Her yıl olduğu gibi, Türkiye hazırlamış olduğu ulusal sera gazı envanterini Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sekretaryası’na teslim etti ve ilgili iki rapor sekreterya internet sayfasında 15 Nisan tarihinde yayınlandı. İletilen verilere göre, Türkiye 2012 yılında 2011’e göre atmosfere yüzde 3.7 , 1990 yılına göre de yüzde 133.4 oranında daha fazla sera gazı saldı.
Böylece, iklim değişikliğini durdurmak için emisyonları 2020’de 1990 yılına göre yüzde 25-40 mertebesinde azaltma hedefine karşı güçlü fosil yakıt politikasını sürdürdü. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli-IPCC’nin 2007’de yayınlamış olduğu 4. Değerlendirme Raporu’nda yer alan uyarıları kenara bıraktığı gibi, bugünlerde parça parça yayınlanan 5. Değerlendirme Raporu’nda önceki rapora göre daha kesinleşmiş ifadelerin de ülke politikalarında yeri olmadığını ortaya koydu.
Ancak Türkiye’nin teslim etmiş olduğu CRF (Ortak Raporlama Formatı) ve NIR (Ulusal Envanter Raporu) bundan çok daha fazlasını anlatıyor.
Envanter Raporları Ne Anlatır?
“Nitekim kuraklığın yoğun olduğu 2007 yılında hidroelektrik enerji eksikliği doğalgaz ve kömür santrallerine yüklenilerek geçiştirilmiş. Bu bile aslında herhangi bir iklimsel olaya karşı ne kadar hazırlıksız olduğumuzun bir göstergesi.”
2007 Yılı Envanter Değerlendirmesi, O.Algedik
Sekreterya’ya iletilen raporlar IPCC’nin yöntemlerine göre hazırlanır ve genel olarak ülkenin iklim karnesini ortaya koyar. İklim karnesi dikkatli incelendiğinde, yöntem ve arka plan irdelenerek güncel politikalar ile ilişkileri kurulduğunda iklim değişikliği politikaları dışında pek çok noktayı görebilirsiniz. 2007 yılında yaşanılan kuraklığın etkisi ve enerji politikalarına yansımasını bildiğinizde 2014 kuraklığı ile politikaların aynen devam ettiği öngörebilir, ekonomik bir pazar çalışması yaptığınızda düşük karbon ekonomisinin değil, yüksek karbon ekonomisinin Türkiye’de çalıştığını anlayabilirsiniz. Hatta, yükselen sektörleri, iklim değişikliğine vatandaşa çözümün sunulmadığını, geleceğin ne tür senaryolar doğurabileceğini de anlayabilirsiniz.
Envanter Raporları Ne Kadar Doğru?
Teslim edilen envanter raporları, IPCC’nin metotlarına uygun hazırlanır ve her sene bir uzman grubu tarafından gözden geçirilir. Şimdiye kadar Türkiye’nin teslim ettiği envantere dair uzman raporlarında bir dizi uyarı yer aldı.
Raporlamanın kalitesi açısından bazı göstergeler yer almaktadır. Örneğin envanterin dörtte üçünü kapsayan yakıt kullanımı, sektörel ve referans yaklaşım ile hesaplanır iki yaklaşımın aynı sonucu vermesi beklenir. Burada da metot kaynaklı yüzde 2’lik bir sapmaya da izin verilir. Farkın fazla olması durumunda ise bir açıklama yapılması, bunun kaynağının raporlanması gerekir. Türkiye’nin bu sene verdiği raporda fark ise, şimdiye kadar verdiği raporların arasında en kötüsü sayılabilecek olan, yüzde 9.23 gibi yüksek bir farka sahiptir.
Bu örnekleri derinleştirmek mümkün. Ama asıl önemlisi raporu ne kadar referans alacağımız. Raporda verilen yüzlerce rakamın kendi iç tutarlılığı dikkate alındığında, elmaları elmalarla, armutları armutlarla karşılaştırdığınızda, doğru bir yöntemle okunan rapor geçmişi ve geleceği anlatacak bir dizi veri ortaya koyacaktır.
2012’de Ne Oldu?
Türkiye 1990 yılına göre 2011’de sera gazı emisyonlarını yüzde 125.1 arttırmıştı. 2012’de süren yüksek karbon ekonomisi ile bu artışı yüzde 133.4’e çıkardı (Grafik-1).
