda yeterince yerine getirilmediği tespiti yapıldığında benzer şekilde işyerinde işin durdurulması idari yaptırımlarını ve büyük para cezalarını uygulamaları söz konusu olacaktır.
İşte bu güvenlik tedbirleri ile insan ve çevre sağlığı açısından güvenlik tedbirlerinin alınması ve hayatın kutsallığının korunması yanında bu kazaların oluşmasının engellenmesi, sistem bütünlülüğünün korunması ve sonuç olarak sürdürülebilir üretim sağlanmış olacaktır. İş sağlığı ve güvenliği ile üretim arasındaki pozitif ilişki bu nokta üzerinden inşa edilmektedir.
Yönetmeliğin uygulanması açısından kritik hususlardan biri de saha uygulamalarının güvenlik raporlarındaki yansımalarının gerçekçiliğini temin edip edememesi olduğundan hareketle saha uygulamalarında gerekli olacak personel ve ekipman kabiliyetleri ile oluşturulan güvenlik yönetim sistemidir. Saha uygulamaları açısından üzerinde kantitatif risk değerlendirmesi yapılan tehlikeli bir tesis ya da ekipman sistemi ile kritik ekipmanların doğru belirlenmesi gerekliliği dışında büyük kaza senaryolarının ve bu senaryolara neden olan başlatıcı etkilerin berterafı ile olayı durdurucu etkilerin berterafının temin edilmesi gereklidir. Bu hususta tesislerin alacağı önlemler için gerekli olacak ekipmanların tedariği, bu ekipmanların denetimi, bakım-onarımı ve ilgili personelin yetiştirilmesi de ülkemiz için ayrı bir sorundur.
Avrupa bu sorunları ülkelerinde standartlara dayalı uygun ekipman üretimi, yazımlarla idare edilen denetim ve bakım-onarım süreçleri ile yetiştirdiği sertifikalı personel kaynağı ile çözümlerken ülkemizde gerekli ekipmanların üretimini yapan yerli kuruluşlar olmadığından, denetim, bakım onarım için yazılımlar ile yetişmiş ve uygun sertifikasyonda insan gücü bulunmadığından birçok sorun yaşanacağı da düşünülmektedir. Örneğin bir yangın ve patlama tehlikesine gerekli olabilecek atex ekipmanların hemen hemen hiçbiri ülkemizde üretilmemektedir. Bu ekipmanların tedariğinin hem uzun süreçler alması hem de pahalı olması nedeniyle de saha denetimlerinde güvenlik raporlarını oluştururken risk değerlendirmeleri ve hesaplamalar esnasında yapılabilecek yanlışlıklar ortaya çıktığında birçok yeni sorun gündeme gelecektir. Yıllardır ülkemizde çeşitli danışman firmalar ya da kişiler tarafından yapılan patlamadan korunma dokümanlarındaki hatalar ve bu hatalar nedeniyle yaşanan maliyet kayıpları ve ödenen cezalar düşünüldüğünde birçok pahalı ekipman gerektirecek güvenlik yönetim sistemindeki kurgusal hataların bedelleri de ağır olacaktır. Bu durumda güvenlik raporlarını hazırlayan kişilerin ehil, güvenlik yönetim sistemi hakkında geniş bilgiye sahip, daha önce bu işi yapmış ve saha tecrübesi olan kişiler olması beklenmelidir. Ülkemiz mevzuatında ise İngiltere’ deki mevzuatta olduğu gibi bu iş için üçüncü taraf gözetim firmalarını tanımlamadığı ve yetkilendirmediği için saha denetimleri esnasında müfettişler ile kuruluşlar arasında anlaşmazlıkların en yüksek noktaya çıkacağı ve birçok mahkeme sürecinin yürüyeceği tahmin edilmektedir. Bu konuda Avrupa ülkelerinde yaşanan mahkeme süreçlerine ilişkin Barbara Pozzo gibi hukukçuların yayınlarına göz atılabilir. Güvenlik yönetim sisteminin uygunluğu ve tüm doğrulamasından kuruluşlar sorumlu olacağından bu süreçler sonucunda kuruluşların büyük sorunlarla yüzleşeceği ortadadır. Tam bu hususta özellikle rafineler, termik santraller gibi enerji sektöründe yaşanabilecek iş durdurmaları sürdürülebilir üretim açısından büyük bir zafiyet oluşturacaktır. Bunların dışında bu tesislerde yaşanabilecek kazalar, çevre halkın ve çalışanlar ile çalışan yakınlarının açacağı davalar ve kazaların sorumlularının belirlenmesi, güvenlik raporunu hazırlayan kişilerin sorumlulukları ve diğer konular ile ilgili ortaya çıkabilecek yargı süreçlerindeki tüm hususlar bakımından da güvenlik raporlarının ve saha uygulamalarının ne de önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hüseyin Baran AKINBİNGÖL
ÇSGB İş Müfettişi ve A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı