Kategori : ENERJİ GÜNDEMİ, ENERJİ VERİMLİLİĞİ - Tarih : 08 Mart 2013
Enerji Verimliliği Derneği’nin yeni yönetimini oluşturmasını kutluyor ve başarılar diliyorum. Yönetim Kurulu üyelerinin sektörlerinin seçkin insanlarından oluştuğunu görmek, gelecekte yapılacak çalışmalar için beni umutlandırdı. Ancak, enerji verimliliği konusunda, küresel gelişmeleri yakından takip eden biri olarak Türkiye’deki çabalar bana o kadar yetersiz ve derinliksiz geliyor ki, derneğin yeni yönetim kurulu çok geniş ve çok iyi hazırlanmış bir Arama Konferansı yaparak bu konuya yeni ve güçlü bir yaklaşım getiremedikçe, iyi niyetli çabalarının Türkiye’de beklenen dönüşümü sağlayacağından kuşku duyuyorum.
Önümüzdeki temel soru aslında çok basittir: Geçmişte “Sanayi Devrimini kaçırmış Türkiye, kendisini “Rekabetçi Düşük Karbon Ekonomisi”ne dönüştürebilecek midir? Dış pazarlara ürün satan firmalarımız, giderek zorlaştırılan çevre ve karbon ayak izi kriterlerine uymak zorunda olduklarından, kaçınılmaz olarak enerji verimliliğine odaklanmakta ve düşük enerji tüketimli ürünleri üreterek küresel rekabete girmekte başarılı olmaktadır. Ancak bu olumlu durum, “enerji yoğunluğu” açısından dünyanın en kötü örneklerinden biri olan Türkiye gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu kırık notu daha da olumsuz yapan husus ise, Türkiye’nin temel enerji ihtiyacının çok büyük kısmını büyük cari açıklar vererek ithalatla karşılamakta olmasıdır.
Başta TÜSİAD olmak üzere iş dünyamızın egemenleri, uzun süre Kyoto ve benzeri Çevre konferanslarında karbon emisyonu konusunda Türkiye’ye kota konulmamasını neredeyse bir zafer olarak sunmuşlardır. Türkiye’nin uluslar arası rekabette kendi ayağına kurşun sıkması zaten düşünülemez. Ancak bu yaklaşımın dozu o kadar kötü ayarlandı ki, biz kendimizi hangi konumda olduğu belli olmayan deve ile kuş arası bir yerde bulduk.
Halbuki, Türkiye’nin geleceğinin, kendisini düşük karbon ekonomisine “olabilecek en kısa zamanda” uyarlamasından geçtiği üzerine oturtulmuş bir “partiler üstü vizyon” üzerinde olduğu görülseydi, bu gün dünyaya örnek olan bir ülkeden bahsediyor olurduk. 1970 li yılların adeta bir köylü toplumu olan Danimarka 1973 petrol krizinden sonra izlediği akıl dolu dönüşüm süreci incelendiğinde, yenilenebilir enerji, rekabetçi enerji verimliliği, atık dönüşüm ve kazanımı, enerji yoğunluğunda hangi noktalara ulaşılacağında, ülkemiz için de rehber olacak harika bir örnek buluruz.
Ben, petrol zengini Arap ülkelerinde bile, sıfır karbon emisyonlu yeni kentler kurulmakta iken, Türkiye’mizde çok daha başarılı dönüşümlerin olacağına inancımı sürdürüyorum. Ancak görebildiğim kadarıyla, enerji verimliliğindeki en temel sorun, “strateji belgesi” olarak ortada dolaşan temel belgenin derleme ve popülist ve ayağı gerçeklere basmayan yapısıdır. Bunun üzerine inşa edilecek politikalar, bazı kozmetik iyileşmelere neden olur ama, Türkiye’yi düşük karbon ekonomisine dönüştüremez.
Sonuç olarak, Enerji Verimliliği Derneğinin yeni yönetiminin kadınlarımızı hedef alan olumlu girişimini takdir etmekle birlikte, gerçek önceliğin, doğru bir stratejik vizyona odaklanmaktan geçtiğine inanıyorum.
Başarı dileklerimle ve saygılarımla…
Mustafa Özbey
Erciyas Çelik Boru Aş. Yönetim Kurulu Üyesi