Makale: “1,5°C”

“Riley gözlerini kampın dört bir yanındaki demir kulelerin üzerine yerleştirilmiş hoparlörden gelen sese açtı. Pas ve toz içindeki hoparlör duygudan yoksun bir şekilde kelimeleri etrafa savuruyordu. Hoparlörden çıkan ilk birkaç kelime kulağına gidip kulak zarını titretip beynine doğru yol alırken rotalarını şaşırıp kayboldular. Anlamlandırabildiği ilk kelimeler “ günlük azami su miktarı azaltılmıştır.” oldu. Ardından soğuk hoparlör devam etti “Mecburi olarak dağıtılan gıda miktarı azaltılmıştır. Su ve gıda miktarları ile ilgili yaşam İstasyonundaki görevlilere sıkıntı çıkarmayınız. Aksi durumda görevlilere tam yetki verilmiştir”

Küresel İklim Değişikliği ve etkileri konulu distopik bir hikayeden alıntılanan yukardaki satırlar Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Ban-Kİ Monn’a aittir.

Yerküremizin varoluş tarihinin en hayati sorunu olarak nitelendirebileceğimiz küresel iklim krizini önleyebilecek son nesil belki de bizleriz, dünyamızın ve insanoğlunun gelecek günlerini Ban-Ki  Moon’un yukarıdaki satırlarda kaleme aldığı distopik bir hikayenin senaryosu haline dönüştürmemek için tek çıkış yolumuz hızla ısınan yerküremizin sıcaklık artışını tercihen “1,5°C”  ile sınırlandırmak ve net karbon emisyon oranlarını 21. yüzyılın ikinci yarısı içerisinde sıfırlanmasına yönelik tüm aksiyonları zaman kaybetmeden almaktan geçiyor.

“1,5°C Neden Önemli, Paris İklim Zirvesi”

1,5°C kavramı 2018 yılında açıklanan IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) tarafından “Hedef 1,5°C derece” adlı raporuna dayanmaktadır. “1,5°C” sınırının neden önemli olduğu konusuna geçmeden önce karşı karşıya kaldığımız riskin tanımını ve etki mekanizmasını en iyi ortaya koyabileceğini düşündüğüm bir deneyden bahsetmek isterim “kaynayan kurbağa” deneyi; “Bir kurbağa kaynar bir tencereye atılırsa ani şok etkisiyle kendisini anında suyun dışına atar. Oysa aynı kurbağayı soğuk su dolu tencereye atıp, suyu da yavaş yavaş kaynatmaya başlarsanız kendisini bekleyen sonu algılayamaz. Artan vücut ısısıyla birlikte suyun sıcaklığını fark edemez hale gelen kurbağa, sıcaklığı hissettiği zaman ise artık çok geç kalmıştır”  Evet, yerküremiz de aynı bu deneyde anlatılmak istendiği gibi yavaş yavaş hatta biz insanoğlunu bu ısı artışına alıştırırcasına ısınmaya devam ediyor ve  gittikçe ısısı artan dünyamız için risklerin nitelikleri ve frekansları da günbegün artıyor. Şu gerçeği de eklemek de fayda var ; iklim değişikliğinin konuşmakta ya da yaşamakta olduğumuz etkileri gelecek olan daha ciddi etkilerinin  sadece bir başlangıcı olduğunu yayımlanan raporlarda sıklıkla belirtilmektedir. İklim değişikliği olgusunun bilinen tüm doğal afet risklerinin etkilerini arttırıcı özelliğe sahip olduğunu da eklemekte fayda olduğunu tekrar tekrar not etmekte fayda var.(risk arttırıcı, kırılganlık arttırıcı özelliği)  işte bu nedenlerle dünya sıcaklık artışını “1,5°C” ile sınırlamayı vaad eden hedeflerin ve bu hedefler doğrultusunda alınması gereken aksiyon planlarının hayati önem taşıdığını söyleyebiliriz; İklim zirvelerinde alınan aksiyon planlarına geçmeden önce söz konusu risklerin tahmin edilebilenlerinin ve  bilinenlerinin bazılarını şöyle sıralayabiliriz; seller, heyelanlar, çığ düşmesi, çökmeler, fırtınalar, taşkınlar, tayfunlar, kuvvetli kar ve yağmur yağışları, şiddetli donlar, aşırı soğuk ve sıcak dalgalar, kuraklık, çölleşme, iklim göçleri, tarımsal üretimin yavaşlaması, artan viral hastalıklar, ekonomik istikrarsızlıklar, artan yangınlar, volkanik hareketlerin tetiklenmesi ve son yıllarda hızla artan depremler.(yükselen sıcaklıklar ve deniz seviyesi ,ısınmaya devam eden dünyanın etkisi /Prof.BillMcGuire”Devin Uyanması”)

