Kategori : ENERJİ GÜNDEMİ, NÜKLEER ENERJİ - Tarih : 19 Mart 2013
Nükleer enerjinin prensibi, zenginleştirilmiş uranyumun atomlarını kontrollü bir şekilde parçalayarak çıkan yüksek enerji ile elektrik üretimine dayanır. Uranyum atomlarına dışarıdan kontrollu bir şekilde nötron bombardımanı yapılır, bozulan her bir atomdan ayrılan nötronlar komşu atoma saldırır ve bu nötron tutucu özel mekanizmayla durdurulana kadar zincirleme reaksiyon olarak devam eder.
Uranyumun zenginleştirilmesi işlemi başlı başına bir iştir. Tarihçesine bakarsak bunda ilk olarak amaçlanan enerji üretimi değil, en ölümcül silahlardan biri olan atom bombasını üretebilmekti. İkinci dünya savaşını müteakiben uranyum zenginleştirmesini enerji üretmede kullanmaya başlayan o zamanki Sovyetler Birliği ve ABD, peş peşe tesisler açarak (1954-56), aslında bir silah olan zenginleştirilmiş uranyumu kesintisiz enerji kaynağı olarak kullanmaya başladı.
Manhattan Projesi ve Dullar Köyü…
Amerika, İngiltere ve Kanada 1939 yılında, atom bombası için gerekli olan zenginleştirilmiş uranuyumu üretebilmek için güç birliği yaparak, 2 milyar dolar bütçe ile bir projeye başladı (şu an 130 milyar dolar). Manhattan Projesi.. Trajik hikayelerle dolu bu proje kapsamında ilk atom bombası (Trinity) deneme amaçlı New Mexico çöllerine , daha sonra da bilindiği üzere 2. Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagazaki’ye atıldı.
Uranyum radyoaktif bir element olduğu için çıkarılmasında da özel tedbirler almak gerekmekteydi.
O dönemde de radyoaktiviteden korunma imkanları olmasına rağmen, işçi olarak maden ocağında çalıştırılan Deline Kabilesi’nin kızılderilileri açıkça ölüme terk edildi. Projenin en trajik hikayelerinden biridir Dullar Köyü. Bugunkü şartlarda kabul edilmesi zor görülse de, yerlilerin ikinci sınıf sayıldığı o dönemde, maden ocağında hiç bir önlem almadan, ölümcül olduğunu bile bile, bez çuvallarla uranyum cevheri taşıttırılan yerlilerin tamamı 20 yıl içinde ölmüş, Deline köyünde erkek kalmadığı için de bu köye “Dullar Köyü” adı verilmiştir. (1940- 1960) Merak edenler için bu konuda tavsiye edebileceğim bir belgesel de var: “Village of Widows- Peter Blow”.
Nükleer tesisler ve günümüz
Kısaca nükleer enerjinin çıkış noktasına baktıktan sonra günümüze gelirsek, Amerika 104 reaktörle dünyanın en fazla nükleer enerji tesisine sahip ülkesidir. Hal böyle olsa da, ülkelerin coğrafi büyüklükleri göz önüne alındığında –elektrik üretimindeki oranla- 59 reaktörlü Fransa’nın ardından ikinci sıradadır. Amerika elektrik üretiminin yüzde 19′unu nükleerden sağlarken Fransa’da bu oran yüzde 75′in üzerindedir. Kazalarına ve atıklarına bir sonraki yazımda değineceğim nükleer enerji, inanması zor olsa da çevre yönünden en temiz enerji kaynağıdır. Dünya turizminin merkezi olan New York ve Paris’in nükleer enerji santralleriyle çevrili olduğunu bir çok insan bilmez. Sadece New York’ta 6 adet aktif reaktör bulunmaktadır.
