İZODER (Isı Su Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği) Yönetim Kurulu Başkanı Emrullah Eruslu, “17 Ağustos’ta her yıl depremin yarattığı büyük yıkımı hatırlıyor, önlemler konusuna dikkat çekmeye çalışıyoruz. Depremin yol açtığı yıkımların en önemli nedenlerinden birinin yapının taşıma gücünü etkileyen korozyon olduğu bir gerçek. Bir yapının ana unsurları olan demir ve betonu, suyun olumsuz etkilerinden yalıtımla koruyarak binalarımızı depremin etkilerine karşı güçlü hale getirmeliyiz. Mevcut binalarımızın depreme dayanıklılığı konusunda endişe duyuyor, güvenli ve sağlıklı binalara sahip olmak için kentsel dönüşümü fırsat olarak görüyoruz.” dedi.
Ülkemizdeki yapı stoğunun çok büyük bir bölümünün betonarme yapılardan oluştuğunu belirten Emrullah Eruslu, “Betonarme yapı sistemlerinin en zayıf noktalardan biri suya karşı olan hassasiyetleridir. Yağmur, kar, yeraltı suları, zeminde yer alan nem, mutfak, banyo, tuvalet gibi ıslak hacimlerdeki su kaçakları, binanın inşa edildiği zeminde bulunan basınçlı veya basınçsız yeraltı suları nedeniyle binalar sürekli olarak suya maruz kalabiliyor. Suyun taşıyıcı yapı elemanlarına nüfuz etmesi durumda özellikle betonun içindeki demirin paslanmasıyla başlayan ‘korozyon’ yapının yük taşıma kapasitesini azaltıyor. Betonarme yapıların sağlıklı bir şekilde tasarım ömürleri süresince işlevlerini sürdürebilmesi için yapının tamamının standartlara uygun şekilde ısı ve su yalıtımı ile korozyondan korunması gerekiyor.” şeklinde konuştu.
Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şakir Erdoğdu’nun donatı ve korozyon ilişkisini ortaya koyan araştırmasını hatırlatan Emrullah Eruslu, sözlerine şöyle devam etti: “Bu araştırma binalarımızı bekleyen korkunç tehlikeyi gözler önüne seriyor. Suya maruz kalan bir donatı, taşıma kapasitesinin 5 yılın sonunda % 50’sini, 15 yılın sonunda % 90’ını, 24 yılın sonunda ise tamamını kaybettiğini ortaya koyuyor. Donatı korozyonu, deprem veya herhangi bir dış etki olmaksızın belirli süre sonra yapıların çökmesine yol açabiliyor. Bu durum da maalesef ülkemizin yabancı olmadığı bir gerçeklik. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Hasar Tespit Komisyonu tarafından yapılan incelemeler sonucunda, yüzde 79’u hasarlı bulunan 55.651 konut ve işyerinin % 64’ünde korozyon tespit edilmişti.”