Şu istatistiği de önemli bir veri olduğunu düşünüyorum ; ”Geçtiğimiz yüzyılda dünyanın ortalama sıcaklığının 1°C  kadar yükseldiği ancak bu artışın 0.5°C ‘lik kısmının son 33 yılda gerçekleştiği ve 2030 yılına kadar ortalama sıcaklığın en az 0.5°C  daha yükseleceğinin öngörüldüğü” içinde bulunduğumuz küresel iklim krizinin boyutlarını daha net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Eldeki tüm veriler değerlendirildiğinde “1.5 °C”lik ısınma hedefinin dünyamızın dayanabileceği nihai eşik olarak doğru ve son derece hayati bir hedef olduğu ortaya çıkıyor. Bu seviyenin üzerindeki en ufak kademeli artışlar “doğal felaketlerin” ve beraberindeki risklerin maalesef artarak yaşanmasını anlamına geliyor.

30 Kasım – 12 Aralık 2015 tarihleri arasında küresel iklim değişikliği ile mücadele ve düşük karbonlu sürdürülebilir bir dünya yaşamına yönelik faaliyet ve yatırımların tartışıldığı “Paris İklim Zirvesi”nde 2020 yılı ve sonrası için bir nevi iklim değişikliği rejiminin yol haritası tayin edilmiş ve bu amaç doğrultusunda alınan kararlar katılımcı ülkeler tarafından kabul edilmişti. Paris İklim Zirvesinde;

İklim değişikliği kaynaklı etkenler nedeniyle küresel sıcaklığın sanayi dönemi öncesi seviyenin yaklaşık 1°C üzerine kadar yükseldiği, Sera Gazı emisyonlarının hızla azaltılması gereği ve sıcaklıkların 2040 yılında 1,5°C ‘ye kadar yükselebileceği vurgulandı. Sıcaklık artışının 2100 yılında 1,5°C ile sınırlı tutulabilmesi için küresel emisyonların hızla azaltması için alınması gereken tedbirler, yol haritaları ve stratejiler belirlendi ve bu zorlu hedeflere ulaşılsa bile iklim değişikliği kaynaklı yıkıcı hasarların bazıları ile karşı karşıya kalınacağının altı önemle çizildi.

Paris İklim  Anlaşmasında alınan başlıca kararlar:

*Yenilenebilir enerji kaynaklarını önem vermek ve bu kaynakların kullanımını öne çıkarmak.

*Atmosferdeki Sera gazı seviyesini 21’inci yüzyılın yarısı seviyesine kadar azaltmak.

*Küresel ısınmayı sanayi öncesi döneme kıyasla 2°C’nin altında tutmak ve mümkünse 1,5°C’yle sınırlamak.

*Zengin ülkelerden yoksul ülkelere iklim finansmanın sağlanması.

“1,5°C mi ,2 °C mi ?”

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ nin(IPCC) “Küresel Isınmada 1,5°C” raporuna göre küresel ısınmanın 1,5 C ile sınırlandırılmasının aciliyetinin altı çiziliyor. Raporda 1,5°C’lik bir sıcaklık artışının 2°C’lik bir artışa oranla dünyamız ve insanoğlu için daha güvenli ve sürdürülebilir olacağı ısrarla vurgulanıyor. Buna göre yerküremizdeki ortalama sıcaklık artışı 1,5°C’ye ulaştığında %100 artması beklenen sel riski; 2°C’lik bir sıcaklık artışı karşılığında %170 oranına ulaşacağı belirtiliyor. Ayrıca şiddetli kuraklığa maruz kalan insan sayısı 1,5°C’lik bir artışta 350 milyona, 2°C’lik bir artışta 410 milyona çakabileceği değinilen diğer etkilerin başında geliyor. Aşırı sıcak hava dalgaları ise dünya nüfusunun %9’u yerine %28’ini etkileme ihtimali çok yüksek. Bununla birlikte raporun en önemli konularından biri de;  her 0,5°C’lik artışın tarımda ürün verimliliğini daha da düşüreceği bildiriliyor . İklim Değişikliği Paneli’nin raporuna göre, Küresel ortalama sıcaklık artışının 2°C’yi  bulması halinde insan hayatını doğrudan etkileyecek yıkıcı sonuçlara hazırlıklı olunması da tekrar tekrar vurgulanmaktadır.