Ülkeler bazında bakarsak nükleerde büyük güç olan ülkeler;
Amerika – Aktif -103- İnşaatı devam eden 32
Fransa – Aktif -59 -İnşaatı devam eden 2
Japonya – Aktif -55- İnşaatı devam eden 14
Rusya – Aktif -31- İnşaatı devam eden 35
Kanada – Aktif -18- İnşaatı devam eden 10
İngiltere – Aktif -18- İnşaatı devam eden 4
Hindistan – Aktif -17- İnşaatı devam eden 25
Almanya – Aktif -17- İnşaatı devam eden 0
Çin – Aktif -11- İnşaatı devam eden 121
Bu listede en çok dikkati çeken iki ülke Almanya ve Çin. Alternatif enerjide önemli bir yol kaydeden Almanya, eğer önümüzdeki yıllarda politikasını değiştirmezse 2022 yılına kadar tüm nükleer enerji tesislerini kapatmayı planlıyor. Bu yüzden de yeni tesis inşaası yok. Almanya’nın günümüzdeki elektrik üretiminin %32′si nükleer enerjiden. Diğer yandan da her alanda dev atılımlar yapan Çin’de 121 adet tesis inşaası var. Şu an kullandığı elektriğin %2′sini nükleerden sağlayan Çin’de, tesisler bittiğinde bu oran %26 olacak. Kaya gazında da Amerika’nın en büyük rakibi olacak Çin bu gidişle nükleer enerjide de Amerika’ya kafa tutacak gibi görülüyor.
Bölgemiz ve Türkiye
Dünya ile rekabet etme ve ekonomide ilk 10 ülke arasına girme hedefi koyan Türkiye için nükleer enerjinin önemi ortadır. Doğal kaynak fakirliği açısından Türkiye’ye çok benzeyen Fransa’yı incelediğimizde bu durum kolayca anlaşılıyor. Fransa, kullandığı petrolün %99′unu, doğalgazın da %97′sini ithal ediyor. Neredeyse Türkiye ile aynı. Ama genel enerji ithal bağımlılığına baktığımızda fark ortaya çıkıyor. Fransa’da bu oran %50′nin altındayken, Türkiye’de %75 civarındadır.
Kapı komşumuz Ermenistan’da 1 ve Bulgaristan’da 2 adet nükleer tesis bulunmaktadır. Ermenistan ikinci tesisin inşaasını prograna alınmıştır. Bahsi geçen ülkeler dışında Avrupa’daki kurulu reaktörlere bakacak olursak,
İsveç’te 10,
İspanya’da 8,
Belçika’da 7,
Çek Cumhuriyeti’nde 6,
İsviçre’de 5,
Finlandiya, Macaristan ve Slovakya’da 4,
Litvanya ve Hollanda’da 1..
Nüfus ve coğrafi açıdan bir çoğu Türkiye’den küçük olan Avrupa ülkelerinin durumu ortada. Bir yandan bu ülkelerle rekabet etmeye çalışırken diğer yandan da nükleere karşı çıkmanın devletin siyasi ve stratejik politikasına ters düşeceği açık. Türkiye şimdilik 2 nükleer tesis projesi açıkladı. İlki Rusya ile 2010′da yaptığımız anlaşma ile Akkuyu’da kuruluyor, alt yapı çalışmaları başladı. İkinci tesisin ise Sinop’ta kurulması planlanıyor. Toplam kapasite 10.000 MW olacak.
Dünyada hali hazırda 439 kurulu reaktör varken, nükleer enerjiyi programına almayan sadece 5 ülke var. Avustralya, Yeni Zelanda, Portekiz, Norveç ve İrlanda. Bu 5 ülke dışındaki tüm ülkelerde –yönetim zaafiyeti yoksa, ya nükleer tesis var, ya da planlama ve inşaat aşamasında.
Hal böyleyken büyüme hedefini ortaya koyan Türkiye’nin, daha önceki kazalardan ders çıkararak kuracağı modern nükleer tesisten korkmak yerine, kapı komşusu Ermenistan’da hali hazırda kurulu olan 1980 model ve teknolojik olarak da eski olan nükleer reaktörde herhangi bir kaza olmaması için dua etmesi gerekiyor. Ya da Bulgaristan’daki 1987 model tesis için…
Kaynak: Enerji Enstitüsü