Deprem değil bina öldürür, ihmal öldürür
Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu unutmamız gerektiğini vurgulayan Eruslu, “Yaşanan her depremin ardından aynı şeyleri konuşuyoruz. ‘Deprem değil, bina öldürür, ihmal öldürür’ diyoruz. Bina yalıtımlarının ve güçlendirilmesinin ne kadar önemli olduğuna, yapısal yetersizliklere dikkat çekiyoruz. Binalarımız için hayati önem taşıyan Binalarda Su Yalıtımı Yönetmeliği’nin sadece 4 yıl önce yürürlüğe girmesi, deprem kuşağında yer alan ülkemizde, binalarımızı korumakta geciktiğimizi işaret ediyor. Ülkemiz nüfusunun % 95’i çeşitli derecelerde deprem kuşağı üzerinde yaşıyor. Yeni inşa edilecek yapıların uzun yıllar boyunca dayanıklılığını korumasını sağlamalıyız. Zemin etüdünün yapılması, yapının tekniğine uygun olarak tasarlanması, iç ve dış etkenlerden yalıtım ile korunması gerekiyor. Yapıların suya maruz kalması engellenemez ancak su yalıtımıyla suyun yapılara nüfuz etmesi, zarar vermesi engellenebilir. Binanın doğrudan suya maruz kalan çatı, temel, ıslak hacim gibi bölgelerinde uygulanacak su yalıtımı ve halk arasında terleme olarak bilinen yoğuşmayı önleyen ısı yalıtımı uygulamalarının doğru ve eksiksiz yapılması büyük önem taşıyor. Betonarme yapılarımızı su yalıtımı ile koruyamadığımız için bugün 30 yıllık binalar ömrünü tamamlamış olarak görülüyor. Oysa asgaride 80-100 yıl gibi bir süre için inşa edilen binalarımız korozyon etkisine karşı korunmuş olmalı. Geç de olsa bu yönetmeliğin hayata geçmesi, yeni yapılacak binaların uzun ömürlü olmasını sağlayacaktır.” ifadelerini kullandı.
Yalıtım maliyeti sanıldığı gibi yüksek değil
Su yalıtımı maliyetinin sanıldığı kadar yüksek olmadığını belirten Emrullah Eruslu, “Bugün yeni inşa edilen bir binada su yalıtımı uygulamalarının maliyeti toplam bina maliyetinin yüzde 3 ila yüzde 4 üne tekabül eder. Mevcut binalarda elbette bu maliyet biraz daha artıyor. Arazi yapısı, binanın zemini gibi başka faktörler de devreye giriyor. Ancak yine de inşaatın geneline göre yüksek maliyetler söz konusu değil. Su yalıtımı yapılmamış, dolayısıyla korozyona uğramış binaların depremden olumsuz etkilenmesi ise ne yazık ki can güvenliği ve mal güvenliği açısından maddi olarak ölçülemeyecek ağır sonuçlar doğuruyor” dedi.
Kentsel Dönüşüm fırsatı kaçırılmamalı
Türkiye’de mevcut bina stokunun % 80’e yakınının 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nden önce, geri kalanının ise 2000-2022 arası inşa edildiğine dikkat çeken Emrullah Eruslu, “Binalarda Su Yalıtımı Yönetmeliği’nin yürürlüğe girdiği 01 Haziran 2018’den itibaren inşa edilen ve zorunlu olarak su yalıtımı yapılan bina sayısı toplam yapı stokunun sadece % 1.5-2’sini oluşturuyor. Toplam 9.8 milyon bina, 22 milyonun üzerinde konutun bulunduğu ülkemizde bu oranlar, güvenli bina sayısı konusunda maalesef istediğimiz noktada olmadığımızı gösteriyor. Bugün su yalıtımı ile donatılmış güvenli ve nitelikli binaların inşa edilmesinde kentsel dönüşüm büyük bir fırsat sunuyor. Kentsel dönüşüm sürecinde inşa edilecek yeni binalarda yalıtım uygulamalarının eksiksiz olarak yerine getirilmesi ile uzun ömürlü, sağlıklı, enerji verimli, çevreye duyarlı yapılaşma yapmak mümkün. Etkin sonuçlar elde etmek için, ‘doğru malzeme’, ‘doğru detay’ ve ‘belgelendirilmiş çalışan’ üçgenin eksiksiz çalıştırılması ve denetlenmesi sağlanmalı. İnşaatın tüm aşamalarında denetim mekanizmaları etkin hale geldikçe, toplum olarak daha uzun ömürlü, güvenli ve sağlıklı binalara sahip olacağız. İZODER’in öncülüğünde, yalıtım sektörünün katkıları ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın destekleri ile hazırlanan www.izoder.org.tr yayınlanan ‘Su Yalıtım Yönetmeliği Kılavuzu’ bu konuyla ilgilenenler için önemli bir yol gösterici niteliğindedir.” dedi.