“1,5 °C Hedefinin neresindeyiz”

İçinde bulunduğumuz noktada, yapılan güncel araştırmalar ve raporlar ışığında şunu ifade etmekte fayda var; Paris Anlaşması kapsamında verilen taahhütler, küresel ısınmayı 1,5°C’de sınırlandırmaya maalesef yetmiyor. Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm ülkelerin, vakit geçirmeden taahhütlerini yenilemesi gerekiyor.” (IPCC,1,5°C’ Küresel Isınma Özel Raporu)

Evet, 57 ülke ve AB’nin iklim değişikliği konusundaki performanslarını değerlendiren” İklim Değişikliği Performans Endeksi 2021” raporuna göre ülkelerin hiçbiri Paris Anlaşmasının ortaya koyduğu hedeflerle uyumlu hareket etmiyor. Oysa zaman kaybetmeden ve hemen Paris Anlaşması hedeflerini karşılamak ve küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırabilmek için ülkelerin kollektif bir şekilde sera gazı emisyonlarına neden olan fosil yakıt üretimlerini küresel ölçekte yıllık yüzde 6 azaltması gerektiği gerçeği ile karşı karşıyayız.

Yine “BM Çevre Programı” tarafından hazırlanan “Üretim Açığı Raporu”nun 2020 verilerine göre de dünyadaki toplam fosil yakıt üretimindeki düşüş seviyesi küresel ısınmayı 1,5°C sınırının altında tutmak için gereken seviyeye hiç de yakın değil. Dünyamızın fosil yakıt üretiminde yıllık yüzde 2’lik bir artışa doğru ilerlediği belirtilmektedir. Yerküremizde Fosil yakıtların yoğun bir şekilde kullanıldığı gelecek senaryolarında ise, önümüzdeki 20 yıl içerisinde sıcaklıkların 1 ila 1,5°C artabileceğini öngörülüyor. Bu durum, Paris Anlaşması’nda belirlenen sıcaklık artışı sınırlandırmasının 2050 yılından çok daha önce aşılması anlamına geliyor ki bu durum dünyamız için en kötü senaryolardan birisi olarak kabul edilebilir.

Son olarak Paris Anlaşması’na taraf olan ülkelerin temsilcilerini bir araya getiren ve Mısır’nın Şarm El-Şeyh şehrinde 2022 yılında gerçekleşen “COP27” iklim zirvesinin sonuçlarının kelimenin tam anlamıyla hayal kırıklığı yarattığını belirtilmekte fayda var. Özellikle Pandeminin tüm ülke ekonomilerine olumsuz etkilerinin de sonucuyla başta gelişmiş ülkelerin “ 1.5°C” hedefindeki eylemsizlikleri ve samimi olmayan yaklaşımlarına dikkat çekilen zirvede ortaya atılan bazı düşünceler ise; “1.5°C” hedefinin artık gerçekçi bir hedef olmadığını ve iklim değişikliğinin olası sarsıcı sonuçlarına karşı aksiyon ve yatırım planlarının şimdiden oluşturulması, mevcut finansal yapıların ise güçlendirilmesi hatta iklim değişikliğinden etkilenen yoksul ülkeler için zengin ülkelerin katkılarıyla bir fon oluşturulmasının gerekliliği gibi önlem paketlerinin gündeme geldiği belirtilmekte ve “1.5°C” hedefiyle ilgili gelinen son durum hakkında bizlere fikir vermektedir.

“3°C , Kötü Senaryo”

Biraz da kötü senaryodan bahsedelim yani Paris İklim anlaşmasının öngördüğü  “1,5°C”’ lik sıcaklık artışı hedefinin yakalanamadığı ve Küresel Sera gazı emisyon seviyesinin yaklaşık yüzde 75’inden sorumlu  olan “G20” ülkelerinin hedeflenen süre olan 2030 yılına kadar Paris iklim anlaşması kararlarından uzak bir yol haritası izlediğini  ve  yerküremizde sıcaklık artış hızının “3°C”ye ulaştığını hayal edelim ,böyle bir durumda karşılaşacağımız küresel risklerin sadece tahmin edilebilenleri şu şekilde raporlanmıştır;

*Aşırı hava olayları nedeniyle doğal afetlerin sıklıkla görülmesi ve dolayısıyla can ve mal kayıpları hızla artması.

*Biyolojik çeşitlilğin yok olması.

*Suya ve gıda kaynaklarına erişimde büyük sıkıntıların yaşanması  ve bu duruma bağlı olarak yeni salgın hastalıkların ve ölüm sayılarındaki artış.

*Kuraklık nedeniyle tarımsal üretimin yapılamaz hale gelmesi.

*Dünyadaki 410 milyon insan şiddetli kuraklık ile maruz kalması, tahmini 50 milyon insanın ise yaşam alanlarının deniz seviyesi artışından etkilenerek sular altında kalması ve küresel ölçekte iklim göçlerinin oluşması.

