Kategori : ENERJİ GÜNDEMİ - Tarih : 25 Haziran 2014
Türkiye, 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da tarihinin en büyük maden kazasını yaşadı. 17 Mayıs’ta kurtarma çalışmaları sona erdiğinde, karbonmonoksit zehirlenmesi sonucunda yeraltında hayatını kaybeden madencilerimizin sayısı 301′e yükselmişti.
Facianın hemen ardından öncelikle kurtarma çalışmalarının, sonrasında da iş ve işçi güvenliğine yönelik mevzuat ve uygulamaların gündemde olması gerekiyordu. Soma’daki kazanın üzerinden bir ay geçti. Böylesi bir felaketin ardından, daha büyük resme bakmanın ve Türkiye’nin enerji politikalarını masaya yatırmanın zamanı geldi.
Ülkemizin enerji politikasına dair ana hedefleri açık ve net bir şekilde belirlenmiş durumda: Her yıl artan talebi kesintisiz karşılayabilmek ve başta doğalgaz olmak üzere ithal kaynaklara olan bağımlılığı kırabilmek. Bu hedefleri yakalayabilmek için 2009 tarihli Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Stratejik Belgesi’yle, 2023 yılına kadar ülke içerisindeki tüm linyit ve taşkömürü kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amacıyla değerlendirilmesi hedefleniyor. Enerji Bakanlığı, bugün elektriğimizin %27′sini kömürden üretirken 2030 yılında bu oranın %31′e çıkmasını, bu bağlamda kömür kullanımının ise 3′e katlanmasını öngörüyor. Bu çerçevede, kömür madenciliği ve kömürden elektrik üretmeye yönelik yatırımlar, Ekonomi Bakanlığı tarafından en yüksek ikinci seviye olan 5. bölge teşvikleriyle destekleniyor.
Bugün itibarıyla kömüre dayalı elektrik enerjisi kurulu gücünün 12.500 MW civarında olduğu ülkemizde, toplam 32.000 MW kurulu güce sahip 50 civarında kömüre dayalı termik santral projesi ön lisans, lisans, ÇED ya da inşaat aşamasında. Ülkemiz kömür rezervlerinin %90′ını meydana getiren linyit rezevlerimizin hepsini kullandığımız takdirde, linyite dayalı kurulu gücümüzün 22.000 MW’e çıkacağı ifade ediliyor Enerji Bakanlığı tarafından. Basit aritmetik gösteriyor ki, hâlihazırdaki lisans başvurularıyla 45.000 MW kurulu güce ulaşabilecek kömür filomuzun en azından yarısı ithal kömürle çalışacak.
Yerli veya ithal olması fark etmiyor. Kömür, gerek hava kirliliği, gerekse iklim değişikliğinin ana nedeni olan sera gazı emisyonları açısından en kirli fosil yakıt. HEAL isimli sivil toplum platformunun Avrupa çapında hazırladığı rapora göre, elektrik üretiminde kömür kullanılması sonucu ortaya çıkan sağlık sorunlarının 2009 yılı için ülkemize maliyeti 2,5 ila 6,7 milyar Euro civarında. Yurt içi gelirimizin %1′ini kömür kullanımı kaynaklı hastalıklara harcamışız. Bu oldukça yüksek bir rakam.
1901-2010 yılları arasında küresel sıcaklıklar ortalama 0,9°C arttı. Bilim insanları, bu artışın kesin olarak insan faaliyetlerinden kaynaklandığını söylüyor ve ekliyor: “21. yüzyılın sonuna doğru sıcaklıklardaki artış 4,5°C’yi geçebilir.” Ülkemizde görülecek sıcaklık artışının, bu düzeyi de aşması öngörülüyor. İklim değişikliğiyle mücadelenin başarıya ulaşması için enerji sektörünün en başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan arındırılması gerekiyor ve bu tezleri sadece çevreciler savunuyor değil. Uluslararası Enerji Ajansı, iklim değişikliğiyle mücadele için dünyadaki bilinen fosil yakıt rezervlerinin üçte ikisinin yer altında bırakılması gerektiğini söylüyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin nisan ayında yayımladığı, 195 ülkeyle beraber Türkiye’nin de altına imza attığı değerlendirme raporu ise, kömürün yenilenebilir enerjiyle ikamesinin yan faydalarının altını çiziyor. Rapor, kömür yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ile enerji güvenliğini artırmanın, hava kirliliğinin halk sağlığı üzerindeki baskısını en aza indirmenin, kömür madenciliğinde meydana gelen kazaları azaltmanın ve yeni iş sahaları yaratmanın mümkün olduğunu ortaya koyuyor. REN 21 Küresel Durum Raporu’na göre dünyadaki elektrik üretiminin %22′si, akaryakıt vb. kullanımları da içine alan toplam birincil enerji talebinin ise %10′u yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanıyor. Buna rağmen Uluslararası Enerji Ajansı’nın hesabına göre, yenilenebilir enerji kaynakları 2013 yılında 6,5 milyon insana iş sağladı. Bu istihdamın 2,4 milyonu güneş, 800 bini ise rüzgâr enerjisi sektörlerinde. Kıyaslamak gerekirse, enerji arzında yenilenebilir enerjinin 5 katı pay sahibi olan en büyük 20 petrol ve doğalgaz şirketi, 2,1 milyon insana iş sağlıyor.
Ülkemizde kömür madenlerinde 50 bine yakın insanımız çalışıyor. Almanya’da ise sadece güneş enerjisi endüstrisi, 2013 yılında 56 bin kişiye iş imkânı sağladı (IRENA, 2014). Political Economy Research Institute’nin araştırmasına göre, güneş ve rüzgâra yapılan 1 milyon dolarlık yatırımla, kömüre yapılan 1 milyon dolarlık yatırımın 2 katı yeni iş yaratmak mümkün. Güneşi ve rüzgârı bol, bir yanda enerji talebini karşılamak, diğer yandan da 2023 yılında işsizliği %5′e düşürmek isteyen ülkemiz için bir fırsat penceresi var. İnsanımız için daha kaliteli, temiz ve güvenli iş imkânları yaratmamız mümkün.
Soma faciası bir kez daha gösterdi ki, insanı ve doğayı göz önüne almadan, dar maliyet hesaplarıyla üretilen politikaların sosyal, çevresel ve ekonomik maliyeti yüksek oluyor. Bu maliyetler doğrudan toplum tarafından ödeniyor ve fatura genelde toplumun dezavantajlı kesimlerine çıkıyor. Şapkamızı önümüze koyup etraflıca düşünmemiz ve ulusal enerji politikamızı, insanımızı ve doğamızı merkeze koyarak gözden geçirmemiz gerekiyor.
Enerji güvenliğini sağlamak, istihdamda artış, sağlık harcamalarında düşüş ve kömür madenciliği kaynaklı can kayıplarının önüne geçmek… Gelişen Türkiye’de üzerinde herkesin mutabık kalacağı dört hedef… Bunlara ulaşmanın yolu, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiden geçiyor. Bu alanlara yatırım yapacak Türkiye’nin, enerjide arz güvenliğini uzun vadeli bir şekilde sağlaması, Doğu ve Batı arasındaki köprü rolünü geçmiş ve gelecek arasında da oynaması mümkün.
*WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü
Kaynak: Enerji Enstitüsü