Böylece, 1990-2001 arası yüzde 3.7 seviyesinde olan ortalama artış, 2001-2012 arası yüzde 4.3 gibi oldukça yüksek bir artış seyrine çıkmış oldu. 1990 yılında 188.43 milyon ton olan sera gazı emisyonu böylece 2012’de 439.87 milyon tona ulaştı. Bilim dünyası iklim değişikliği durdurmak için kişi başı salımların 2 ton seviyesini çekilmesini önerirken, Türkiye bu hedefe denk gelen toplam salımlar ile olan makası daha da büyüttü (Grafik-2).
Emisyonların temel sektörlere dağılımına bakıldığında yüzde 70’inin enerji kaynaklı olduğu, yüzde 14 ile sanayinin ikinci büyük paya sahip olduğu, yüzde 8 pay ile tarım ve yüzde 4 pay ile atık sektörünün takip ettiği envanterden anlaşılmaktadır (Grafik-3).
Artışın kaynağına anlamak için temel sektörler baktığımızda, bütün sektörlerde artış olduğunu görüyoruz. 7.3 milyon ton artış ile enerji sektörü başı çekerken, sanayi sektöründe 4.2 milyon ton artışı tarım ve atık sektörü takip ediyor (Grafik-4)
Kim arttırdı?
Genel analizden sonra, artışın temel kaynağını ve temel kaynak ile politikaların bağlantısını kurmak 2012 yılını anlamak açısından faydalı olacaktır. Şimdiye kadar sadece sera gazı üstünden yaptığımız hesaplamaları bu bölümden itibaren sadece karbondioksit üstünden yaparak kendi içinde karşılaştıracağız.
7,3 milyon ton olan toplam sera gazı emisyonundaki artış ve yüzde 70 pay ile enerji en belirleyici sektör durumunda. Enerji sektörünün altında enerji kullanan sektörlerin kırılımı yapıldığında bir kısmında azaltım, bir kısmında ise artış görülüyor. Diğer sera gazlarını dikkate almadan baktığımızda, artan ve azaltanlar toplandığında 6,9 milyon ton daha fazla karbondioksit’in atmosfere salındığını görüyoruz.
Bu artışta 2 önemli kalem var ki politikanın envanterde ne kadar belirleyici olduğunu ortaya koyuyor.
Karayolu taşımacılığında kullanılan petrol nedeniyle salımlar 2012 yılında 2011’e göre yüzde 33.8 artarak 41.47 milyon ton’dan 61.24 milyon tona çıkarak tarihi bir rekor kırdı. 14 milyon ton karbon dioksitin daha fazla salındığı 2012, duble yollar, kent içi otoyollar, azalan toplu taşıma politikalarının ne nedenli iklimi değiştiren politikalar olduğunu 2012 envanteri ile gözler önüne serdi. 2012 yılında yakılan dizel yakıttan kaynaklanan karbondioksit, linyit yakararak elektrik üreten santrallerin atmosfere saldığı karbondioksit miktarını 2012 yılında geçti.
Konutlarda ısınma ve yemek pişirme amaçlı olarak kullanılan fosil yakıtlardaki artış ise bir önceki yıla göre yüzde 17.6 oranında gerçekleşti. Fuel-oil gibi sıvı yakıt kullanımı -arz payına rağmen- ciddi oranda düşerken, doğal gaz ise pahalı bir yakıt olması nedeniyle yüzde 4 oranında daha az kullanıldı. Artışın amiral gemisi ise kömür oldu. 2012 yılında konutlarda, 11.6 milyon daha fazla kömür kaynaklı karbondioksit atmosfere verilirken, yıllık artış yüzde 42 olarak gerçekleşti. Böylelikle, doksanlı yıllardan itibaren azalan kömür kullanımı kentlerin havası değişirken, 2002’den itibaren tekrar yükselişe geçerek konutlarda ana yakıt malzemesi olarak doğal gazın tahtına oturdu.
Böylesi bir artışın kaynaklarını anlamak için enerji kullanımı olarak konut sektörünü incelemek gerekmektedir. 1990’lı yıllarda kişi başına bir birim fosil yakıt yakılarak konutlarda enerji ihtiyacı karşılanırken, karşılığında bir birim karbondioksit emisyonu ortaya çıkıyordu. Bu değer, 1990-2002 arası hemen hemen mevsimsel değişiklikler dışında aynı kaldı ve 2012 yılında kişi başına düşen enerji tüketimi ve karbondioksit emisyonu iki katına çıktı.