*Sıcak hava dalgaları sebebiyle kronik ve viral hastalıklara bağlı insanların hayatta kalma sürelerinin hızla düşmesi ve sağlık sitemlerinde görülebilecek krizler.

Sonuç

İklim değişikliğinin etkileri yukarıdaki satırlarda da belirtmeye çalıştığım gibi hiç şüphesiz sadece dünyamızdaki sıcaklıkların artışından ibaret değil; Kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı ve etkisindeki artış, okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında artışlar, buzulların erimesi gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin üzerindeki etkisinin yanı sıra sosyal ve ekonomik düzeyde geniş çaplı etki alanlarına sahip olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Küresel ısı artışının 21. yüzyılın sonuna kadar, sanayi öncesi döneme göre, 2 °C’ nin altında tutulması halinde, iklim krizinin en kötü etkilerinden kaçınılabileceği sıklıkla yayımlanan raporlarda ifade edilmektedir. Bu hedefin tutturulması için atmosferdeki karbondioksit/co2 oranının “450 ppm” seviyesini aşmaması gereğini de hatırlatmakta fayda var.

Peki mevcut politikalar, uygulamalar ve bakış açıları bu hedeflerin tutturulması açısından yeterli mi ? Cevap ne yazık ki, Hayır.

Dünya Bankasının raporuna göre karbondioksit emisyonlarının tüketiminin günümüzdeki artış hızıyla devam edildiği takdirde 2060 yılında ortalama sıcaklıklardaki artışın “4°C”yi bulacağı uyarısı yapılırken, bu artışın etkilerinin tüm dünyada çok çeşitli ve yıkıcı sonuçlara neden olacağı da vurgulanmaktadır.

“Eğer her ağaç Wi-Fi sağlayabilseydi, her yeri ağaçlandırmakla uğraşırdık”

21. yüzyılın en büyük zorluğu ile karşı karşıyayız ,”Sürdürülebilir” bir yaşam ve bize emanet olan dünyamızı koruyabilmek için biz insanoğlunun üzerindeki sorumluluk oldukça fazla.

Milyonlarca canlı türüyle beraber bir hayatı paylaştığımız ve insanlık tarihinin var olduğu yer olan gezegenimizden başka yuvamız en azından şimdilik yok. Küresel ısınma ve iklim değişikliği olgusunun ne kadar gerçek bir sorun olduğunun ötesinde, sorunun ne kadar hızlı büyüdüğünü anlamakla ve anlatmakla belki de işe başlamalıyız, daha fazla geç kalmamak için.. Yazımızın giriş paragrafında da belirtmeye çalıştığım gibi iklim değişikliğini önleyebilecek son kuşak belki de şuan bu yazıyı okumakta olan “bizleriz”. Banki Moon’un iklim değişikliği konulu distopik hikayesinde dünyamız ve biz insanoğlunun iklim değişikliği kaynaklı adeta bir yok oluşla karşı karşıya olduğu senaryosu işlenmektedir. İşte tam da bu nedenle “sürdürülebilir” bir ekosistem için “wifi/internet sağlayıcı” sistemlerinden çok daha fazla hiç şüphesiz ağaçlara, ormanlara, doğal yaşam alanlarına ve kaynaklarına ihtiyacımız olduğu gerçeğini bir an evvel idrak etmeli ve aşağıdaki satırlarda kalın puntolarla  geçen meşhur sözü yaşayarak deneyimleme-mek için dünyamız ve kendi geleceğimizi düşünerek doğru tercihler yaparak sorumluluğu üstlenmeliyiz;

Son ağaç kesildiğinde, son balık yendiğinde, son nehir zehirlendiğinde, ancak o zaman paranın yenemeyeceğini anlamış olacağız

Referans Kaynaklar:

https://www.wwf.org.tr/

https://www.reinsurancene.ws/cop-27-global-re-insurers-call-for-action-to-reduce-impacts-of-climate-change/

https://wannart.com/icerik/33935-dunya-distopyasi

https://www.plumemag.com/dunya-icin-kritik-esik-1-5-derece-nedir/

https://www.ipcc.ch/

https://tr.euronews.com/

https://www.mfa.gov.tr/sub.tr.mfa?6f41190c-6742-405a-9e5a-784385301607

https://www.deloitte.com/global/en/about/story/impact/sustainability-and-climate.html

Sağlıcakla kalın

Aydın Edinçgil

Aydın Edinçgiliklim değişikliğiküresel ısınmasürdürülebilir yaşamyerküre ısınması
Yorumlar (0)
Yorum Ekle