Burada iki sorun alanı karşımıza çıkmakta. İlki kentleşme politikaları. Daha geniş evler, daha verimsiz konut sistemleri ile yaşadığımız binalar daha fazla enerji tüketen birimlere dönüştü. Burada rezidansların, TOKİ’nin yaptığı binaların rolünü unutmamak gerekiyor. Ayrıca kat mülkiyeti kanununda yapılan değişiklik ile 2007’den itibaren merkezi ısıtma sistemlerinden bireysel ısıtmaya geçiş ciddi bir kırılma noktası oldu.
İkincisi ise doğal gaz fiyat politikası. Doğal gaz fiyatlarının oldukça yüksek olması, bireysel kullanıcıları kombi yerine soba yakmaya zorladı. 2007 öncesi merkezi ısıtmaya sahip konutlar kanunun yarattığı fırsatla kombiye geçti ama bu süreçte de faturalar pahalı gelmeye başlayınca kömür kullanımına dönmeye başladı.
Kentsel dönüşüm ve 3. Havalimanı?
Kentsel dönüşüm adıyla bugün pek çok konut ömrü bitmeden yıkılırken, yeni betonarme konutlar için ciddi bir çimento kullanımı söz konusu. Taksim meydanı bile betonlaşırken, envanterde bu politikaların iklime olan sonuçlarını da görmek mümkün. 1,4 milyon tonu çimento sektörünün enerji ihtiyacından, 2.6 milyon tonu çimento üretiminde kullanılan işlemlerden kaynaklı olmak üzere sektörde toplam 4.1 milyon ton karbondioksit emisyonu artışı gerçekleşti. Yıllık artış yüzde 8 oldu.
Havacılık sektörü de iklim açısından gün geçtikçe tehlikeli hale gelmeye 2012 yılında da devam etti. Yurt içi uçuşlar kaynaklı yüzde 12 daha fazla karbondioksit 2012’de atmosfere salındı. Uluslararası uçuşlar için verile yakıtlar ise- envanter toplamına etki etmese de- yüzde 5’lik bir artış gösterdi.
2012 Kömür Yılı Başarılı oldu mu?
Enerji Bakanlığı tarafından 2012 yılı kömür yılı ilan edilmiş, elektrik üretiminde kömür yatırımlarına dair bir dizi destek açıklanmıştı. 2012 yılında program başarısını gösterdi ve petrol ve doğalgaz’dan kaynaklı salımlar az miktarda azaldı. Buna karşılık, 2011’de 66.2 milyon ton olan kömür kaynaklı karbondioksit emisyonu 2.5 milyon ton artarak 2012’de 68.7 milyon tona ulaştı.
Sonuç olarak
1992’de müzakere edilen İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 2004’de, 1997’de müzakere edilen Kyoto Protokolü’ne 2009’da katılan Türkiye, 2009’da görüşülen Kopenhag Uzlaşması sonucunda hiçbir azaltım hedefi vermedi. 2012 envanteri Türkiye’nin uluslararası düzeyde olduğu gibi ulusal düzeyde de hiçbir adım atmadığı gibi, iklimi değiştirmek için bütün araçları ekonomi adına kullanacağını ortaya koyuyor. Bu haliyle son envanter Türkiye’nin “yüksek karbon ekonomisi” merkezli politikayı tercih ettiğini ortaya koyuyor. Sonucunda da, doğa tahribatına yol açan inşaat, enerji ve ulaşım politikalarındaki gelişmeler iklimi de değiştiren sera gazı emisyonlarına hızla ve şiddetle yansıyor.
Türkiye’nin 2012 yılında gerçekleştirdiği faaliyetleri atmosfere saldığı sera gazları üstünden anlatmaya çalıştık. Bunu yaparken de yüzdeler üstünden tanımlamayı daha anlaşılır kılmak için tercih ettik. 1990 yılına göre yüzde 25-40 azaltım yapılması gereken noktada tek bir yılda kara yolu taşımacılığında yüzde 33.8, toplamda ise yüzde 3.7 artış yapmasının yaşamsal karşılığı dikkate alınmak zorunda. 2012 yılı sera gazı envanter raporları, Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda yapılmaması gereken her şeyi yaptığını gösteriyor.
Yazan: Önder Algedik
Kaynak: Yeşil Ekonomi